Dilimiz son yıllarda iyice bozuldu ve neredeyse sokaklarda, Türkçe kelimelerin yerini artık İngilizce kelimeler almaya başladı. Yalan yanlış telaffuzlarla günlük hayatımıza giren yabancı kelimeler dilimizdeki yozlaşmayı artırdı. Türkçe’mizi korumak zorundayız. Dilimiz giderse herşeyimiz gider!
Konuşmak bir sanattır. Sanat nasıl özen isterse, konuşmak da özen ister, yetenek ister, eğitim ister. Ağzımızdan çıkan her sözün anlamının olması ve insanın ruhunda bir karşılık bulması gerekmektedir. Nasıl konuştuğunuz her zaman önemlidir. Dost meclisinde, arkadaşlar arasında, toplum önünde yaptığınız konuşmalar, sizin kendi kişisel başarınızın da bir yansıması olacaktır.
Herkes güzel konuşamaz. Özellikle konuşma eğitimi almayan insanlar, kendilerinde bu eksikliği daima hissederler. Sözcükleri anlamına uygun yerlerde kullanmalı, doğru vurgu yapmalı ve bir cümlenin bütününde anlatmak istediğimizi doğrulayan bir tonlama yapmalıyız.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de güzel konuşmanın hayatımıza olan etkisi biliniyor ve önemseniyor. Ancak hâlâ okullarda diksiyon dersleri verilmiyor. Bu yüzden bu konudaki ihtiyacı karşılamayı, yeterliliği olan veya olmayan özel diksiyon kursları üstleniyor. Bu kurslar, ticari amaçla kurulan ve yeterince denetlenemeyen kurslardır. Yine bu konudaki öğretim açığını gören birçok kişi diksiyon kitabı yazmaya soyunuyor. Birbirinin taklidi olan birçok diksiyon kitaplarının, maalesef, çok azı yetkisi ve yetisi olan ellerce yazılmıştır. Birçoğu öteki kitaplardan kopyalanmış, böylece bir yanlış, bir başka imzayla çoğaltılmıştır. Bu konuda hizmet vermek isteyen değerli insanlar alınmasın ama onların kitaplarının yanı sıra, satın aldığım onlarca diksiyon kitabında aynı konuların, sadece satırları değiştirilmiş olarak yazıldığını gördüm. Kimin kimden kopya çektiği önemli değil; önemli olan içine kattıkları fikirlerin ve önerilerin doğruluk oranıdır. Çünkü diksiyon eğitimi özel bir eğitimdir ve bu eğitimi almayan insanlar kendi bildikleriyle bu konuda bilgi ve eğitim vermemelidirler. Çünkü bu bilgi ve eğitim, önemli bir sorumluluktur.
Önüne gelenin imaj ve diksiyon dersi vermesini, kurslar açmasını, Türkçe diksiyon üzerine kitap yazmasını doğru bulmuyorum. Çünkü zaten diksiyon eğitimi veren insanların bile zaman zaman farklı fikirler savunduğu günümüzde, bir de dışarıdan, altyapısız insanların duruma dâhil olmasını yadırgıyorum, çünkü kafaları iyice karıştırıyorlar.
Güzel konuşmanın en önemli sorunlarından biri telaffuz hatalarıdır. Uzun söylenmesi gereken harflerin kısa söylenmesi, kapalı “e”nin açık, açık “e”nin de kapalı telaffuz edilmesi gibi hatalar en yaygın olanlarıdır.
Yörelere göre değişen hatalar da vardır. Karadeniz’de “t” harfinin “d” olarak söylenmesi, doğu, güneydoğu bölgelerimizle, Anadolu’nun küçük yerleşim bölgelerinde ise kalın “L” sesi, ince “L” gibi telaffuz edilir. “Olarak” kelimesinin ortasındaki kalın seslendirilmesi gereken “L” sesinin ince telaffuz edilmesi, örneklerden sadece biridir.
Dilimiz son yıllarda iyice bozuldu ve neredeyse sokaklarda, Türkçe kelimelerin yerini artık İngilizce kelimeler almaya başladı. Yalan yanlış telaffuzlarla günlük hayatımıza giren yabancı kelimeler dilimizdeki yozlaşmayı artırdı.
Bu durum, nasılsa diğer uluslarda tam tersine olmuş. Batılı ülkeler özellikle dillerine sahip çıkmışlar ve hâlâ da sahip çıkmaktadırlar. Mesela Almanlar, Fransızlar, İngilizce bilirler ama genellikle İngilizce konuşmayı sevmezler. Çünkü İngilizcenin kendi dillerinin önüne geçip yaygınlaşmasını istemezler. Oysa bizler, bırakın dilimizi geliştirmeyi, mevcut olanı bile koruyup konuşamıyoruz. Ancak bir turist gördük mü, hemen İngilizce pratik yapmaya başlarız. Bizden yardım istenmese bile…
Yabancı dil öğrenilmesine karşı değilim; tersine çok dil öğrenme taraftarıyım. Kendim de Türkçenin yanı sıra iki yabancı dil daha konuşuyorum. Ancak kendi dilime de gereken önemi veriyorum. Bir zamanlar, Brüksel havalimanında Flamancadan başka bir dili kullanmak yasaklanmıştı. Bunun nedeni, Flamancanın, onlara göre yok olmaya yüz tutmasıydı. Uçak iniş-kalkış panolarında bile sadece Flamanca yazıldı, ülkeye gelen yabancıların panodaki yazıları okuyamamasını bile önemsemediler. Oysa biz kendi dilimizden, neredeyse utanıyoruz. İngilizce bildiğimizi göstermek için birçok kelimenin İngilizcesini kullanıyoruz.
İngilizcenin konuşulmasına karşı değilim ve evrende iletişim dili olduğunu düşünüyorum ama bir dilin içine bir başka dilin sıkıştırılmasını yakışıksız buluyorum. Geçmişte de durum, bugünden farklı olmamış. Osmanlı’nın Arapça ve Farsça hayranlığı yüzünden dilimiz küçümsenmiş ve gelişmesine izin verilmemiş. Sırf bu yüzden Türkçe, çoğumuzun anlamadığı Arapça veya Farsça kelimelerle dolu… Üstelik bazılarının Türkçe kelime karşılığı bile yok. Çünkü yabancı kökenli kelimeleri kullandıkça, Türkçe kelime türetememiş, var olan kelimeleri bile yok etmişiz. Dilimize Arapçadan kelimeler geçmesini yadırgamıyorum; çünkü Müslüman bir ülke olarak din kitabımız Arapçadır. Din kitabımızı okudukça konuşmuş, konuştukça anlamış ve Türkçe karşılığını bulamadığımız zaman o kelimeyi dilimize yerleştirmişiz.
Dilimizin yozlaşmasına bir son vermek, Türkçeye sahip çıkmak bizim en büyük görevimizdir. Ayrıca, kullandığımız alfabenin şu anda var olan Türkçeyi doğru konuşabilmemiz için yeterli olmadığı da bir gerçek. Bu da dilimizin okunmasını ve doğru konuşulmasını engelleyen önemli bir sorundur. İçinde yabancı kelimeleri yaşatan dilimizde, yabancı kökenli kelimelerin, kullandığımız alfabe ile karşılanması mümkün değildir. Özellikle Arapça ve Farsçadan dilimize geçen birçok kelimenin yazılıp okunmasında zorlanıyoruz. Alfabe bir dilin doğru ve kolay anlaşılır olmasını sağlamak bakımından önemlidir ve bu nedenle eksiksiz olmalıdır!
Oysa bugün Türkçede kullandığımız bazı seslerin alfabemizde harf olarak karşılığı yoktur. Bunlardan en önemlisi “K” ve “H” harfleridir ki, biz tek bir “K” harfinin konuşmamıza yetmediğini, kimilerinin “Ka”, kimilerinin de “Ke” diye telaffuz etmesinden anlıyoruz. Tıpkı “H” harfinin kimi zaman “Ha”,kimi zaman da “He” diye söylenmesi gibi. Çünkü Türkçeye Arapçadan geçmiş kelimelerdeki bazı seslerin “kaf” ve “kef” sesleriyle, “ince L” ve “kalın L” seslerinin yine işaretlemeyle belirtilmesi gerekmektedir. Oysa giderek tüm işaretleri yok edip Türkçeyi tamamen bitirme yolundayız. Bu duruma en kısa zamanda müdahale edilmelidir.
DİL NEDİR?
Dil, düşüncenin sözcüsüdür. İki kişi arasında, küçük bir topluluk veya toplumlarda da en önemli iletişim aracıdır. Dil, ifade özgürlüğüdür. Sadece ihtiyaçlarımızı ortaya koymakla kalmaz, duygularımızı paylaşmamıza da aracılık eder. Bireylerarası veya toplumlararası iletişim doğru bir dille sağlandığında sorunlar çözümlenir, anlaşma, uzlaşma sağlanır. Oysa iletişimde yanlış kullanılan dil, hem bireyler arasında, hem de toplumlar arasında büyük sorunlara, hatta felaketlere bile yol açabilir.
Her toplumun kendine özgü bir dili vardır. Bütün diller toplumların kendi özelliklerini yansıtır. Yaşam şekilleri dillerine etki eder. Kültürleri, üzüntüleri, sevinçleri geçmişten günümüze, insanların kendilerinin var ettiği ve geliştirdiği dillerine de yansır.
TÜRKÇEMİZ, YAPISINA GÖRE HANGİ DİL GRUBU İÇİNDE YER ALIR?
Türkçeyi daha doğru konuşabilmek için önce yapısını bilmek gerekir. Çünkü yapılarına göre diller farklılıklar gösterir. Bu farklılıkları göz önünde bulundurmak, bir dilin mantığını anlamak için önemlidir
Diller yapısına göre gruplara ayrılır. Türkçe, yapısına göre, “Bitişken Diller grubundadır. Bu grupta Türkçe ile birlikte Macarca ve Fince de yer alır. Kökenine göre ise Türkçe, Ural-Altay Dil grubuna girer. Sözcük köklerinin sonuna yapım ekleri getirilerek yeni sözcükler türetilir. Ural-Altay Dil grubunda yer alan diğer diller ise Moğolca, Macarca ve Fincedir.
Rânâ Elik
elik.rana@gmail.com
www.gencgelisim.com