Herkesin sustuğu yerde belgeler konuşur.
Adım gibi bildiğim bir şey var: Özellikle iş hayatında, olan biten her şeyin kayda geçirilmesi gerekiyor. Aksi hâlde hiç de hak etmediğiniz kötü sonuçlardan kurtulamazsınız. Eskiler “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” derken, insanların unutma özürlü olduklarını ne güzel ifade etmişler. Bazıları bu yazma olayını kendilerine ya da karşıdakine saygısızlık gibi görüp çekingen davranıyorlar. Aslında onun da kolayı var: Eğer karşı tarafa çok güveniyor ve kırmaktan çekiniyorsanız; düz bir kâğıda, el yazısıyla bir şeyler karalar, altına isimlerinizi yazarsınız. Altına imza atmamakla da karşılıklı güven gösterisi yapmış olursunuz. Ama yine de esas olan her şeyi usulüne göre yapmaktır. Mesnevi’de gözüme ilişen, bu konuda söylenmiş bir sözü hatırlıyorum: Kalem rüzgârdan, kâğıt sudan olursa, yapacağın her şey yok olmaya mahkûmdur.
Sevgili babacığımdan yıllar önce, hem de birkaç kez duymuştum: “Evladım” diyordu; “başından ne geçerse, ne ile karşılaşırsan yaz. Ne duyarsan yine yaz. Birisi annene küfür mü etti; onu da yaz. Filanca adam, filan yerde, filan
saatte anneme küfretti diye yaz.”
Şimdi düşünüyorum da, bugünlerde can simidi gibi sarıldığımız ISO 9000 olayı da babamın söylediklerinden pek farklı gibi gelmiyor bana. Orada da; “yaptığını yaz, yazdığını yap” deniliyor. Yani öncelikle yazmaktan söz ediliyor. ISO 9000’in 2000 versiyonunda ise, biraz daha ileri gidilerek, nedenlerin araştırılması ve müşteri memnuniyeti eklendi. Böylece sistemin daha canlı ve etkin hâle gelmesi sağlandı. Daha sonraları sanırım yeni eklemeler de olacaktır. Bu bağlamda bize düşen en büyük görev, önemli-önemsiz demeden, bütün bilgileri fani beyinlerle, sanal beyinlerden alıp, sağlam şekilde kayıt altına almaktır.
Bize göre; insanların olayları rahatça izleyip mantık yürüterek doğru sonuçlara varabilmesinde ise, onları kâğıda dökmenin faydası tartışılamaz.
Alim unutur, kalem unutmaz.
Tüketiciyi Kandırmayın
Adam adamı bir kere aldatır.
Yıllar önce, Hilton Oteli’nin bitişiğindeki kapalı alanda ev ve dekorasyonla ilgili bir fuar düzenlenmişti. Sergilenen değişik ürünlerin yanında, o sıralarda amansız bir rekabet içinde olan yatak firmalarının geliştirdikleri birbirinden farklı özelliklerde yataklar, biraz da boyutları yüzünden olacak, ilk göze çarpanlar arasındaydı.
Fuarda sergilenen yatakların çoğunda, farklı özelliklerin yanında, ortak bir özellik de vardı: Çift yüzlü adı altında, bir tarafı pamuklu, diğer tarafı yünlü kumaştan yapılma yataklar sunuyorlardı. Bu olayı öylesine abartıyorlardı ki, eski yatağınızı atıp, bu harika buluşa odaklaşıyordunuz.
Kendi adıma; benim farklı bir özelliğim var. Nerede bir haksızlık, bir aldatmaca sezinlesem, hemen avukat kesilirim. Bazen bu huyum yüzünden canımın yandığı da olur ama nedense kendimi frenlemeyi beceremem. Bazen düşünüyorum da, çocukluğumda çok konuşkan olduğum için “sen büyüyünce avukat olursun” diyenler mi beni etkilemiş olabilir diyorum. Aslında gerçek neden belli: Haksızlıklara karşı savaş.
O günkü fuarda, bütün yatak firmalarını gezdim. Bu çift yüz meselesini hepsinden, ayrı ayrı ve sabırla dinledim. Açıklamalar adı üstünde; gayet “açık”tı. Pamuklu yüzü yazın kullanıp sıcaktan pişmeyecek, Kışın ise, yünlü tarafı çevirip soğuktan üşümeyecektik. Sonra da, cevabı zaten kullanım kılavuzlarında olan aynı soruları soruyordum onlara:
–Uzun ömürlü olması için, bir yatağı nasıl kullanmalıyız?
-En azından ayda bir ters-yüz etmelisiniz.
O zaman yarı alaycı bir tavırla son soruyu soruyordum:
–Sizin bir yılınızda kaç tane yaz, kaç tane kış var?
Yüzlerindeki anlamsız ifadeleri görmeliydiniz. Sonuçta benim bir payım oldu mu, bilmiyorum. Bildiğim tek şey var; bir süre sonra bu “yazlık-kışlık yüz” ayıbından vazgeçildi.
İş hayatında aldanmalar ve aldatmalar her zaman olabiliyor. Hukuk açısından bakıldığında; aldatma iki esnaf arasında olursa başka, halktan biri ile esnaf arasında olursa başka değerlendiriliyor. Esnafın kanunları tam olarak bildiği varsayılırken, halktan birinin korumasız olduğu kabul ediliyor. Bu nedenle, kararlar esnafın aleyhine veriliyor. İki kişi arasında yapılan kavgada, boksörün yumruğunun silah sayılması da aynı gerekçelere dayanıyor. Ne yazık ki, halkımız bunu pek bilmediği için hakkını aramaya cesaret edemiyor. Üstelik ülkemizde hak aramak da pek o kadar kolay değil. Çünkü bir haksızlığa uğradığımızda, “tüketiciyi koruma” adı altında yaygara koparanların kendilerini medyada tanıtmak dışında pek fazla bir şey yapmadıklarını görmeniz hiç de zor değil.
Bazı aldatmalar ise, hiç uğraş vermeden zaman içinde kendiliğinden ortaya çıkabiliyor. Böyle durumlarda halk arasında, “foyası meydana çıktı” denilir. Parıltısını artırmak için elmas taşların altlarına “foya” denilen ışık yansıtıcı madenî ince yapraklar konur. Taşın bir şekilde düşmesi durumunda foya meydana çıktığı için, halkımız bu benzetmeyi yapmıştır.
Sağlığımız da bizim için önemlidir. Özellikle gıda ve yemek konusu çok hassastır. Çünkü o konuda yapılan aldatmalar hayatımıza bile mal olabiliyor. Yıllar önce, lokantanın birinde duvara asılmış bir levha görmüştüm. Üzerinde şöyle bir yazı vardı:
İnsan aldanır, mide aldanmaz.
Ürünlerinizi En İyi Şekilde Tanıtın
Dağ dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.
Şemsi Belli’nin “Karacaoğlan’a Sesleniş” isimli bir şiiri vardı. Aslında baştan sona kadını anlatıyordu ama sıkça tekrarladığı bir mısra vardı, onu hatırladım birden: “Devir atom devri, hula hop devri, meşin top devri”
Şemsi Belli sağ olsaydı ve o şiiri tekrar yazsaydı, devrimizi tanımlarken ne derdi acaba diye düşündünüz mü hiç? Ben, olsa olsa; “devir iletişim devri, reklam devri, reyting devri ve hâlâ meşin top devri” derdi, diye düşünüyorum.
Gerçekten de yaşlı dünyamız tam anlamıyla bir reklam dönemi yaşıyor. Bu konuda o kadar büyük bir pasta oluştu ki başka hiçbir şey, reklamların yerini alamıyor. Gazeteler, radyolar, televizyonlar o reklamların yüzü suyu hürmetine bizlere hizmet veriyor. Dizilerin yarışma programlarının sürelerinden fazla yer tutan reklamlardan kaçmak da mümkün değil artık. Çocuklarımız reklamkolik oldular bile. Bir curcunadır sürüp gidiyor. Ama star, ama gelin, ama kaynana, her gün aramızdan ünlü bir insan çıkarıyoruz. Kısacası, reklam çok önemli. Ne kadar reklam, o kadar başarı diyesim geliyor.
Eskiden, “iyi mal reklam istemez” denilirdi. Bazıları da o sözleri kullanarak, dolaylı yoldan reklamlarını yapardı. Bugün, modern bir yöneticinin gözardı edemeyeceği tek konu reklam olsa gerek. Çünkü bütün kuruluşlar reklam olayıyla öylesine bütünleştiler ki, kurunun yanında yaşın da yanması kaçınılmaz hâle geldi. Aslında hep düşünmüşümdür; “tavuklar yumurtlamadan çok önce, o bildiğimiz sesleri çıkarırlarken acıdan mı öyle yaparlar, yoksa reklam da var mı işin ucunda” diye.
Madem ki reklam yapmak şart oldu, bari iyisini yapalım. Bu konuda öncelik, kuşkusuz kataloglarda. Çünkü gazete bir gün sonra tarih oluyor. Sesler uçuyor, görüntüler ise, ne kadar beyinlerimize kazınsalar da zamanla başka reklamlar tarafından silinip gidiyor. Geriye, en etkili olarak katalog ve broşürler kalıyor. Ayrıca bunlara CD’leri de ekleyebiliriz.
Yıllar önce, Hannover Fuarı’na ziyaretçi olarak gitmiştik. Standlardan birinde ilgimizi çeken bir ürün görmüş, o konuda bilgi almaya çalışıyorduk. Doğrusu bu ya bizimle pek fazla ilgilenmemişlerdi. O anda bizim katalogumuzu gösterdim. Katalog dediysem; bütün ürünlerimizi bir arada gösteren güzel bir kapak ve birkaç mütevazı föyden ibaret, basit bir çalışmaydı. Ama o bile, bizi bir masaya davet edip, Nasrettin Hoca’nın “ye kürküm ye misali” ikramda bulunmalarına neden oldu.
Yine benzer bir olayı da Milano’daki İntel Fuarı’nda yaşadık. Ağırlıklı olarak sınır şalter üreten bir firmanın görevlisine katalog yanında ürünlerimizden bazılarını gösterdiğimizde adamdaki heyecanı anlatamam. Biz ayrıldıktan sonra, önemli bir rakiple karşılaşmanın heyecanıyla toplantı kabinine gidişini ve bizim ürünlerimizi elinde tutarak yaptığı heyecanlı telefon konuşmasını söz olarak duyamıyorduk ama heyecanla yarı açık bıraktığı kapı aralığından amirlerine neler söylediğini tahmin edebiliyorduk. Zaten o olaydan sonra bizdeki “iyi bir katalogun etkisi çok büyüktür” görüşü daha bir netleşti diyebilirim.
Katalog, broşür ve benzer konulardaki çalışmaların özenli ve düzenli bir şekilde yapılması gerekiyor. Özellikle, resimlerle ürünlerin tutarlı olması gerekiyor. Nevresim takımı ve çarşaf üreten bir dostumuzun, ürünü ile bire bir aynı görüntüdeki ambalajı başardıktan, eskilerin deyimiyle; “zarfı ile mazrufu” tutturduktan sonra satışlarını kısa zamanda nasıl katladığını bugün gibi hatırlıyorum.
Ürettiğimiz ürün ya da hizmetleri kullanıcıya en iyi ve anlaşılır biçimde sunmalıyız. Burada dikkat etmemiz gereken en önemli husus, öne çıkan özelliğimizi vurgulamak olmalı. Unutmayalım ki rakibi kötülemek yok. Rakiplerimizden üstün olduğumuz yönlerimizi; fazla belli etmeden, “onlarda yok, bizde var” demeden, akıllı bir biçimde sergilemek var. Burada önemle üzerinde durulacak konu ise, hitap edilmek istenen kitlenin üründen beklediği çeşit zenginliği, kalite, fiyat uygunluğu ve buna benzer değer ölçüleri olmalıdır. Onlara nasıl hitap edilmesi gerekiyorsa, öyle yapılmalıdır. Yoksa, “müslüman mahallesinde salyangoz satmanın hiçbir anlamı yoktur.
Özellikle teknik malzeme üretimi konularında çalışıyorsanız, ürünlerinizin pazarlandığı bir mağazadaki satış elemanının masasının kenarında veya oturma grubunun önündeki bir sehpanın üzerinde, size ait ve özenle hazırlanmış bir katalog bulunuyorsa sevinebilirsiniz. Bu durumun daha iyisi, ürünlerinizden kullanma ihtimali olan herkese bir katalog ulaştırabilmektir. Katalog CD ve broşür dağıtım planları yapılırken, ilgili konularda eğitim veren okullar ve öğrencileri de ihmal edilmemeli, onlara verilecek ürün örneklerinin ve reklam malzemelerinin çok yakın bir gelecekte işe yarayabileceği göz ardı edilmemelidir. Özellikle meslek okullarının laboratuarlarında kullanılmak üzere, okul yöneticilerince istenilebilecek örnekler konusunda olumlu davranmak, hatta öğrencilere eğitim desteği vermek, ileriye dönük en iyi reklam olarak algılanmalıdır.
Yazan: GAZANFER SANLITOP
Kaynak: Kuvözde Çocuk Büyütmek – Akis Kitap