Dindarlık bir yaşama şeklidir, dindarlık, kitaplardan öğrenilemez. Ancak dindarca yaşayanları görerek ve onların yanında bulunarak dindar olunur. Dürüstlük, temizlik, şefkat, merhamet, iyilik, yardımlaşma, sabır, cömertlik gibi vasıflar, dindarca yaşamanın vazgeçilmez özellikleridir. Bunlar yoksa belli ritüelleri yerine getirmekle dindar olamazsınız. Hayatın her anı dindarca yaşanmalıdır. İnsanlara bir şey demeden ve kimseyi zorlamadan dinîhayat yaşamalı. İnsanlar, sizin bu güzel yaşantınızı görerek size özenmeli.
Din bir yaşama tarzı olarak değil de bazı görevleri yerine getirmekten ibaret sanıldığında bütün canlılığını, aktivitesini, ruhunu ve güzelliğini kaybeder. O ancak, hayatın her sahasında ve her anında yaşanırsa varlığından bahsedilebilir. Gerçek dindarlık, yalnız mabetlerde olmaz. Yolda yürürken, alışveriş yaparken, otururken, kalkarken, ayakkabınızın bağını bağlarken, birisinin sorusuna cevap verirken, işte çalışırken yaşanır. Her hareketinizi bir adanmışlık içinde ve heyecan duyarak yaşarsınız. Yirmi dört saat yaşanmayan dindarlık, insanın gurur ve kibrini artırmaktan, kendini bir şey sanmaktan başka bir şeye yaramaz.
Bugün ne yazık ki din ve dindarlıktan anlaşılan şey, gerçekte dinin kendisi değil, görünen şekilleri, formaliteleri ve merasimleridir. Din, camiye gidip gitmemek, başını örtüp örtmemekten ibaret hâle gelmiş. Dinsel özgürlük isteyenlere bütün serbestlikler verilse bile dindarlık yine artmayacak, çünkü dindarlığa uygun ortam yok. İnsanların temel arayışları değişmiş. Dincinin de dinci olmayanın da asıl aradığı din değil; görünüşünü dine uydurmaktır. Her iki grup insan da daha rahat yaşamak ve dünyevi zevkleri elde etmek için çalışıyor.
İnsanların din sorunu diye bir sorunu yoktur. İşleri yolunda gittiği, keyifleri yerinde olduğu zaman kimse dine ihtiyaç duymuyor. Ne zaman ki işler ters gitmeye başlar o zaman Allah’a yöneliyorlar. Bunu, bir aracın yedek tekerleğine benzetebiliriz. Aracınızı düzgün sürdüğünüzde ona ihtiyaç duymazsınız. Onaancak, bir arıza olduğu durumda ihtiyaç duyulur. İnsanların bu durumunu Allah,Kur’an’da anlatıyor. Kulların, denizde fırtınaya yakalandığında Allah’ı çağırdığını fakat karaya çıkıp güvenliğe kavuşunca hemen unuttuğunu söyler.
Bazıları kendini dinin sahibi sanıyor, onun avukatlığına kalkıyor. Dinin üzerinde tekel kurmuş. İstediğini dine alıyor, istediğini dinden çıkarıyor. İnsanlara dinin iyi ve güzel bir şey olduğunu, davranışlarınla göstermelisin ama kimseyi buna zorlamamalısın. Yani sen, onlardan daha çok mu onların iyiliğini istiyorsun?Ancak benimseyerek ve güzelliğini anlayarak kabul edilen şeyin yararı olur. Sen bu kınayıcı, zorlayıcı, küçümseyici, aşağılayıcı ve itici davranışlarınla insanlara zımnen, “Siz yanlış yoldasınız.” diyorsun. Kendini çok bilgili ve akıllı sanıyorsun. Acaba yalnız sen mi doğru yoldasın ve bütün insanlar yoldan sapmış?
Toplumda dindarlık yoksa dindar bireyler yetişemez. Okulda okumakla dindar olamazsınız. Eğer dindar bir nesil isteniyorsa bu yalnız din derslerini artırmakla olmayacaktır. Din dersleri, işin ancak teorik ve akılcı kısmını verir. Dindarlık ise bir duygudur. Bu duygu din hocasında yoksa din dersi hiçbir işe yaramaz. Dinîduygu ilmihâl kitaplarından değil, edebîeserlerden edinilir. Şiir ve edebiyattır dine en uygun ders. Fizik ve kimya hocasında da dindarca hareketi görebilmeli öğrenci. Dinîduygunun dersi yoktur. Dindarlık parayla satın alınamaz. Bu bir tecrübedir. Bu tecrübeyi yaşamanız veya yaşayanları görmeniz lazım.
*
Cuma Özusan
Kaynak: Bilgece Yaşamak
www.gencgelisim.com