Akıl Dolu Cevaplar

0
1630

ÜÇ ZARF

Şirketin birinde çalışan genel müdür, yaşlılığın da etkisiyle işinden ayrılır. Yerine yeni bir genel müdür alınır. Eski genel müdür, yeni genel müdüre tecrübelerini anlatır ve üç adet zarf bırakır. Her biri numaralı olan bu zarfları her başı sıkıştığında birer tane açmasını söyler. Yeni genel müdür işe başlar. Misyon ve vizyonunu belirledikten sonra verim artsın, işyerinde sinerji ortamı oluşsun diye çalışanlarına insan kaynakları seminerleri verdirir. Bir sene iyi giden işler birdenbire bozulmaya başlar. Çaresizlik içinde kıvranırken yeni genel müdür, merakla birinci zarfı açar. Zarfta; “Kendinden önceki müdürü suçla!” yazdığını görür. Yeni genel müdür şirket çalışanlarını hemen toplatarak, eski genel müdürün izlediği politikaların sıkıntısını çektiklerini söyler ve suçlamalarda bulunur. İşler bir süre daha yolunda gider, fakat başka bir sorunla karşılaşırlar. Yeni genel müdür hemen ikinci zarfı açar. Zarfta; “Şirketi yeniden organize et.” yazar. Yeni genel müdür, şirketi revizyondan geçirir, sorun çözülür, ancak bir süre sonra işler yine bozulur. Yeni genel müdür son çare olarak üçüncü zarfı açar. Zarfta; “Üç zarf hazırla” yazar.

YALNIZLIK

Kaf Dağı’nın arkasındaki küçük bir ülkede kendini beğenen bir kral varmış. Bir gün kralın kâhinleri gaipten haber getirirler; “Kralımız sizi çok seviyoruz. Yarın öğleden sonra bir yağmur yağacak, bu yağmurda ıslanmamaya çalışın. Çünkü bu yağmurda ıslananlar delirecekler.”

Kral kendisini düşünen kâhinleri hediyeler vererek uğurlar. Ertesi gün öğleden sonra yağmur yağmaya başlar. Yağmurda ıslanan insanlar delirirler. Delirmeyen kimse kalmaz, kralın dışında. Ülke âdeta tımarhaneye dönmüştür. Başlarda halinden memnun olan kral, zamanla ülkede dertleşeceği, konuşacağı insan bulamayınca, psikolojisi bozulmaya başlar ve yataklara düşer.

Kâhinleri yanına çağırarak, “Bu yağmur bir daha ne zaman yağacak? Ben de ıslanacağım!” diyerek, yalnızlıktan deli olmayı göze alır.

BEYNAMAZ

Hâdisenin kahramanlarından birisi arkadaşımın babası. Hayli sene önce rahmetli oldu, diğeri ise onun bir arkadaşı.

Bunlar, vaktiyle etrafında orman bulunan bir köyde yaşıyorlar. Gayrı tarla mı açıyorlar, yoksa yaklaşan kış için yakacak mı tedarik ediyorlar bilmem.

Küreği, kazmayı, baltayı alıp kök sökmeye gidiyorlar.

Ben görmedim; arkadaş dedi ki; “Belâlı bir iştir, insanın burnundan getirir. Ağaç dibinin etrafını daire şeklinde kazacaksın, yolunu kesen kökü keseceksin, iyice derine gideceksin ki sökebilesin; zor iştir yani.”

Neyse, sabahın köründe başlıyorlar kök sökmeye. Bir, iki derken kuşluk vakti geliyor; biraz istirahat edip yeniden kazmaya sarılıyorlar. Arkadaşın babası bir ara güneşe bakıyor, “Ooo, güneş batıya yıkılmış nerdeyse, öğle geçmiş, haydi Mahmut, şu derede abdest alıp da namazımızı kılalım!”

Adamın adı Mahmut filan değil, meselâ dedik yani. Mahmut, kasketi arkaya yıkıyor; ağrıyan belini dinlendirmek istercesine arkaya doğru kaykılıp çatırdattıktan sonra yağlığı ile terini silip önündeki yarısı sökülmüş köke bakıyor, “Hele sen git de, ben şu kalan iki kökü daha söker gelirim!”

Arkadaşın babası, yeni bir şevkle kazmaya sarılan Mahmut’a şöyle bir bakıyor, “Ulan köftehor, şurada dört rekât namaz kılmak, iki kök sökmekten daha mı zor?” [1]

LEKESİZ BİR HAYAT YAŞAMAK ÜMİDİYLE…

Ahmet Bey, karşı komşusu Deniz Bey’le tarla yüzünden kavga ederler. Deniz Bey, Ahmet Bey’i bir güzel döver. Ahmet Bey bu durumu hâkime şikâyet eder. Ahmet ve deniz beyler hâkimin huzurundadırlar. Deniz Bey mahkemeye gelmeden önce ceza alacağını düşünerek, bir kâğıda on tane ince altın yapıştırır, cebine koyar ve mahkemeye öyle gelir.

Hâkim, Deniz Bey’e; “Ahmet Bey’i dövmüşsün, senden şikâyetçi, anlat bakalım” deyince,

Deniz Bey; “Anlatacak bir şey yok, hâkim bey! Evet, ben Deniz’i dövdüm.”

Hâkim; “Bir de itiraf ediyorsun, hangi salâhiyetle(yetki)?”

Deniz Bey, cebine koyduğu kâğıdı çıkarıp hâkime vererek, “Hâkim Bey bu berât (nişan, ayrıcalık fermanı) ın verdiği salâhiyetle” der.

Hâkim, kâğıda göz ucuyla bakar, içinde altınların olduğu görür ve; “Kâğıdın tamamı aynı yazı ile mi yazıldı?” der.

Deniz Bey; “Evet, hâkim bey! Hepsini de kendi ellerimle yazdım.”

Hâkim kâğıdı memnuniyetle cebine koyarken Ahmet Bey’e; “Deniz’in elinde bu berât-ı âlîşân varken seni de döver, beni de döver.” der.

FATİH’İN ASKERLERİ

Bir grup Cennet’in kapılarını çalar. Melekler kim olduklarını sorarlar. Dışarıdan gelen ses; “İstanbul’u fetheden Fatih’in askerleriyiz.” cevabı gelir. Melekler kapıları açarak, “Buyurun Cennet’e” derler.

Kırk yıl sonra yine bir grup tarafından Cennet’in kapılarını çalar. Melekler yine kim olduklarını sorar. Dışarıdan, “İstanbul’u fetheden Fatih’in askerleriyiz.” cevabı gelir.

Melekler; “Fatih’in askerleri kırk yıl önce geldi!”der.

Dışarıdan; “Biz mehter takımıyız, ancak geldik!”cevabı gelir.

İŞTE BU SÖZÜ SÖYLEMEYECEKTİN!

Aslan bir gün ormanda bir tuzağa düşer. Oradan geçmekte olan tilki, “Aslan kardeş hayırdır! Neden yatıyorsun?”der.

Düştüğü durumun tilki tarafından görülmesinden hoşnut olmayan aslan, “Tuzağa düştüm” der.

Tilki, aslanın tuzağa düşmesinden cesaret alarak; “Bizim çocuklar avlanmak için çıkmışlardı, onlar yapmasınlar bunu!”

Tilkinin bu sözünü duyan aslan, bacağının acısını unutur ve; “Ulan tilki! Beni bu tuzak yarası değil, amma bu sözün öldürür işte.”der.

YORUM YAPMAK ALEYHİME OLABİLİR!

Papaz ölmek üzere olan bir adamın üzerine doğru eğilerek; “Ölmek üzeresin, hiç olmazsa ölmeden önce şeytanı ve onun kötülüklerini lanetle” der. Adamdan herhangi bir ses çıkmaz. Papaz yine “Ölmek üzeresin, hiç olmazsa ölmeden önce şeytanı ve onun kötülüklerini lanetle” der. Adamdan yine ses çıkmaz. Papaz sinirlenerek; “Şeytanı ve kötülüklerini lanetlesene be adam!” deyince, ölmek üzere olan adam, papaza; “Nereye gideceğimi bilmediğim için kimse hakkında yorum yapmak istemiyorum.”der.

POLİTİKACILAR

Bir otobüs dolusu politikacı, Amerika’da seçim kampanyası için dolaşıyorlar. Yolda giderlerken şoförün dikkatsizliği yüzünden otobüs bir çiftçinin arsasının yanına devrilir. Arsasının yanında otobüsü gören çiftçi, bir çukur kazarak otobüstekilerin hepsini gömer. Kazayı duyan polis, çiftçinin yanına gelir. Çiftçiye politikacıların nerede olduklarını sorar. Çiftçi, politikacıların hepsini gömdüğünü söyler.

Polis; “Gömdün, ama hepsi de ölmüş müydü, emin misin?”

Çiftçi; “İçlerinden bazıları ölmediklerini söylüyorlardı, ama bilirsiniz politikacıların ne kadar yalancı olduklarını!”

KURBAN OLAYIM ONA!

Temel köyünde imamlık yapmaktadır. Beş vakit namazın yanında cenaze olursa ona da yardımcı olmaktadır. Bir gün köyde fakir bir adam ölür. Cenaze namazı kılındıktan sonra mezara götürülür. Sıra telkine gelmiştir. Temel Hoca mezarın başındaki cemaati biraz uzaklaştırarak başlar ölüye telkin vermeye. Fakir adamın eşi Sultan Teyze de, Temel’e; “Hocam telkininizi alıyor mu?”

Temel; “Alıyor, alıyor.”

Sultan Teyze; “Telkininize ne cevap veriyor hocam?”

Temel; “Diyor ki, Sultan ineği satıp versin borca, seni de alsın bana telkin veren hoca!”

Sultan Teyze; “Uyyy, kurban olayım ona! Baksanıza orada bilem düşünüyor beni!

KONUŞMA YAPMANIN ZORLUĞU

Kişisel gelişim uzmanın birisi seminer verecektir. Konuşacağı şeyleri de küçük küçük not almıştır. İnsanlar salona toplanmıştır. Kişisel gelişim uzmanı konuşması için kürsüye davet edilir. Kişisel gelişim uzmanı, kürsüye çıkar. Cebine koyduğu notları çıkarmak ister, ancak bulamaz. Bir daha arar, ama yine bulamaz.

En sonunda kürsüden seminere gelen insanlara; “Değerli kardeşlerim! Buraya çıkıncaya kadar konuşacaklarımı bir ben, bir de Allah biliyordu. Şimdi ise, sadece Allah biliyor!”

SÖYLEDİKLERİNİZ İŞİME YARAMIYOR

Şirketin üst düzey yöneticilerinden biri, bir gün balonla dolaşmaya çıkar. Aksilik bu ya, pusulasını aşağıya düşürür ve kaybolur. Bilmediği bir yere doğru sürüklenir. Balonunun aşağıya yaklaştığı sırada aşağıda gördüğü bir adama; “Özür dilerim, ben kayboldum da. Acaba şu anda neredeyim?”

“Uçmakta olan bir balonun içinde 30 metre kadar yüksektesin” der, adam.

Kaybolan adam; “Siz muhtemelen profesör olmalısınız.”

“Doğru bildiniz. Nereden anladınız benim profesör olduğu mu?”

Kaybolan adam; “Ben sıkıntıdayım. Sana soru sordum, problemimi çözeyim diye. Verdiğiniz cevap yüzde yüz doğru fakat hiçbir işime yaramıyor!”

Profesör; “Sen de yönetici olmalısın.”der, kaybolan adama.

Kaybolan adam; “Sen nereden bildin benim yönetici olduğu mu?”

Profesör; “Otuz metre yükseklikteki bir balonun içinde kaybolmuşsun. Yanına pusula almamışsın, acınacak bir haldesin. Kaybolman benim suçum oldu.”

YUMURTADAN BAŞIMIZA GELENLERE BAKIN

Tung Mao çok fakir bir adamdır. Bir gün birisi kendisine bir yumurta hediye eder. Tung Mao, yumurtayı hanımına göstererek; “Hanım! Sonunda zengin olacağız.”

Hanımı: “Hediye güzel, ama bununla nasıl zengin olacağız?”

Tung Mao; “Bu yumurtayı komşunun tavuğunun altına koyacağım. Civcivler çıktığında belli bir zaman sonra tavuk olacaklar. Bu tavuklar bir sürü yumurta yumurtlayacaklar. Yumurtaları satarak inek alacağız. İnek de yavrulayacak, yavrular da inek olacak. İnekleri de satıp onun parası ile tarla ve ev alacağız. Paramızın üçte ikisini ev ve tarlalara ayıralım. Üçte biriyle de, kendimize elbise, ev eşyası alırız, bunun yanında da evimize genç ve güzel bir hizmetçi kadın tutarız.”

Tung Mao’nun hanımı kızgın bir şekilde “Neee! Bir hizmetçi tutacaksın ha! Üstelik genç ve güzel olacak. Bu teklifini kesinlikle kabul etmiyorum. Çünkü senin niyetin bozuk!”dedikten sonra, yumurtayı alır ve yere çarpar.

AMAN ÇARPMAYIN!

Ölen bir kadın için kilisede cenaze töreni düzenlenir. Tören bittikten sonra görevliler tabutu taşırlarken tabutun ön bölümü yanlışlıkla kilisedeki sütunlardan birine çarparlar. Bu olaydan sonra tabuttan bir inilti sesi duyulur. Öldüğü sanılan kadının yaşadığı ortaya çıkar.

Kadın, bir süre tedavi gördükten sonra iyileşir ve beş yıl daha yaşar. Beş sene sonra öldüğünde cenaze töreni yine aynı kilisede yapılır. Tören sonunda görevliler tabutu taşırlarken kilisedeki daha önce çarptıkları aynı sütunun önüne geldiklerinde arka taraftan ölen kadının kocası, görevlilere; “Lütfen sütuna dikkat!”

BENİ TANIYOR MUSUNUZ?

Bir davada şahitlik yapması için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırılır. Yaşlı Teyze yerine oturduktan sonra davalının avukatı Yaşlı Teyze’ye; “Bayan Jones, beni tanıyor musunuz?”

Yaşlı Teyze: “Sen misin bay Williams? Sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum. Siz tâ o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız. Devamlı yalan söylüyordunuz, insanları aldatıyordunuz. En yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyordunuz. Daha fazla para kazanmak için babanızı bile satarsınız”

Yaşlı Teyze’nin söylediklerinden bütün salon şok olur. Adam ne yapacağını bilemez bir halde Yaşlı Teyze’ye tekrar sorar: “Peki bayan Williams, ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?”

Kadın yine cevaplar: “Elbette tanıyorum. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor.” Yine herkes şoktadır. Salonda herkes şaşkınlıkla birbiriyle konuşmaktadır.

Hâkim salondakileri susturur ve acilen her iki tarafın avukatını da yanına çağırır. Avukatların kulaklarına fısıldayarak; “Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım!”

BUNDAN BÜYÜK KERÂMET Mİ OLUR?

Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Han ile sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tâzelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Pâdişâh hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmed Han’ın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı.

Vâlide Sultan kalbinden; “Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin bir kerâmetini görseydim.” diye geçirmişti.

Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan’ın gönlünden geçenleri anlayarak; “Hayret! Bazıları bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn’in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?”

HANGİ KABADAYI?

Aslanın birisi uykuya dalınca bunu fırsat bilen sıçan aslanın üzerine çıkarak oynayıp, zıplamaya başlar. Aslan üzerinde birisinin olduğunu fark ederek uyanır, kim olduğuna bakacağı sırada oradan tilki geçmektedir. Tilki, aslanla dalga geçmeden durur mu?

Tilki; “Hayırdır, aslan kardeş! Küçücük sıçan üzerinde cirit atıyor. Aslanlığına yakışır mı bu hiç?”

Aslan, kızgın bir şekilde işi kurtarmaya çalışarak; “Ben kimseden korkmam. Uyuyan aslanın üzerinde hangi kabadayı dolaşmayı göze almış diye merak ettim.”der.

YİNE ANLAMADIM

Yolcunun birisi köy köy dolaşmaktadır. En son gittiği köyün bir âdeti vardır. Köye bir misafir geldiğinde köylü toplanır, misafire nükteli hikâyeler anlatırlar.

Köylüler, yolcuya “Bize bilmediğimiz fıkra ve hikâye anlat” derler.

Yolcu, bir fıkra anlatır, köylüler gülmekten yerlere yatarlar. Ancak içlerinden birisi hiç gülmez.

Yolcu daha nükteli bir hikâye anlatır. Köylüler yine kahkahayı basarlar. O birisi yine gülmez, bırakın gülmeyi tebessüm bile etmez.

Yolcu üçüncü defa başka bir şey daha anlatınca bu sefer o hiç gülmeyen adam basar kahkahayı. Yolcu merakla “anladın mı?” deyince,

Gülmeyen adam; “Yine anlamadım da! Merkepliğime gülüyorum.”

KAÇ ÇOCUK DOĞURABİLİRSİN?

Ormanda bütün hayvanlar toplanırlar. Aralarında, “Kim daha çok çocuk doğurabilir?” diye tartışma başlar. Herkes fikrini beyan eder, ancak dişi aslan bir şey söylememiştir. Ona da, “Sen kaç tane çocuk doğurabilirsin?” diye sorarlar.

Dişi aslan; “Bir tane doğururum, fakat ben aslan doğururum.”


[1] Ahmet Turan ALKAN, Zaman Turkuaz, sayı.241

 

Kaynak: Nükte Bahçesi – Akis Kitap

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız