İçsel Enerjin ile Mükemmelliğe Ulaş!

0
959

 

Zehra Özdağ

www.gencgelisim.com

 

 

Geçmişten günümüze dek, var olan bütün din, ahlak ve inanç sistemlerinin ortak amacı, insanın mutluluğudur. Bu sistemler, kişinin hem ruhsal hem de bundan ayrı düşünülemeyen duygusal boyutta gelişimi ve evrensel kodlamalara uygun mutluluğu nasıl yakalayacaklarıyla yakından ilgilenirler. Ve öğretileri ile iç dünyalarına ışık tutarlar. İnsanın yaşamda isteklerinin sonsuz olduğu bilinmeyen bir konu değildir. Ancak insan emelinin sonsuz oluşunun gizeminin, aslında insanın sürekli kendini geliştirme çabasını destekleyen bir potansiyel enerji olduğu genellikle göz ardı edilir ve insanın bu sonsuz emele düşkünlüğü çoğu zaman, O’ nu diğer yaratılmışlardan üstün kılacak yaradılış gerçeği çerçevesinde değil de bir zaafı gibi düşünülür.

Evet insanın içine konulan bu sonsuz emel eğilimi, O’nun sürekli kendini geliştirme çabası için mükemmel bir içsel enerjidir. Çünkü insan elinde olan olanaklara razı olarak, her zaman elinde olanlara sahip olmak yerine, daha fazlasına ulaşmak için önce bu değişimi gerçekten dilemesi sonra da yürekten dilediği bu amacını gerçekleştirebilmesi için her zaman yaptıklarını yapmaya devam etmekten kurtulması gerekir.

İşte tam bu noktada “insanın kendini gerçekleştirmesi”ni amaçlayan “kişisel gelişim çabaları”

ve bu çabaların daha sistemli biçimde verilmeye çalışıldığı eğitim uygulamaları ortaya çıkar.

Hangi düşünce ya da inanç sisteminde hangi ifadeyle karşımıza çıkarsa çıksın, (Batı terminolojisinde “kişisel gelişim”, doğu kültüründeki farklı terim ya da ritüel ifadeleri ile…) İnsanın iç dünyasına dönük olarak başlayan ancak reel yaşamda fazlasıyla yararlandığı bu uygulamalar, aslında tek bir amaca hizmet eder; “Kişinin kendini gerçekleştirmesi ve doyumlu bir yaşama ulaşmasına.” Burada “Kendini Gerçekleştirmek” nedir? sorusuna verilecek cevap kişisel gelişim çabalarının tümünün ne kadar anlamlı ve gerekli çabalar olduğu gerçeğini en belirgin biçimiyle ortaya koyacaktır.

Yaşamımızın amacı nedir? Sorusuna içinde bulunduğumuz kültürel ve inanç birikiminin etkisiyle verilecek cevaplar mutlaka çeşitlilik gösterecektir. Oysa bilimsel ve modern psikoloji bağlamında, bu sorunun tek karşılığı “kendini gerçekleştirmektir.”

Hepimiz için her zaman var olan şu durum geçerlidir; bir “olduğum ben” vardır, bir de “olmak istediğim ben”… Birey olarak olmak istediğimiz bene ulaşmak için verdiğimiz çaba yaşamın ta kendisidir. Olduğumuz, olmak zorunda kaldığımız ama olmak istemediğimiz beni aşarak olabileceğimiz bene ulaştığımızda ise kendimizi gerçekleştirmiş insan olarak yaşamın doyumunu yakalarız.

En mutlu ve en doyumlu insanlar, kendilerini gerçekleştirmiş olanlardır. Mutluluk ve üretkenlik sıfatları arasındaki doğru ilişki, kendini gerçekleştirmeyi becerebilen insana, yaşamda mutluluk ve doyumun hemen ardından üretkenlik, neşe ve canlılık gibi sahip olunması pek de kolay olmayan ama herkesin aradığı ve istediği bu özellikleri sunar. Kendini gerçekleştiren bireylere baktığınızda, onların her gittikleri yere içlerindeki o müthiş var olma yetisini ve enerjisini bir de bitmeyen yaşam sevinçlerini götürdüklerini görürsünüz. Bu yüzden onlar her yerde aranılan kişilerdir, “gelse de havamızı değiştirse, gelse de renklense şu gri hava” diye iç çekilenlerdir onlar.

Onlar etraflarına yapmacık mutluluğun en orijinalini ve hiç alışılmamışını saçarken, yine etraflarına saçtıkları bilginin ışığı da öylesine değildir. Onlar sahip oldukları farkındalık ve bilgi düzeyini karşısındakine bir güç gösterisi olarak kullanmazlar. Onlarda olup başkalarında olmayan bu farklı bakış açısı hiçbir zaman karşıdaki için, rahatsız ve tehdit edici bir unsur değil aksine kendilerini bulma sürecinde iç dünyalarını besleyecek müthiş enerji kaynaklarıdır. Kendilerini gerçekleştiren bu mutlu insanlar, mutluluk ve bilgeliğin ışık elçisi olarak etraflarına dinginlik ve huzur saçarlar. Ruhlarınız onların yanında soluk alır ve dinlenir, diğer sıradan herkes ruhunuzu yorgun düşürürken. Kendileriyle her oturup kalktığınızda mutlaka çoğalırsınız.

Ya ruhsal ya duygusal ya da zihinsel dünyanıza kattıkları yeni değerler, farklı anlam ve yaklaşımlarla, kişiliğinizde derin izlerin başlattığı yeni oluşumlar görürsünüz ve tekrar kendileriyle birlikte olmayı arzu edersiniz, gizli ve anlamlandıramadığınız bir bağ sizi kendilerine çeker. Aslında bu çekimin bu denli güçlü oluşu, onlarla ne çok kendiniz olduğunuz ve yine onlarla ne çok derinleştiğiniz gerçeğinde saklıdır.

Kişisel Gelişim ve kendini gerçekleştirme yaşamın sonuna dek yenilenen bir süreçtir. Ve en temel göstergesi sürekli bir hareketliliktir. Sadece bedensel devinim olarak değil, insanın içsel dinamiklerinde de hep var olan bir canlılık… İnsan yaşamında devinimsizlik ya da aynı devinimlerin tekrarı başlamışsa, bu yaşama yavaş yavaş, anlamsızlık ve cansızlığın sindiği görülmeye başlanır.

Bedensel ölümle birlikte ilk kaybedilen varlığın hareket ve canlılık olduğu düşünülürse, yaşam ve hareketlilik arasındaki ciddi bağlantı kolayca anlaşılır. Madem gerçek yaşamdan söz etmek hareket ve canlılığa bağlı o halde hareketin azaldığı her yerde de yavaş yavaş bir durağanlaşmadan ve sessiz bir ölümden söz etmek mümkündür. Hele yaşamın anlamı kişi için, biyolojik yaşamdan ve solunum yapmaktan çok öte bir şeyse, bu insanlar yaşamlarının ağırlaşmasına asla izin vermezler, zaten buna da dayanamazlar…

Stres kaynaklarını oluşturan nedenler hatırlanırsa, her zaman yapılan işlerin tekrarlanması ve tekdüze bir yaşam biçiminin bu nedenlerin başında yer aldığı görülür. Ve yine ruhsal baskı altında bulunan bir kişiye stres ya da depresyonla başa çıkma yolları açıklanırken, kendisine ilk salık verilen çözüm yolu yeni ve sevdiği uğraşlarla ilgilenmesidir. En son kendiniz ama sadece kendiniz için yaptığınız şeyin ne olduğu sorulduğunda, yanıtını bulmakta ya da tarihini hatırlamakta zorluk çekiyorsanız, başkalarının sizi önemsemiyor olduğuna dair şikayet etme hakkınız artık kalmamış olsa gerek.

Yaşamın sonunda sadece kendi yaşamlarından hesap çekileceğine inanan insanların neden kendileri için bu kadar az şey yaptıkları gerçekten hayret verici bir çelişkidir. Ve insanın yaratılış gayesi açıklanırken “mutlu olma” gayesi üzerinde neden hiç durulmaz ve bu yaklaşım neden ayıplanır, hiç bilinmez….

Umutsuzluk ve mutsuzluk veren bir ihmal doğrusu….

Oysa gerek eğitimci gerek ebeveyn olarak belirleyeceğimiz en keskin amaç mutlu ve doyumlu çocuklar yetiştirmek olmalıdır ki, bununla birlikte istenilen diğer eğitimsel amaçlara ulaşmak zaten çok daha kolay olacaktır.

“Mutluluk” gibi temel bir duygusal tepkinin öğrenilen bir özellik olduğunu bilen, mutlu ve doyumlu bireylerin yetişmesine katkıda bulunacak mutlu insanlar olabilmeniz dileği ile…

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız