DOST MU, DÜŞMAN MI?
Köpeğin biri dağda gezerken tavşan yakalar. Köpek, keyifli keyifli tavşanı hem yalıyor, hem de ısırıyor.
Tavşan dayanamayarak köpeğe; “Köpek kardeş! Ya ısırmayı bırak, ya da yalamayı ki, dostum musun, düşmanım mısın anlayayım!”der.
RİYAKÂR
Adamın biri mescitte namaz kılmaktadır. Arkadaşları namaz kılan kişi hakkında; “Çok dindar bir insandır, ihlası elden bırakmaz, maşallah bârekallah takva sahibidir.” diyerek konuşmaktadırlar.
Arkadaşlarının hakkında lehte konuştuğunu duyan adam namazını yarıda keserek, döner ve; “Hem de oruçluyum!” der.
DİĞER KARDEŞLERİN DUYMASIN!
Bir gün Fatih Cennet mekanın yanına derviş kılıklı birisi gelir ve ona: “Sultanım! Siz bir padişahsınız; saraylarda oturuyor ve saraylarda yaşıyorsunuz. Ben ise sokaklarda sürünüyorum. Bir de ‘müminler kardeştir’ diyorsunuz. Eğer kardeş isek, neden sizinle aynı hayatı paylaşmıyorum?” diyerek, serzenişte de bulunur. Hz. Fatih, onun bu sitemi karşısında, kendisine yakışan büyüklüğünü ortaya kor ve hemen ona bir kese altın verir. Ancak, Sultan’ın bu ihsanını az bulan derviş: “Senin onca malın mülkün yanında bu da bir şey mi” der. Ve bir kese altını azımsar. İşte o zaman Fatih, taşı gediğine kor ve hemen şu nükteyi yapıştırır: “Aman bunu diğer kardeşlerimiz duymasın. Yoksa sana bu kadarı bile düşmez!”
ASKIDA KAHVE
Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica anlatıyor;
İtalya’da Napoli’nin kenar mahallelerinden birinde bir kafede kahve içerken gördüğü bir hadise; İçeri giren bir müşteri, garsona “Due caffee, uno sospeso” (İki kahve, biri askıda) der. İki kahve parası verir, bir kahve içip çıkar. Garson, tezgahın üzerindeki çiviye bir küçük kâğıt asar.
Biraz sonra içeri iki kişi girer. Onlar da, “Trio caffee, uno sospeso” (Üç kahve, biri askıda) derler. Üç kahve parası verip, iki kahve içer giderler. Garson tezgahın üzerindeki çiviye küçük bir kâğıt daha asar.
Bir süre sonra, kahveye üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri girer ve “Uno caffee, sospeso” (Bir kahve, askıdan) der. Garson kahvesini uzatır, Fakir adam kahvesini içer, para ödemeden çıkar gider. Garson, tezgahın üzerine asmış olduğu kâğıtlardan bir tanesini indirir.
Bu hadise çok güzel bir toplum dayanışmasıdır. Durumu iyi olan insanlar, hali vakti yerinde olmayan insanlara kibarca ve nezaketle yardım etmektedir.
Bu “Askıda Kahve” meselesi toplumumuzda yaygınlaştırılmalıdır. Ramazan aylarında “Askıda Ekmek”, “Askıda İftar Açtırma”, Okullar başlarken fakir öğrenciler için “Askıda Burs” gibi.
ŞEYTANIN PLÂNI
Bir gün şeytan bahçesi büyük bir malikaneye girer. Merdivenleri çıkarken boynunda ip olan bir kuzu görür. Şeytan kuzunun boynundaki ipi çıkarmadan birazcık gevşetir. İpi gevşeyen kuzu hareket ederken biraz ilerideki aynadan ürker ve aynayı kırar. Gürültü sesini duyan evin hizmetçisi kuzunun olduğu yere gelir. Aynanın kırıldığını görünce kızgınlıktan kuzuya tekme atar. Kuzu merdivenlerden düşmeye başlar, ancak ip kısa olduğu için kuzunun boynunu keser ve kuzu ölür. Bu sırada evin uşağı gelir. Olanları görünce, “Bey ikimizi de kovacak” diyerek hizmetçiyi iteler. Hizmetçi dengesini kaybeder ve merdivenlerden düşerek ölür. Gürültüyü duyan evin hanımı gelir olay yerine. Hizmetçinin öldüğünü görünce, uşağı dövmek için üzerine yürür. Diz çöken uşağın üzerine hızlıca gelen kadın, duramayıp merdivenlerden yuvarlanır ve o da ölür. Evin beyi gelip de olanları dinleyince belindeki silahla uşağı vurur ve sonra kendi kendine; “Eyvah! Ben ne yaptım! Kuzu, ayna ve hanımım için elimi kana buladım. Bunlar için katil olmak gerekir miydi?” diyerek silahı çekip bir kurşun da kendine sıkar.
Bütün bu olanları bir kenardan sırıtarak izleyen şeytan; “Ben hiçbir şey yapmadım ki. Sadece acıyarak kuzunun boynundaki ipi gevşettim, o kadar.” der.
Evet, şeytanın bizim hayatımızdaki oyunu da böyledir. Küçücük meselelerden dolayı nice insanların hem dünyası, hem de âhîreti kararmaktadır. İhlâs ve takva zırhına bürünerek şeytana ipi gevşetmesine müsaade etmeyelim.
ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMA
Ressamın biri, insan resmi yapar ve sergiye koyar. İnsanlar sergiyi gezerlerken çok keyif alırlar. Sergiye gelenlerden birisinin de mesleği çizmecilikmiş. Çizmeci, resimdeki kişinin ayağındaki çizmenin bazı kusurlarını görür ve ressama hatırlatma ihtiyacı duyar. Ressam hatasını görünce, çizmeci adama teşekkür eder. Bu olaydan cesaret alan çizmeci resimdeki kavuğa, sarığa ve elbiseye de karışmaya başlayınca, ressam çizmeci adamın ağzını eliyle kapatarak; “Çizmeden yukarı çıkma!”der.
BEYİNDEKİ TÜMÖR
Yaşlıca bir fizikçinin beyninde tümör tespit edilir. Doktorlar ameliyatla tümörlü hücrelerin alınması gerektiğini söylerler. Fizikçi ameliyat masasına yatmak zorunda kalır. Ameliyatla beyninin bir kısmı alınan fizikçi; “Benim deney tüplerim nerede? Periyodik cetvelimi bulun.”diye sayıklar.
Doktorlar inceleme yaparlar, ancak tümörün tamamen temizlenmemiş olduğunu görürler. Fizikçi’yi tekrar ameliyata alırlar. Beyninin yarısı alınır. Fizikçi bu sefer de; “İntegral, fonksiyonlar, kümeler” diye sayıklar.
Doktorlar bir daha beyni inceleme altına alırlar. Tümörün tüm beyne yayıldığını görürler. Son ameliyatla fizikçinin beyninin tamamını alırlar. Ameliyattan sonra yaşlı fizikçi; “Vatandaşlar! Size yol yapacağım, köprü yapacağım” diye sayıklar.
HAKİKİ SEVGİ
Bundan kırk elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (rahmetullahi aleyh) ile bir muhaveremi(karşılıklı konuşma) hikâye ediyorum.
O merhum kardeşim, evliya-i azimeden(büyük veliler) olan Hazret-i Ziyaeddin’nin (k.s.) has müridi(talebe) idi. Ehl-i tarikatça, mürşidinin(doğru yolu gösteren) hakkında müfritane(aşırıya kaçarak) muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için, o merhum kardeşim dedi ki: “Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu(ilimler) biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam(en büyük kutup, zamanın en büyük mürşidi) gibi her şeye ıttılâı(haberdar olma, bilgi sahibi olma) var.” Beni onunla raptetmek(bağlamak) için çok harika makamlarını beyan etti.
Ben de o kardeşime dedim ki: “Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam(susturma) edebilirim. Hem sen benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları(ilimler) bilir bir kutb-u âzam(en büyük kutup, zamanın en büyük mürşidi) suretinde tahayyü(hayal etme)l ettiğin bir Ziyaeddin’i seversin. Yani o ünvanla bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb(gizli perde) açılsa, hakikati görünse, senin muhabbetin ya zâil(yok olma) olur veyahut dörtten birisine iner. Fakat ben, o zât-ı mübâreki senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünkü, Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak, bilâkis daha ziyade hürmet ve takdirle bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin’i, sen de hayalî bir Ziyaeddin’i seversin.” HAŞİYE: Çünkü sen, muhabbetini ona pek pahalı satıyorsun. Verdiğin fiyatın yüz defa ziyade(fazla) bir mukabil(karşılık) düşünüyorsun. Halbuki onun hakikî makamının fiyatına en büyük muhabbet de ucuzdur.
Kaynak: Nükte Bahçesi – Akis Kitap