Konuşmak kadar dinlemek de bir sanat… Bir konuyu anlatırken, karşımızdaki kişiyi tanımak ve düşüncelerini iyice bilmek gerekiyor. Bu gerçek göz önüne alınmadan yapılan konuşmanın, konuşanları belli bir noktaya götürmediği, sözün karşılıklı yanlış anlamalarla uzayıp gittiği görülüyor.
Ben, bu hâli zaman zaman yaşadıktan sonra kendi kendime bir karar verdim ve uygulamaya başladım. Muhatabımı sabırla, dikkatle dinlemeye, anlamaya çalışıyorum. Çoğu kez, konuşmanın başında, “Tamam, anladım, şunu demek istiyor” diye içimden geçirdiğim mânânın, muhatabımın konuşması biraz daha uzadıktan sonra değiştiğini, ilk izlenimimin yanlış olduğunu gördüm. “İyi ki konuşmakta veya cevap vermekte …
Ömer SEVİNÇGÜL
omersevincgul@gmail.com
Konuşmak kadar dinlemek de bir sanat… Bir konuyu anlatırken, karşımızdaki kişiyi tanımak ve düşüncelerini iyice bilmek gerekiyor. Bu gerçek göz önüne alınmadan yapılan konuşmanın, konuşanları belli bir noktaya götürmediği, sözün karşılıklı yanlış anlamalarla uzayıp gittiği görülüyor.
Ben, bu hâli zaman zaman yaşadıktan sonra kendi kendime bir karar verdim ve uygulamaya başladım. Muhatabımı sabırla, dikkatle dinlemeye, anlamaya çalışıyorum. Çoğu kez, konuşmanın başında, “Tamam, anladım, şunu demek istiyor” diye içimden geçirdiğim mânânın, muhatabımın konuşması biraz daha uzadıktan sonra değiştiğini, ilk izlenimimin yanlış olduğunu gördüm. “İyi ki konuşmakta veya cevap vermekte acele etmemişim” dediğim oldu. Basit, ama belki de basit olduğu için hep unutulan bir gerçek bu.
Şimdi, muhatabıma, ne demek istediğini tam olarak anlatabilmesi için zaman tanıyor, fırsatlar veriyorum. Düşündüklerini eksiksiz anlatabilmesi için yardım ediyorum ona. Sözlerindeki inceliklere ve ayrıntılara dikkat ediyor, kapalı nokta kalırsa, sorular sorarak açıklamasını istiyorum. Bu tavrım, muhatabımı hem memnun ediyor hem de rahatlatıyor. O da beni dinlerken, ne demek istediğimi iyice anlamak için gayret sarf ediyor, benim onun konuşmasına gösterdiğim saygıyı, kendisi de benim konuşmama gösteriyor.
İlacı yaraya damlatmak, taşı gediğine koymak için, önce taşın ve yaranın yerini, özelliğini, boyutunu ve diğer yaralardan ve gediklerden farkını iyice anlamak gerekiyor. İş bununla da bitmiyor, belirlenen o yaraya uygun ilacı ve o gediğe münasip taşı seçmek gerekiyor. Seçme işlemini de tamamlayınca, sıra, iyi bir dil ve uygun bir anlatım biçimi belirleyip uygulamaya geliyor.
Muhatabın hangi kavramdan ne anladığını tespit etmek de önemli. Özellikle soyut kavramlara yüklenen mânâlar birbirinden çok farklı olabiliyor. Bazen aynı fikirleri düşündüğümüz, aynı kanaate vardığımız hâlde bunu ifade ederken değişik kavramlar kullandığımızdan anlaşamayabiliyoruz. “Herkesin maksudu bir, amma rivayet muhtelif.” sözü gerçekleşiyor.
Kelimelerdeki Nüanslar ve Biçim Değiştiren Gerçekler
Kimi zaman da kafamızdaki düşünceler birbirine gece ile gündüz kadar zıt olduğu hâlde, bu iki karşı anlamı, kavram yanlışlığı sebebiyle aynı kelimelerle ifade ediyor, görünüşte anlaşıyoruz, daha doğrusu anlaştığımızı zannediyoruz; ama birbirimizi anlamış olmuyoruz. Bu durum bana iki sevimli dervişin öyküsünü hatırlatıyor:
Dervişin biri, pencereden aşağıya bakıyormuş. Yoldan geçen bir başka dervişi görmüş. Göz göze geldiklerinde, yukarıdaki, işaret parmağını aşağıya doğru indirmiş. Bunu gören öbür derviş de işaret ve orta parmaklarını “v” harfi biçiminde açarak yukarıya doğru bir kol hareketi yapmış.
Sonra birbirlerine gülümsemişler. Sokaktaki derviş yürüyüp gitmiş yoluna. Bu durumu uzaktan izleyen bir adam, işin aslını merak etmiş. Gitmiş, pencereden bakan dervişe, “Sen ne demek istedin, o ne cevap verdi?” diye sormuş.
Derviş, şu açıklamayı yapmış: “Ben, ‘Aşağıya inersem senin gözlerini oyarım.’ dedim. O da anladı, ‘Ben de yukarıya gelirsem seninkileri oyarım.’ dedi.”
Meraklı adam, bu defa öbür dervişe gidip aynı soruyu sormuş. Onun açıklaması ise şöyleymiş: “Yukarıdaki bana işaretle, ‘Gökten yağmur yağarsa ne olur?’ diye sordu. Ben de, iki parmağımı yukarı kaldırarak, ‘Yerden otlar biter.’ cevabını verdim.”
Elbette biz, hikâyedeki iki derviş gibi işaret diliyle konuşmuyoruz, ama bazen öyle bir dil kullanıyor, birbirimizi o kadar yanlış anlıyoruz ki, o sevimli dervişlerden farkımız kalmıyor. Bu kavram kargaşasını önlemek için, karşımızdaki kişiye, söylediği sözün temeli olan kelimeleri hangi anlamda kullandığını sormalı, neleri kastettiğini, neleri kastetmediğini öğrenmeliyiz. Kendimiz de düşüncelerimizi açıklarken, önemli kavramları hangi anlamda kullandığımızı açık seçik belirtmeliyiz.
Dilimizde, herkesin kendine göre anladığı bazı kaypak kelimeler var, özellikle bunlara açıklık getirmeden yapılacak karşılıklı konuşmalardan olumlu bir sonuç elde etmek mümkün olmuyor.
Sana tavsiyem, konuşanı dikkatle dinle, anla. Sözünün bitmesini bekle. Sonra haklı olduğu noktaları belirt. Ardından kendi düşünceni söyle. Sen konuşurken sözünü kesmesine izin verme. Fikir alışverişi yap, ama inada dayalı tartışmalara girme. Özellikle, tartışma adabını bilmeyenlerle kesinlikle tartışma!
bu yazılarda ilgilinizi çekebilir: