Bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Yalnız bu yolculuk çok uzun sürecek. Ben diyeyim üç hafta, siz deyin üç yıl… Kim bilir, belki de otuz yıl. Yani yolunuz da uzun, süresi de uzun. Yolculuk için rotanızı belirlemişsiniz ama size eşlik edecek yol arkadaşınızla ilgili sıkıntılarınız var. Bırakın üç haftayı, üç seneyi; üç saatinizi bile birlikte geçirmek istemediğiniz bir yol arkadaşınız var. Böylesine problemli bir insanla dünyanın en güzel yerlerini dahi gezseniz ne kadar mutlu olabilirsiniz ki?
Yol arkadaşınızın size ve diğer insanlara karşı nezaketli davranmasını istiyorsunuz, kibarlığı elden bırakmasın istiyorsunuz. Ama o, nazik olmak şöyle dursun, kabalaştıkça kabalaşıyor. Hiç söylenmemesi gereken sözleri bir çırpıda ve hiç rahatsız olmadan söylüyor.
Yusuf YEŞİLKAYA
yusufyesilkaya@gmail.com
www.yusufyesilkaya.com
Bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Yalnız bu yolculuk çok uzun sürecek. Ben diyeyim üç hafta, siz deyin üç yıl… Kim bilir, belki de otuz yıl. Yani yolunuz da uzun, süresi de uzun. Yolculuk için rotanızı belirlemişsiniz ama size eşlik edecek yol arkadaşınızla ilgili sıkıntılarınız var. Bırakın üç haftayı, üç seneyi; üç saatinizi bile birlikte geçirmek istemediğiniz bir yol arkadaşınız var. Böylesine problemli bir insanla dünyanın en güzel yerlerini dahi gezseniz ne kadar mutlu olabilirsiniz ki?
Yol arkadaşınızın size ve diğer insanlara karşı nezaketli davranmasını istiyorsunuz, kibarlığı elden bırakmasın istiyorsunuz. Ama o, nazik olmak şöyle dursun, kabalaştıkça kabalaşıyor. Hiç söylenmemesi gereken sözleri bir çırpıda ve hiç rahatsız olmadan söylüyor. İnsanlara öyle kaba davranışlar sergiliyor ki, yanında olmaktan dolayı utanıyorsunuz, adeta yerin dibine batıyorsunuz. Yolculuk süresince verdiğiniz her molada, arkadaşınızla uzun uzadıya tartışmalar yapıyorsunuz. Arkadaşınızı sürekli suçluyorsunuz. Ama her suçlamanızda arkadaşlığınız biraz daha zedeleniyor ve birbirinizden daha da uzaklaşıyorsunuz. Konuşmamak, küsmek gibi bir şansınız yok; çünkü yolculuk süresince sürekli onunla beraber olacaksınız.
Yol arkadaşınızla yaşadığınız problemler sizin diğer insanlarla olan ilişkilerinizi de olumsuz yönde etkiliyor. Arkadaşınızla sürekli tartıştığınız için bir türlü yüzünüz gülmüyor. Çevrenize gülen yüzünüzü gösteremiyorsunuz. Arkadaşınızdan birazcık kurtulma fırsatı bulup diğer insanlarla konuşacak olsanız, sohbetinizin konusu yol arkadaşınız oluveriyor; çünkü arkadaşınızın olumsuzluğu sizi o kadar derinden etkilemiş ki, her fırsatta onu eleştiriyor, onu çekiştiriyorsunuz. Aslında arkadaşınızı eleştirmek ve çekiştirmek sizi mutlu etmiyor ama kısa süreliğine de olsa rahatladığınızı düşünüyorsunuz. Siz arkadaşınızın dedikodusunu yaptıkça etrafınızdaki insanlar size hak vermiyorlar belki ama onlar da arkadaşınızı küçümseyip problemi içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Dolayısıyla yolculuğunuz, çekilmez kere çekilmez oluyor. Peki, bu arkadaştan kurtulmanın hiç yolu yok mu? Hiç yolu yok. Bu arkadaştan değil bir saat, bir dakika, hatta bir saniye bile ayrılma imkânınız yok. Çünkü bahsettiğimiz yol arkadaşınız, sizsiniz.
Evet, insanın kendini beğenmemesi, sürekli olumsuz yönlerine odaklanıp olumlu yönlerini görememesi, kendi kendini eleştirmesi ve çekiştirmesi, sürekli kendini suçlaması ve daha da beteri, çevresindeki insanlara sürekli kendisini kötülemesi ne kadar acı verici bir şey, değil mi? Bir insan kendisi için bunları yapabilir mi? Aslında yapmamalı diye düşünüyoruz ama maalesef bunların tamamını olmasa da bir kısmını kendimiz için yapıyoruz.
Bir insanın, kendisini bu denli suçlayacağına olumsuz gördüğü davranışlarını düzeltmesi daha akılcı olmaz mı diye düşünebilirsiz. Ama sorun zaten bu. İnsanın kendisinde gördüğü olumsuz tutum ve davranışlarını düzeltmeye çalışması, kendisine değer vermesiyle ilgili bir durumdur.
Yani kendisi ile barışık olma halidir. Yazımızın başlangıcında ifade etmeye çalıştığımız olumsuz nitelikler, kendisi ile barışık olmayan insanlara ait özelliklerdir. Peki, ne yapmalıyız da bu olumsuz durumlardan kurtulmalıyız? Aslında gidilebilecek bir değil birkaç çıkış yolu mevcut. Lakin bu yollara açılan kapıları aralamak için öncelikle olumsuz tutum ve davranışları değiştirmeyi istemek gerekiyor.
Bu çok mu önemli? Elbette çok önemli.
Örneğin bazı insanlar, NLP teknikleri ile kendilerine sigarayı bıraktırıp bıraktıramayacağımı soruyorlar. Ben de onlara "Siz sigarayı bırakmayı gerçekten istiyor musunuz?" diye soruyorum. "Emin değilim, daha tam karar veremedim." türünden kaçamak cevap verenlere; "Siz sigarayı bırakmaya karar vermeden, ben size sigarayı bıraktıramam. Yani istemediğiniz bir şeyi size yaptıramam. Bunu, önce siz istemelisiniz." diyorum.
Hayatımızda gerçekleştirdiğimiz her davranışın ardında, bir düşünce vardır. Dahası, o davranışı tetikleyen bir niyet vardır. Dolayısıyla niyetimiz ne kadar sağlam olursa davranışımız da o denli sağlıklı olur. Ancak zihnimizde oluşturduğumuz niyetler, kendiliğinden oluşmuyor. Yaşadığımız olaylardan ve hayat tecrübesinden kaynaklanan duygu ve düşünce filtrelerinden geçerek, bir eylemi yapma ya da yapmama yönünde niyet hasıl oluyor. Şu anda yaşadığımız hadiseler ve geçmiş yaşantımızla ilgili deneyimlerimiz, niyetimizin oluşmasında son derece önemlidir. Bir şeyi yapmaya karar vermek veya bir şeyi yapmaktan vazgeçmeye niyet etmek her zaman aynı hızda gerçekleşmeyebilir. Yine sigara örneğini ele alacak olursak; sabahları öksürerek uyanan bir insan, sigaranın sağlığına verdiği zararın yavaş yavaş farkına varacak ve "Artık sigarayı bıraksam iyi olur." şeklinde düşünecek. Dolayısıyla sigarayı hemen bırakmaya niyet etmeyecek. Eğer kişinin, irade anlamında problemi varsa, hem niyet hem eylem daha uzun sürede gerçekleşecek ve sigaranın sağlığını tehdit etmesini görmezden gelecektir. Aynı insan hastalanıp doktora gittiğinde, doktor muayene edip "Arkadaş, sen kanser olmuşsun. Eğer bu sigarayı bırakmazsan çok yakın bir zamanda öleceksin!" derse anında sigarayı bırakmaya niyet eder ve üç saniyede sigarayı bırakır. Bu noktadan sonra "O mu sigarayı bıraktı yoksa sigara mı onu bıraktı?" tartışmasının yorumunu sizlere bırakıyorum.
İç Aynanızı Parlattınız mı?
Sabahları kalktığımızda aynaya bakarız. Elimizi yüzümüzü yıkarız. Tıraş oluruz. Özellikle tıraş olurken aynaya bakma amacımız hem yüzümüzü kesip kendimize zarar vermemek hem de yüzümüzde sakal kalıntıları olmasını önlemektir; çünkü yüzümüzde sakal kalıntısı bırakırsak çirkin bir görüntü oluşturur. Suratımızı kesersek hem canımız acır hem de yakışıklı görünemeyiz. Bu nedenle aynaya çok dikkatli bakarız. Tıraştan sonra bir kez daha ve çok dikkatli bakarız. Ve aynaların gerekliliğini tartışmayız. Kendi davranışlarımızı ve çevremizdeki insanların sözlerini ve eylemlerini, öncelikle kendi içimizde tartışırız. Nedir bu iç tartışmalar? Örnek vermek gerekirse:
– Bunu neden yaptım?
– Bu sözü neden söyledi?
– Bunu, bana yapmamalıydı!
– Biraz daha hoşgörülü olamaz mıydı?
– Beni dinlemedi bile!
– Galiba bu işte ben hatalıyım.
– Ondan bunu beklemezdim.
– Ortaklığın sınırlarını bir kez daha gözden geçirmeliyim.
– Sanırım benden çok etkilendi…
İçimizdeki tüm bu tartışmalar, işittiğimiz sözlerin ve karşılaştığımız davranışların iç aynaya tutularak filtreden geçirilmesi değil midir? Yani söylemleri ve eylemleri içimizdeki aynaya tutuyoruz ve yine kendi kendimize soruyoruz: "Bu söz uydu mu uymadı mı? Bu davranış yakıştı mı yakışmadı mı?" İç aynamızdan gelen cevap olumlu ise yola devam ediyoruz. Aynadan gelen cevap olumsuz ise, sözlere ve davranışlara çeki düzen verme ihtiyacı hissediyoruz. Bu nedenle aynaları özellikle de içimizdeki aynaları önemsememiz gerektiğini düşünüyorum. Yalnız aynalar konusunda bir ayrıntıya dikkat etmek gerekiyor. Aynanın sırrı bozulmuş olmamalı; çünkü sırrı bozulan aynadan net bir görüntü elde etme imkânımız olmaz. İç tartışmalarımızda söylemleri ve eylemleri yansıttığımız ayna, bizi biz yapan değerlerimizdir. Kendi ölçülerimizdir. Şayet değerlerimizde problem varsa yansımalar sağlam olamaz. Dolayısıyla önümüzdeki ışık doğal bir güneş ışığı değil, sanal bir aydınlık olur.
Beraber yola çıktığımız arkadaşımızın kendimiz olduğunu artık biliyoruz. Ama yolculuğun süresini hâlâ bilmiyoruz. Ve bu süreyi öğrenme imkânımız hiçbir zaman olmayacak; çünkü bu yolculuğun adı, yaşadığımız hayattır ve bize verilen ömürdür. Ne kadar ömrümüz olduğunu bilemeyiz. Ancak ömrümüzü bereketlendirmek ve hayatımızı kaliteli bir şekilde yaşamak bizim elimizde.
Sağlıklı değerlerden oluşan iç aynamıza yansıttığımız tutumların uygunluğunu ölçtükten sonra söylemleri ve eylemleri yeniden yapılandırarak, hayatımızı daha huzurlu ve mutlu yaşayabiliriz. Ne kendimiz ne de başkaları hakkında sürekli şikâyet ederek yaşamak, bize ve başkalarına yarar sağlamaz. Sahip olduğumuz yetenekler, imkânlar, dostlar, dostluklar ve sevgiler için öncelikle şükür kapısının zilini çalmalıyız.
"Yaratılanı hoş gör, Yaratan'dan ötürü" felsefesi ile öncelikle Yaratan'ı sonra herkesi ve her şeyi sevmeye çalışmak, biraz gönül antrenmanı gerektirir. Ama imkânsız değildir. İnsanları sevmeye çalışırken, kendimizin de bir insan olduğunu hatırdan çıkarmamalı ve kendimizi de sevmeliyiz. Yalnız kendimizi sevmek; kibirlenmek ve büyüklük taslamak şeklinde değil, kendimizle barışık olmak ve kendimize emek vermek yönüyle daha anlamlı olur.