Günümüz teknolojisinin bile açıklayamadığı matematiksel detaylarla dolu mimari eserler, akıl ve duyguyu, sadelik ve asaleti taşın üzerine işleyen bir deha… Mimar Sinan’ın eserleri yüzyıllar ötesinden gelip tüm muhteşemliğiyle ayakta duruyor, geçmiş ve gelecek çağları ihtişamıyla selamlıyor.
Doruğa taşıdığı Osmanlı-Türk mimarisinin dünya sanatına en büyük armağanlarından biridir Mimar Sinan. Geniş bir coğrafyanın sayısız köşelerine bıraktığı 400’ü aşkın yapıtıyla tarihin şahit olduğu en büyük sanatçılar arasında yer alıyor. Ancak Sinan’ı mimarlık sahasına hapsetmek haksızlık olur. Taşıyıcı sistemi onarım görmeden 500 yıldır en şiddetli depremler karşısında ayakta duran yapılar günümüz ilminin vakıf olamadığı matematik ve fizik mantığının ürünü. Hâlihazırdaki teknolojinin ve mühendislik bilgisinin asırlarca ayakta duracak ve Sinan’ın eserlerindeki inceliği yakalayacak yapılar kurmaya yetmeyeceği düşünülürse, Sinan sadece bir sanatkâr olarak değil, bir bilim adamı olarak çıkar karşımıza.
Özellikle İstanbul ve Edirne olmak üzere Osmanlı’nın geniş topraklarının pek çok köşesi onun çarpıcı eserleriyle süslüdür. Kentin dokularını mükemmel şekilde tamamlayan, görsel ve yapısal olarak şehirle bütünleşen birçok eseri bulunduğu bölgeye kimlik kazandırmış, orasının bir sembolü halini almıştır. Eserleri yapıldıkları dönemde olduğu kadar asırlar sonra da halkın yaşamının önemli bir parçası halini almış, güncelliğini korumuştur. Bu durum Mimar Sinan’ın çağların nabzını tutan, zevkleri ve tercihleri yenilenen insanoğlunun değişmeyen evrensel paylaşım noktalarını yakalamayı başaran sanat görüşüne işaret etmektedir.
1490 yılında Kayseri’de doğan Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a getirildi. Acemi Oğlanlar Ocağı’nda sıkı bir askeri eğitim yanında marangozluk öğrendi. Dönemin önemli ustaları yanında han, türbe ve cami yapımında çalıştı.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında yeniçeri oldu. Aralarında Belgrat, Mohaç ve Rodos seferleri olmak üzere pek çok savaşa katıldı. Katıldığı seferlerde Suriye, Mısır, Irak, İran’dan, Balkanlar ve Viyana’ya kadar Güney Avrupa’daki mimari eserleri inceledi.
Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu’nun en görkemli dönemi olan 16. yüzyılda yaşadı. Bu dönemde Osmanlı askeri, siyasi ve ekonomik açıdan zirveye ulaşmış, en geniş sınırlarına ulaşarak dünyanın en güçlü devleti haline gelmişti. Böyle bir ortamda Mimar Sinan devletten destek gördü, sanatını uygulama imkânı buldu. Klasik dönem Osmanlı mimarisinin simgesi haline gelen Sinan, devrin en büyük devletinin en büyük sanatkârı olarak anıldı. Çarpıcı ve ihtişamlı eserleri imparatorluğun ihtişamını temsil ediyordu. Aradan 400’ü aşkın yıl geçmesine rağmen sanatsal özgünlüğü ve teknik altyapısıyla pek çok ayrıntısı keşfedilmeyi bekleyen eserleriyle ölümsüz bir sanatçı ve bir ekol olarak kabul ediliyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 50 yıl Mimarbaşılık yapan Sinan, çeşitli kaynaklara göre sayıları 400’e yaklaşan eser vermiştir.
84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam olmak üzere Anadolu’nun pek çok köşesinden başka Macaristan, Yugoslavya, Romanya, Yunanistan, Kırım, Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Filistin, Bulgaristan gibi birçok ülke topraklarını süsler.
Mimar Sinan; hem teknik, hem de estetik açıdan her eserinde yeni arayışlara yöneldi. Eserlerindeki form, ölçü ve oran gibi mimari incelikler şaşırtmak ve hayran bırakmakla kalmaz, çözülmeyi bekleyen birer bilmece gibi yükselir.
Duygu ve estetiği, matematiksel hesapların kesinliğiyle bütünleştiren bir anlayışın ürünü olan yapılarında hem görsel hem de işlevsel olarak mükemmeli yakalamıştır. Tecrübe ve yeteneğine güvenen Mimar Sinan, en zahmetli yapıların inşaat süreci ve tasarım yaklaşımlarına karışılmasına karşı çıkmıştır. Bu tavrıyla zaman zaman padişahı bile karşısına almaktan çekinmemiştir.
Sinan, sanat yaşamını üç döneme ayırır. Şehzade Camii’ni çıraklık, Süleymaniye Camii’ni kalfalık, Selimiye Camii’ni de ustalık devrinin eserleri olarak değerlendirir. Mimarbaşı olduktan sonra verdiği bu üç eser, Sinan’ın sanatını adım adım zirveye taşıyan ve olgunlaştıran eserler olarak anılmaktadır.
En güzel eseri ise 1575 senesinde 80 yaşındayken tamamladığı Edirne Selimiye Camii’dir. Sinan’ın ustalık eseri olarak tanıttığı ve bütün sanatını gösterdiğini belirttiği bu yapının kubbesi, Ayasofya’nın kubbesinden daha yüksek ve derindir. Üç şerefeli ince minarelerine üç kişi aynı anda birbirini görmeden çıkabilmektedir.
Osmanlı mucizesi Sinan’a ve eserlerine dair
Mimar Sinan, Selçuklu dekoratif taş işçiliğini çok iyi biliyordu; ancak hiçbir zaman tekrara ya da taklide gitmedi. Hiçbir planı ikinci kez kullanmadı.
Eserlerinde temelin sudan ve nemden korunması ve dolayısıyla dayanıklı olması için drenaj sistemi adı verilen bir kanalizasyon sistemi kurdu.
Küre ve piramit uygulamalarının benzerlerine başka hiçbir eserde rastlanmıyor.
Tüm eserlerinde bir ana tema vardır ve renkler, ölçüler, desenler, tüm detaylar bu temayı destekler, onunla bütünlük arz eder.
Eserlerindeki ince mimari hesaplar dikkati çeker. Sütunlar, duvarların kalınlığı tam da taşıyacakları yükün gerektirdiği kalınlıktadır. Bu orandan ne biraz az, ne de biraz fazladır.
Ebced hesabı kullandı. Eserlerindeki ölçüleri asal sayılara ve bunların katlarına göre yaptı; böylece mükemmel bir orantı ve beraberinde sanatta kusursuz güzelliği yakaladı.
Hemen her yapıda farklı bir sistem analizi uyguladı. Kare prizma üzerine yarım kürenin çeşitli varyantlarını tek tek denedi. Farklı renk ve dokuda malzemeler kullanmak yerine ışık ve gölge oyunlarıyla görsel bir zenginlik yakaladı.
Duvar ve kubbelerin yerleştirilmesinde iç mekânın ferah ve aydınlık olmasını hedefledi.
Kullandığı en küçük miktardaki malzemenin, taşın, sütunun ve en ufak bir motifin bile bir işlevi vardı, gerektiğinden fazla malzeme kullanmadı.
Sıcak ve soğuk hava dengelerini sağlamak için nem ve rutubeti dışarı atan hava kanalları kullandı.
Yazın, suyun ve toprağın ısınmasından dolayı oluşan buharın yapının temellerine ve içine girmemesi için tahliye kanalları kullandı.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul’un çevresine su kanalları açarak şehrin en büyük sorununu çözüme kavuşturdu.
Yapıları depreme karşı dayanıklı olarak inşa edilmiştir. Temelde kullanılan taban harcı sayesinde deprem dalgaları emilir ve etkisiz hale gelir.
Aynı zamanda bir şehircilik uzmanıdır. Eserlerini şehirlerin gerek manzara, gerek zemin açısından yüzyıllar sonra bile takdirle karşılanacak mekânlarına inşa etti.
Gördüğü bütün eserleri büyük bir dikkatle inceledi. Ancak hiçbir zaman taklide gitmedi. Kendine has üslubunu her eserinde yeniledi ve gelirdi.
Adem Suad