Gerçek girişimci, ölçülüdür.
Derviş sözcüğünün birçok anlamı yanında; “yoksulluğu, çilekeşliği benimseyen kimse” şeklinde bir tanımı daha vardır. Dervişlik denilince; “hoşgörülü, alçakgönüllü ve kanaatkâr” olma hâli hatırlanır. Bir de;“Derviş tekkede, hacı Mekke’de bulunur.” sözü var ki, herkes kendine yakışan, uğraştığı işle ilgili yerlerde görülür, bulunur, anlamındadır.
Derviş, öz benliğini, yani nefsini terbiye edebilen kişidir. Gerçek girişimci de derviş gibidir. Nefsini büyük ölçüde frenlemiş, kendini işine adamış biridir. Onun işi, her şeyin üstündedir. Özellikle ilk dönemlerde, bütün ilkeleri sabır ve özveri üzerinedir. Kendine ve ailesine ait her konudaki güzellikleri erteleyen kişidir o. Bilmektedir ki, kendi lüksü için harcayacağı her değer, işinin gelişmesini engelleyecek bir düşmandır.
Memur kişinin belli hayalleri vardır. En iyimserinin hayali bir ev, bir yazlık ve bir arabadan ibarettir. Eline geçecek ilk fırsatta da bu hayallerini gerçekleştirmeye çalışacaktır. Girişimcinin de benzer hayalleri elbette, hatta fazlasıyla vardır. Ama o arzuların önüne geçen öyle büyük bir hayali daha vardır ki, diğerlerini durmaksızın boğmaya çalışır. Onun için, her birikim yeni bir yatırımdır. Yepyeni ufuklara açılmaktır. Daha büyük başarılarla kucaklaşmaktır.
Herkesin davranış biçimi, kendi durumunun bir aynasıdır. Yıllar önce, hayatı memuriyetle geçmiş bir yakınımızla konuşuyorduk. Bizim, cimriliğe varan tutumluluğumuzu eleştiriyordu. “Siz” diyordu, “kazandığınızın yarısını bile harcamıyorsunuz. Ben olsam, en az yüzde seksenini yerim.” Sırtını devlete dayamış o yakınımız bu eleştiri-öneriyi yaparken, girişimcileri pusuda bekleyen tehlikelerin farkında değildi elbette. İktisatçılar, mili gelirin toplum üzerindeki etkilerini anlatırken; azlık-çokluktan önce, devamlılığın önemini vurgularlar. Az da olsa her ay maaşını tıkır tıkır almak durumundaki bir memurun, tutumluluk adına yaptığı fedakârlık, ay sonunu denkleştirmekten ibarettir.
Oysa girişimcinin kâbusu, ay başıyla ya da sonuyla bitmemektedir. Onun sorunları devamlıdır. İşine, kuvözdeki prematüre bebek gibi ilgi göstermedikçe, hiçbir zaman başı dertten kurtulmaz. Onun için de, her zaman dikkatli, tutumlu ve özverili olmak zorundadır.
Girişimci Asker gibidir
Girişimcinin kışlası, işyeridir.
Askerliğimiz sırasında, sıkça duyduğumuz bir benzetme yapılırdı: “Asker uyumaz, asker üşümez, asker yorulmaz, asker acıkmaz, asker susamaz, asker ağlamaz, askerin evde anası ağlar.”
Şu kadarını rahatlıkla söyleyebilirim ki; “asker” yerine “girişimci” sözcüğünü koysanız, aynı sözler daha bir anlam kazanacaktır. O özelliklerin çoğu, vatanı uğruna her zorluğu göze alabilen askerlerimiz kadar, girişimcilerde de vardır. Ayrıca, barış zamanında bir askerin en azından, yarın endişesi yoktur. Nasıl olsa bir karavana, bir tayın konulacaktır önüne. Onun en büyük derdi gurbet, en bağlandığı işi de gün saymaktır. Hele bir bekleyeni de varsa, başka şeyleri düşünecek vakti bile yoktur.
Oysa girişimci öyle midir? Onun yarına değil, bir saat sonrasına bile güvencesi yoktur. Yaptığı iş, her türlü aksaklığa açıktır. Üretim yapıyorsa hata olabilir, hizmet yapıyorsa kaza olabilir. Beklediği para gelmeyebilir. Rekabet olabilir, fiyatlar düşebilir. Kriz çıkabilir, satışlar durabilir.
Girişimci eşiyle yatar, işiyle uyanır. Normal çalışma saatleri, ona buna dert anlatmakla geçer. O, herkesin dinlendiği saatlerde de çalışmak zorundadır. Kısacası; her sabah işe en erken gelip, her akşam en son çıkan odur. Eve aş yanında iş de götürür.
Mühendislik bürosu kurarak başladığım ilk işimde; bir anlamda; yeni evlilik yıllarının güzel günlerinde, eşimle birlikte gece yarılarına kadar çalıştığımızı bugün gibi hatırlıyorum. Ben hesap yapardım, Sevgili eşim ise, aydınger üzerine çini mürekkebi ile proje çizerdi. Ertesi gün, yorgun argın ve “o yaşın güzelliklerini daha sonraki günlere ertelemiş olarak” işimizin başında olurduk.
Eskilerden duyardık; mart ayı, şubattan bir-iki gün ödünç istemiş. Sonra da insanları beklemedikleri şekilde üşütünce, yaptığı iş hoşuna gitmiş ve geri vermemiş o günleri. O günden beri şubat ayına “güdük ay” demişler. Mart ayının anılması da; “mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” şeklinde olmuş.
Girişimcinin günü de bir anlamda böyledir. Onun günü 24 saat değil, 25 saattir. Ama o fazlalığı nereden ve ne süreyle aldığı bilinmez. Tek bilinen ise, o 25 saatin bile kendisine yetmediğidir.
Girişimci Âdildir
Adalet mülkün temelidir.
Çocukluğum sırasında duyduğum, yaşanmış bir av öyküsü var. İsimlerini şimdi hatırlayamadığım iki kişi, bizim Marmara Gölü’ne avlanmaya gidiyorlar. Av esnasında ikisi de aynı anda atış yaptıklarından, avı kimin vurduğu belli olmaz diye, önceden aralarında anlaşmışlar. Av boyunca ne vururlarsa, eşit olarak bölüşecekler. Ama evdeki hesap, pardon, avdaki hesap paylaşmaya uymamış. O günkü av biraz kesat geçmiş. Topu topu üç uçarı düşürebilmişler. Ufak bir karatavuk, orta halli bir ördek ve kocaman bir kaz. Avcılardan biri oldukça uyanık, diğeri kendi halinde bir adam. Uyanık olanı öneride bulunuyor; “istersen kazı ben alayım, ördekle karatavuk sana kalsın; istersen ördekle karatavuğu sen al, kaz benim olsun” diyormuş. Öteki karar veremedikçe de aynı formülü tekrarlayıp duruyormuş. Sonunda nasıl anlaşmışlar, bilmiyorum ama saf adam kahvede olayı anlatırken şöyle diyormuş: “Ha bire konuşuyordu, ben de dinliyordum. Be Allah’ın kulu, ne yapıp ediyor kaz hep ona kalıyordu. Bir kerecik kaz benden yana geçse hemen he diyecektim emme olmadı.”
Şimdilerde iş hayatımızda, istemesek de bazı paylaşma olaylarına tanık oluyoruz. Daha doğru bir deyişle, hakemcilik oynuyoruz. Ya ikinci kuşağın aymazlığı sonucu huzuru bozulan ortaklar, ya da yukarıdakilerin(!) aymazlığıyla doğan krizler sonucu işleri bozulan bazı kadim dostlar, ayrılmak zorunda kaldıklarında benden hakemlik yapmamı istiyorlar. Ben de paylaştırma işine başlamadan önce bu av öyküsünü anlatıyorum. O zaman, ayrılmak isteyen ortakların biraz daha ölçülü davrandıklarını hissediyorum.
Girişimci, dürüst ve âdil olmak zorundadır. Ayrıca, öyle olduğunu karşı tarafa da hissettirmelidir ki arada güven duygusu oluşabilsin. Dürüstlük, kazanırken verilen emeklerle başlar; paylaşırken ortaya konulan tutumla tam olarak kendini belli eder. Bu konuda duyduğum çok ilginç bir tekerleme var: “Keser gibi olma; hep bana, hep bana. Kürek gibi olma; hep sana, hep sana. Testere gibi ol; hem sana, hem bana.”
Paylaşmak, gerçekten bir sanattır. O sanatla birlikte; paylaştıranın dürüstlüğü, olgunluğu ve özverili olup olmadığı ortaya çıkar. Özellikle paylaştıranın işveren olması durumunda, daha dikkatli davranmak kaçınılmazdır. Çünkü, çalışan her zaman daha fazlasını umar. O anda kazanılanın hesabını yapar. Yarınların ne olacağı konusunda pek fazla titiz değildir. Hatta, kazandırdığını düşündüğü değerin tamamında kerameti kendinden bilir. Öyle olunca da haksızlığa uğradığını düşünür. Tatmin edici bir yanıt almadıkça mutsuzluğu artar, verimi düşer. Gerçek girişimci bu durumları gözardı etmemelidir.
Ne mutlu, gerçekten hak ettiğini bilenlere ve hakkı sahibine teslim edebilenlere.
Girişimci Akıllıdır
Bence akıl, akla yakışmayan çirkinlikleri ezebilmekle sabit olur.
Samiha Ayverdi
Eskiler, “aklın yolu birdir” demişler ama, “akıl var, akılcık var” diyenler de olmuş. “Zekânın iyi yönde kullanılması” olarak da tanımlanabilen “akıl” olayını bizim insanımız nedense tam olarak algılayamıyor. Zeki ile akıllıyı hep karıştırıyoruz. Bunun sonucu olarak da, birilerini değerlendirirken yanlış yorumlar yapıyoruz.Ancak, zekî insan her şeyi el yordamıyla çözmeye çalışırken; akıllı olanın tavrı ve tarzı daha başka oluyor. Çünkü o, zekâ denilen kutsal armağanı en iyi şekilde kullanıyor.
Girişimci akıllı olmak durumundadır. Daha doğru bir anlatımla; ancak aklını kullananlar gerçek anlamda girişimci olabilirler. Çünkü işletmeler, enine boyuna düşünmeden alınacak, sadece pratiğe dönük kararlarla yönetilemez. Gerçek girişimci, yeterince düşünüp, enini boyunu ölçmeden, değerleri tartmadan hiçbir konuda karar vermez. Heinrich Heine’nin bu konuda söylenmiş, çok beğendiğim bir sözü var: Işık gök gürültüsünden, düşünce de eylemden önce gelir.
Akıllı insanın en büyük özelliği, olaylar karşısında itidalli davranabilmesidir. Bazen karşı taraf öylesine hırçın ve haksız bir davranış içinde olabilir ki, o kargaşanın içinden ancak akıllı olanlar çıkabilir. Zira, akıllı insan kavga etmez.
Girişimci denilen insan, her an seçilecek ve karar verilecek birkaç yolun kavşağında gibidir. Önemli olan, o yollardan her birini hızlı ve bilinçli bir şekilde inceleyip, öncelikli ve yararlı olanları seçerek uygulamaya koyulmaktır. Biliyoruz ki, bazı yolların dönüşü olmuyor.
Bize, zekâlarını yerinde, zamanında ve yeterince kullanabilen akıllı, yani bilge insanlar gerek. Ancak onların bilinçli gayretleri sayesinde sistemli çalışmalara ulaşabilir ve gerçek başarıları yakalayabiliriz. Unutmayalım ki, bilgi sahibi olmak veya salt öğrenme bilgelik değildir. Bilgelik, bilgi ve olayların en iyi şekilde, yerinde ve zamanında gerektiği şekilde uygulanmasıdır.
Düşündüğünüz, inandığınız ve güvenle beklediğiniz her şey mutlaka gerçekleşir. Tabii, onun için gereken emeği akıllı bir biçimde, yerinde ve zamanında verdinizse.
Akıl tanrı vergisidir.
Yazan: GAZANFER SANLITOP
Kaynak: Kuvözde Çocuk Büyütmek – Akis Kitap