Ünlülerden Hazır Cevaplar

0
811

ELMA VE KAVANOZ

Çocuklara hayattan dersler verirken onların seviyesine inip anlatabilmek çok önemlidir. Bir gün anne çocuğuna ders vermek amacıyla elindeki elmayı bir kavanozun içine bırakır. Çocuğuna elmayı yiyebilmesi için kavanozdan çıkarması gerektiğini söyler. Çocuk, elmaya bir an önce kavuşabilmek için elini kavanozun içine sokar, ancak elmayı çıkaramaz. Çocuk epey bir zaman uğraşsa da elmayı çıkaramadı. Anne oğluna yardımcı olmak için, “Oğlum, elini açar ve parmaklarını ileriye doğru uzatırsan elini rahatça çıkarabilirsin” der. Çocuk, “Anne, elimi açarsam tuttuğum elmayı düşürürüm!” der.

Anne, karşılaşılan problemlerde her zaman bir çözüm yolunun olduğunu anlatmak için kavanozu ters çevirir ve elma yuvarlanarak çocuğun avucunun içine düşer.

EV SAHİBİNİN İŞİNE KARIŞILMAAAZ!

Pâdişah ile veziri tebdîl-i kıyâfet dolaşırlarken yolları bir köye düşer. Bir köylü onları evinde misafir eder. Kış günü olduğu için köylü, misafirler üşümesin diye evindeki iskemleyi kırarak sobaya atar.

Pâdişah, köylüye üşümediklerini ısınmak için iskemlenin yakılmasının doğru olmadığını söyler.

Köylü, pâdişahın ensesine bir tokat patlatarak, “Ev sahibinin işine karışılmaaaz!” der.

Pâdişah köylüye kızacak, ama kızamıyor. İçinden, “Ben sana gösteririm!” diyerek bir plân kurar.

Pâdişah ile vezirinin ayrılma vakti gelmiştir. Pâdişah, ayrılırken köylüye ismini ve kaldığı yeri söyleyerek mutlaka misafir etmek istediğini söyler.

Gel zaman, git zaman köylünün yolu saraya düşer. Pâdişahın misâfiri olduğunu söyleyerek içeri girer. Pâdişaha haber verilir. Pâdişah da köylüden öcünü almanın mutluluğu içinde sarayın denize bakan balkonuna sofra kurdurur. Köylü, vezir ve pâdişah birlikte sofraya otururlar. Pâdişah yemek yerken biten yemeklerin tabaklarını denize atar. Atar ki, köylü kendisine neden attığını sorsun. Pâdişah boşalan tabakları durmadan denize atıyor, ama köylüden ses yok. Bu duruma dayanamayan vezir, pâdişaha, “Efendim! Hazinenizin çok kıymetli tabaklarını denize attınız.”der.

Bu durumu fırsat bilen köylü, bir tokat da vezirin ensesine patlatır ve, “Vezir efendi! Ben sana demedim mi ev sahibinin işine karışılmaaaz!”

İYİLİK MELEĞİ!

Adamın biri iş dolayısıyla yolculuk yapacaktır. Uçak biletini alır, tam bineceği sırada, “Binme bu uçak düşecek!”diye bir ses duyar. Etrafına bakar, ancak kimseyi göremez. İçine kurt düştüğü için uçağa binmekten vazgeçer. Biraz sonra, “Uçak düştü, kurtulan olmadı!” haberini duyar. Uçak olmayınca trenle gitmek ister. Trene bineceği sırada aynı ses, “Binme bu tren raydan çıkacak!” der. Bakıyor yine kimseyi göremiyor. Gitmekten vazgeçip evine gelir, binmediği trenin raydan çıkarak kaza yaptığı haberi onu şok eder. Binmediği için çok sevinmiştir. Bu sefer de terminale giderek otobüs bileti alır. Bineceği sırada aynı ses, “Binme otobüsün freni patlayacak!” der. Adam artık bu duruma dayanamayarak, sesin kim olduğunu sorar.

“İyilik meleğinim!” cevabını alır. Adam daha da çok sinirlenerek, “Evlenirken neredeydin? Be kardeşim!” demekten kendini alamaz.

NASIL FİKİR YÜRÜTÜYORSUNUZ?

Neyzen Tevfik’e bir muharrir(yazar) yazacağı romanı anlatıyordu. Sonuna gelince Neyzen, yüzünü buruşturdu, “Bu mevzûu beğenmedim!” dedi.

Yazar; “Öyle amma, siz hiç roman yazmadınız. Nasıl fikir yürütüyorsunuz?”

Neyzen Tevfik kızarak, “Ben yumurtanın da iyisini, bayatını anlarım, fakat hiç yumurtlamadım.”[1]

HANGİSİ DAHA İYİ?

Harun Reşid, bir gün İmam Ebu Yusuf’a: “Ne dersin? Pelte ile levzinec (kadayıfa benzer tatlı)den hangisi daha iyidir?

İmam Ebu Yusuf : “Ey müminlerin emiri! Ben huzurumda olmayan iki gaib hakkında hüküm veremem.”

İki tatlının da huzura getirilmesi emredildi. Ebu Yusuf bir lokma birinden, bir lokma diğerinden yiyordu.

Kapların yarısına gelince şöyle dedi: “Ey müminlerin emiri! Ben bunlardan daha mücadeleci iki hasım görmedim. Her defasında onlardan birinin daha iyi olduğuna hükmetmeyi istediğimde, öteki daha güçlü bir delil ile karşıma çıkıyor.”

DÜNYA KAÇ ARŞIN?

Nasrettin Hoca’ya dünyanın kaç arşın odlunu soruyorlar.

Nasrettin Hoca da o sırada yanlarından geçmekte olan cenazeyi göstererek, “Tabuttakine sorun. O ölçme işini bitirmiş gidiyor!”der.

KRİSTALLERİ GÖTÜRÜYORSUN!

Peygamber Efendimiz aleyhisselâtü vesselam, bir gün hanımlarıyla deve üzerinde yolculuk yapıyorlardı. Yanlarında köleleri Enceşe de vardı. Bir ara Enceşe, şiir okuyarak develeri hızlandırır.

“Ben latife yaparım, ama doğru konuşurum” diyen Fahr-i Kâinat Efendimiz, develerin hızlandığını görünce; “Enceşe, dikkatli ol! Develerin üzerinde kristalleri götürüyorsun.” buyurarak latife yapmıştı.

SOKRATES ve EŞİ

Sokrates ve eşinin geçim sıkıntıları vardır. Sürekli kavga etmektedirler. Bir gün yine eşi Sokrates’e ağzına geleni söyler, kızgınlıktan söylemdik bir şey bırakmaz. Sokrates, eşinin bu tavrına hiç tepki göstermeyince, eşi sinir krizinden bir kova suyu Sokrates’in başından aşağı boşaltır.

Sokrates, gayet sakin, hiçbir şey olmamış gibi; “Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak bekliyordum zaten” der.

KES SESİNİ!

Uzun süre işsiz kalan adamın birisi iş bulma ümidiyle sirke gider. Sirk yöneticileri adama; “Sirkimizin en önemli hayvanı maymun öldü, onun yerine gösteri yapabilir misin?” diye sorarlar. Adam işsiz olduğu için eli mahkûm kabul eder.

Adama maymun postu giydirilir ve hiç konuşmaması için uyarılır. Adam, kafesine geçer, hoplayıp zıplamaya başlar. Kendisini o kadar kaptırır ki, zıplarken, birden yandaki aslan kafesine düşer.

Can havliyle tam, “Ben insanım, beni aslanlardan kurtarın!” diye bağırırken, aslanın birisi adamın kulağına eğilerek, “Sesini çıkarma, kafestekilerin hepsi insan. Hepimizi de işten kovarlar.”

VAKİT NAKİTTİR

Bir pâdişah kabiliyetli insanların gösterilerini sunması için yarışma düzenler. Gösterilerini yapan yarışmacılar pâdişah tarafından ödüllendirilecektir. Herkes gösterisini yaparak seyircilerden alkış alır ve ödüllendirilirler. Son bir yarışmacı kalmıştır. Onun da hüneri bir metre uzaklıktaki iğneye deliğinden iplik geçirmektir. Biraz sonra bir metre uzaktaki iğnenin deliğine ipliği atarak geçirir.

Pâdişah, iğne deliğinden iplik geçiren yarışmacıya, “Bu çalışman ve gayretin için sana kırk altın veriyorum!” deyince adam sevinçten uçacak gibi olur.

Ancak pâdişah, aynı yarışmacıya vaktini iğne deliğinden iplik geçirmek için lüzumsuz ve boş yere harcayarak, basit şeylerle uğraştığı için de kırk sopa attırır.

Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselam; “İki nimet vardır. İnsanların çoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit” buyurmaktadır. Bu iki büyük nimetin değerini kaybetmeden önce fark etmeliyiz.

AYAKLARIM SIZLIYOR

İki kişi Ramazan ayında kadı kıyafeti giyerek köyleri gezerler. Uğradıkları köyde köylülere soru sorarlar, cevap veremeyen köylülerden para aldıkları gibi falakaya da yatırırlar. Birkaç köy dolaştıktan sonra yaptıkları usûlsüz iş, kadının kulağına gider ve adamlarına yakalatır.

Kadı, iki kişiyi, köylüye yaptıkları işkenceyi uygulamak için falakaya yatırır. Falakaya yatırılınca “Bu sabah namazının, bu öğle-ikindi-akşam-yatsı namazının(5 vaktin rekâtlarının toplamı 40)” diyerek kırk sopa attırır. Cezalarını çektikten sonra bırakılırlar.

İki kişiden birisi yolda giderlerken arkadaşına “ayaklarım sızlıyor, biraz dinlenelim” deyince, diğer arkadaşı; “Yürü kardeşim, dinlenme sırası mı? Kadı, Teravih namazını unuttu, eğer hatırlarsa işimiz biter!” der, ve dinlenmeden uzaklaşırlar.

MISIR TANESİ

Adamın birisi, horozlardan korkmaktadır. Ailesi, adamı psikolojisi bozuldu herhalde diyerek psikologa götürürler. Doktor muayenesini yapıp adamla konuştuktan sonra hastalığını teşhis eder. Adam kendisini mısır tanesi zannettiği için horozlardan korkmaktadır.

Psikolog adamın bu sıkıntısını gidermek için seanslar düzenler. Seanslarda adama mısır tanesi olmadığını anlatır.

Psikolog adamın düzeldiğini düşünerek, “Mısır tanesi olmadığını biliyorsun değil mi?” dediğinde,

Adam; “Ben biliyorum da, horozlar benim mısır tanesi olduğumu biliyorlar mı?”

YÜRÜYÜŞÜN DEĞİŞTİ

Aslanın çocuklarının yiyeceğini tilki gelip yuvalarından alır. Aslan yuvaya geldiğinde çocuklarından yiyeceklerinin çalındığını öğrenir.

Aslan köpürmüş haliyle tüm hayvanları çağırır. Bu toplantıya çakal geç kalır. Aslan bağırarak, “Kim çocuklarımın yiyeceklerini aldıysa hemen bir adım öne çıksın.”

Kimsede tık yok. O sırada gelen çakal olayı anlayamaz ve tilkiye sorar; “Ne oldu tilki kardeş! Ne toplantısı bu?”

Tilki; “Aslan ormana müdür seçecekmiş de talip varsa bir adım öne çıksın diyor”

Çakal da çakal ya, hemen zıplamış bir adım öne. Aslan çakalı inine götürerek, sabaha kadar döver. Ertesi gün tilki, çakalı bitkin bir şekilde ormanda yalpalaya yalpalaya yürürken görünce, “Müdür oldun, yürüyüşün bile değişti be!”

KEKLİĞİN FENDİ, TİLKİYİ YENDİ

Bir keklik, kayanın başında ötüyormuş. Karnı acıkmış olan bir tilki de öten kekliği görür. İyi bir av bulmanın sevinciyle yanına yaklaşır. Tilki, kayanın başındaki kekliğe hayran hayran bakar, bir taraftan da kekliğe, “Çok güzelsin, ayakların kınalı, gerdanın benli, sesin de pek tatlı. Anana çok benziyorsun, ancak anan çok güzel göz süzerdi. Sen de onun gibi göz süzebiliyor musun?” der.

Kekliğin gafletine gelip gözlerini kapatır. Tilki, kekliğin gözlerini seyretmekten ziyade kendisini kayanın tepesinden yakalar. Keklik neye uğradığını şaşkınlığıyla tilkiye,

“Tilki kardeş! Ben şahlar lokması ve pâdişahlar yemeğiyim, ancak Allah beni sana kısmet etmiş, nasıl olsa yiyeceksin. Yalnız, yemeden önce Allah’a şükret” der.

Tilki, kekliği haklı bularak şükretmek için ağzını açtığında keklik uçarak kurtulur ve ağacın tepesine konar. Tilki kekliği elinden kaçırmanın kızgınlığı ile; “Nimeti yemeden şükredenin, Allah belasını versin!”der.

Keklik de; “Uykusu gelmeden gözünü süzenin de Allah belasını versin!” diyerek, tilkiye karşılık verir.

BANA SORSANA!

Adamın birinin huysuz ve geçimsiz bir hanımı varmış. Bir gün kadın ölmüş. Cenazesi musalla taşının üzerine konulup, cenaze namazı kılınmış.

İmam, cemaate; “Merhumeyi nasıl bilirdiniz?” diye sorunca, kadının eşi imama, “İmam Efendi! Cemaat ne bilsin, bana sorsana !”

İKİNCİ LİSAN

Farenin biri peynir kokusu duyunca dayanamayıp, deliğinden kafasını dışarı uzatır. Fakat bunun kedinin tuzağı olabileceğini düşünerek hemen dışarı çıkmaz, biraz daha beklemeyi tercih eder. Biraz sonra ‘miyav’ diye bir ses duyar. Ertesi gün de peynir kokusu alır, ancak dışarı çıkmaz. Biraz zaman geçince yine ‘miyav’ sesi duyar. Üçüncü gün ‘hav hav’ diye bir ses duyunca, kedinin olmadığını zannederek dışarı çıkar. Çıkar, ama kedi pençesiyle fareyi yakalar. Kedi fareyi tuzağa düşürür.

Kedi yerde yatan fareyi yavrusuna göstererek; “Yavrucuğum! Sana dememiş miydim, ikinci lisan çok önemli diye?”

DİL BİLMEMENİN SIKINTISI

Çin Pekin’de bir turist karnını doyurmak için lokantaya gider. Garsonun verdiği Çince menüden bir şey anlamadığı için yan masadaki et yiyen kişinin yediği yemeği göstererek onun aynısından getirilmesini ister. Yemek gelir ve turist iştahla yemeğini yerken, etin çok güzel olduğunu, daha önce hiç böyle bir et yemediğini düşünür.

Çin’e gelmeden Pekin ördeklerinin çok meşhur olduğunu duymuştu. Yediği et Pekin ördeği olabilirdi. Garsona eti gösterdi ve kollarını kanat gibi hareket ettirerek “Vak vak!” der. Garson sorulan soruyu anlar ve ‘hayır’ anlamında başını salladıktan sonra etin ne eti olduğunu söyler; “Hav hav hav!”

ÖYLE BİR SULTANA VEZİR OL Kİ..!

IV. Murad devrinde, Erzurum’da bir Habib Baba varmış. Evliyaullah’tan olduğu söylenen bu zat, hacca gitmeye karar vermiş. O günlerde hacılar yurdun dört bir yanından gelip İstanbul’da toplanır, oradan da kervanlar halinde yola çıkarlarmış. Habib Baba da, “yola çıkmadan önce bir temizlik yapayım” deyip İstanbul’da bir hamama gidivermiş. Aksilik ya, o gün o hamama vüzerâ gelecekmiş; dolayısıyla da kimse içeri alınmamış. Habib Baba da bu yasağa takılmış ama, “Ben şuracıkta bir kurnada yıkanıveririm” diye yalvarıp yakarınca sadece ona hususi bir izin çıkmış. Biraz sonra vezirler bütün ihtişamları ve debdebeleriyle cümbür cemaat gelivermişler. Bu arada IV. Murad da tebdil-i kıyafet ederek halktan biriymiş gibi, o da bu hamama gelmiş, o da yalvarıp yakarmış. “Şuracıkta bir kurnada su dökünürüm” demiş ve zorla içeri girmiş. Tabiî bizim Habib Baba ile aynı kurnaya düşmüşler. Bir aralık, Habib Baba ona sırtını keselemeyi teklif etmiş ve keselemiş. Sonra sırt keseleme sırası padişaha gelmiş. IV. Murad elindeki keseyi Habib Baba’nın sırtında gezdirirken; “Bir bize bak, bir de şu vezirlere. Bu dünyada padişaha vezir olmak varmış” deyince, Habib Baba; “Bırak sen onu dostum, öyle bir Padişaha vezir ol ki, bütün bu vezirlerin padişahına, senin uyuzlu sırtını keseletsin” deyivermiş…

Evet, kerametle tanımıştır padişahı… İnsan, Gerçek Padişah’a kul olunca insanlara değil, kâinâta bile hükmedebilir.


[1] Hilmi Yücebaş, Neyzen TEVFİK, s:193

 

 

Kaynak: Nükte Bahçesi – Akis Kitap

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız