Kaybetmek mi Kaybolmak mı?

0
846


Hayatta kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. Sahip olduğumuz her şey geçicidir aslında.

Ama insanoğlu bu hayatın içerisine öyle bir dalmış, öyle çok sahiplenmiş ki hayatı kendisi bile farkında değil. Ve unutuyor neyin kime ait olduğunu, ya da olmadığını. Benimdir dediğimiz her şey, gerçekten bize mi ait? Evimiz, arabamız, işimiz, ailemiz ve de bedenimiz. Hep bizde mi kalacaklar? Peki, geçici olmayan bir şeyler var mıdır dünyada? Geliyoruz, zamanımızı geçiriyoruz. Ödevimizi tamamlayıp sınavlarımıza giriyoruz ve bitiriyoruz hayatı.
Her kişinin farklı bir ödevi var bu dünyada. Ve tabi ki farklı sınavlardan geçiyor. Bunun farkına varıp ömrümüzü tamamlayabiliyorsak ne mutlu bize. Gerçekten de mutlu oluyor insan o zaman. Ne zaman mı? Tabi ki hayat amacını fark edince! Korkular, endişeler olmuyor hayatımızda. Önceden bizi korkutan her şey böylece bize sadece hüzün veriyor. Evet, azıcık hüzün ve ardından aydınlık… Bu  da hayattaki zıtlıkların dengesini tamamlıyor. Özellikle de şu an sahip olduğumuz her şeyin aslında bize ait olmadığını fark edince. Hayatta her şeyin geçici olduğu gibi, bizler de hayattan geçiyoruz sadece. Ve bu geçiciliği fark edebilince kendinizi öyle hafif hissediyorsunuz ki daha çok gülümsüyorsunuz hayata. Endişelerin, korkuların ağırlığı üzerinizden kalkmıştır çünkü. Onları fark edebiliyorsunuzdur artık. Ve bu farkındalık bedeninize inanılmaz bir aydınlık verir, hafifletir sizi.

 


Peki, zaman dediğimiz nedir? Zamanımız nasıl tükenir? Yaşlandıkça mı? Öyle olsa her kişinin belli bir yaşta ölmesi gerekirdi. Aslında zaman dediğimiz şey çok büyük bir yanılgı. Zamanı hisseden bizim ölümlü bedenlerimiz. Ruhumuz için zaman var mıdır? Peki, sonsuzluk nedir o zaman? Bitmeyen bir kavramsa bizler nasıl bunu hissedebiliriz ki? Her şey özümüzde, kendi içimizde, kalbimiz dediğimiz yerde gerçekleşiyor. Zamanı değerli kılan biz insanlarız. Davranışlarımız ve düşüncelerimizle biz yaratıyoruz zamanı. Zamanın içine giriyoruz. Hep acelemiz var hep bir yerlere yetişmemiz gerekiyor. Farkında olmadan zamanı harcıyoruz. Böyle olmak zorunda mı? Değil elbette. Sakin sakin yaşasak… Hayatın tadını ala ala. Bir yerlere yetişme çabasıyla hayatı yakalamak isterken asıl kaybeden biz oluyoruz.  Baharın güzel kokusunu alamadan, kışlara geçiyoruz. Sonbaharın hüznüne doyamadan yazlar yaşıyoruz. Ve bu aceleden her mevsimden sıkılıp bir sonrakini istiyoruz. Daha sonra da, “Ne de çabuk geçti mevsimler, hayatımızdan 1 yıl daha geçti.” diye sitemlere başlıyoruz.


Durun bir an, düşünün biraz. Hayatı bu derece hızlı yaşayıp, hayatta var olan her türlü geçici değeri, bizim diye sahiplenip yaşamak. Nereye kadar? Yaşadığımız anın tadına varmadan biten hayatlar. Kaybedilen, aslında hiç var olmamış zamanlar. Boş yere tükettiğimiz mevsimler, aylar, yıllar. Oysa mevsimler hep aynı. Dünya dönmeye devam ediyor. Bizim acelemiz var diye yavaşlamıyor ki! Doğa olması gerektiği gibi. Kendi sırası geldikçe yaşıyor, yaşatıyor mevsimlerini. Güneş biz istiyoruz diye daha geç doğmuyor ki! Ay biz istedik diye gecemize ışık olmuyor ki! Her şey olması gerektiği gibi, olması gereken zamanda oluyor. Fakat insan dediğimiz canlılar ille ki zamandan bir şeyler çalmaya çabalıyor. Kimi zaman hızlandırmak, kimi zaman yavaşlatmak istiyor. Ne büyük bir dengesizlik… Yoksa insanoğlunun dengesi bu mu?

Biz zamanın içinde değiliz, zaman bizim içimizde. Zaman diye bir şey yok aslında. İçimizdeki sonsuzluğun, dünyada yaşarken bedenimize yansımasıdır hissettiğimiz. Bunu fark edince değişecek her şey. Bir de dünyada hiçbir şeye sahip olmadığımızı fark edince. Sahip olunması gereken bir şey olmadığını… Şu an yaşayın. Her şey şimdi olmalı yarın değil. Yarın bugündü zaten, dün de yarın.

*

 

Nazime Önder

nazo177@yahoo.com

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız