Hep yaşamaktan, hayatın tadını çıkarmaktan, yaşamda mutluluğu ve başarıyı yakalamaktan, güçlü olmaktan bahsediyoruz. Ama bana sorarsanız tüm bunları gerçekten kavrayabilmek ve hissedebilmek için biraz da ölümden bahsetmek lazım.
Ölüm denince pek çok insan korkuya kapılır. Gazetelerde, televizyonlarda deprem, trafik kazası, yangın, cinayet gibi ölümü anlatan haberleri okurken ve izlerken, kalbinin sıkıştığını, moralinin bozulduğunu hisseder. Bu olumsuz duyguları doğuran sadece birilerinin yaşamının son bulduğu gerçeği değil, aynı zamanda ölümün varlığını hatırlatmış olmasıdır.
Birçok insan, bu konuda çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmiştir. En yaygın olanı da; sanki kendisinin başına gelmeyecekmiş gibi algılamayı seçmektir. İnsanlar ölümün varlığını ve bir gün herkesin öleceğini …
Z. Müge KASAROĞLU
mukasaroglu@yahoo.com
Hep yaşamaktan, hayatın tadını çıkarmaktan, yaşamda mutluluğu ve başarıyı yakalamaktan, güçlü olmaktan bahsediyoruz. Ama bana sorarsanız tüm bunları gerçekten kavrayabilmek ve hissedebilmek için biraz da ölümden bahsetmek lazım.
Ölüm denince pek çok insan korkuya kapılır. Gazetelerde, televizyonlarda deprem, trafik kazası, yangın, cinayet gibi ölümü anlatan haberleri okurken ve izlerken, kalbinin sıkıştığını, moralinin bozulduğunu hisseder. Bu olumsuz duyguları doğuran sadece birilerinin yaşamının son bulduğu gerçeği değil, aynı zamanda ölümün varlığını hatırlatmış olmasıdır.
Birçok insan, bu konuda çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmiştir. En yaygın olanı da; sanki kendisinin başına gelmeyecekmiş gibi algılamayı seçmektir. İnsanlar ölümün varlığını ve bir gün herkesin öleceğini kabul ederler ama bilinçaltı düzeyde kendileri ve sevdikleri insanlar için ölüm yokmuş, onların başına gelmeyecekmiş gibi algılamayı seçerler. Bunun tersi olarak, ölüm korkusuna kapılıp hayatı sorgulayarak, nasılsa bir gün öleceğine göre aslında hayatın ne kadar anlamsız olduğu sonucuna varanlar da vardır.
Ölüm denince güzel duygulara kapılan bir insan neredeyse hiç yoktur. Oysaki ölüm, en iyi öğretmendir. Hayatı öğretir insana. Ölüm bize; sorunlara, acılara saplanıp kalmanın anlamsızlığını; korkuların, kaygıların, güvensizliklerin tuzağına düşmenin yok edici gücünü; öfkenin, kızgınlığının yaşamı tükettiğini anlatan bir bilgedir. Çünkü ölümün varlığıdır yaşadığımız anı değerli kılan.
Hayallerini, umutlarını hiç gelmeyecek bir geleceğe sürekli erteleyen, yapabilecekleri halde korkuları nedeniyle yapmamayı seçen, harekete geçmek yerine bir şeylerin kendiliğinden olmasını bekleyen, kendilerinden vazgeçip başkaları için yaşayan insanlar vardır, sanki hayatları sonsuza dek sürecekmiş gibi. Ertelerler, yapmazlar, harekete geçmezler, vazgeçerler; çünkü ölümü düşünmemeyi tercih ederler. Ölümü yok saydıkları içinse onun bilgeliğinden faydalanmaktan mahrum kalırlar. Ve hayatlarının sonuna geldiklerinde, geçmişten son nefeslerine kadar taşıdıkları pişmanlıklarla, keşkelerle yüzleşirler. Son nefesini verirken, "Ne kadar da güzel bir hayat yaşadım, hiçbir şeyi ertelemedim. Kendim ve sevdiklerim için yaşadım. Yapmak istediğim her şeyi yaptım ve hayallerimin peşini hiç bırakmadım. Artık bu sona hazırım…" diyerek, huzur içinde gözlerini kapatan insan sayısı o kadar azdır ki… Ölüm çoğumuz için "Mutlu son" değil, "Acı" bir sondur.
Aldığınız Nefesi Değerli Kılan Şey
Bırakın dünyayı, evrendeki tüm hazineleri bir araya getirseniz, aldığınız tek bir nefeslik süreyi geri getirebilir misiniz? Elbette ki hayır. O zaman siz zaten evrende var olan en değerli hazineye sahipsiniz. Peki, bu hazinenizi boş yere nelere harcıyorsunuz? Olumsuz düşüncelere takılıp kaldığınızda, korkularınıza yenik düşüp kararlarınızdan, hayallerinizden vazgeçtiğinizde, sevdiklerinize aslında söylemek istemediğiniz ama öfkeyle söylediğiniz sözlerle hem onlara hem kendinize acı verdiğinizde, yapacaklarınızı ertelediğinizde bir daha asla geri getiremeyeceğiniz hazinenizi nasıl da çar çur ettiğinizin farkında mısınız?
Ya aldığınız nefesi bu kadar değerli kılan şey nedir? Ölüm, değil mi? Eğer o olmasaydı ve sonsuza dek nefes alacak olsaydınız, hayatın ne anlamı kalacaktı? Ölümün, sonun var olmadığı bir dünya düşünün. Böyle bir dünyada uğruna mücadele etmeye, yaşamaya değer hayaller, mutluluklar olabilir miydi? Ne amaç kalırdı, ne mücadele… Tüm insanlık neden yaşadığını bile bilmeden, amaçsızca ve hiçbir şeyin değerini bilmeden oradan oraya savrulurdu. Ne mutluluğun değeri bilinirdi, ne paylaşımların, ne emeğin, ne de verilen mücadelenin ardından elde edilen başarının… Yaşamaya mahkum olduğunuz böyle bir dünya ister miydiniz gerçekten? Peki, sizi bu mahkumiyetten kurtaran ne? Sanırım cevabını benliğinizin derinliklerinde çok iyi biliyorsunuz.
Hayatlarında ölümle burun buruna gelmiş ve son anda kurtularak, yaşama geri dönmüş, bir anlamda yeniden doğmuş insanlara bakın. Onlar için ölümden öncesi ve sonrası vardır. Kendilerine verilen ikinci şansla birlikte bambaşka yaşarlar hayatlarını. Yepyeni bir yaşam enerjisiyle dolmuş gibi, o güne kadar erteledikleri her şeyi yapmaya başlarlar. Yarım bıraktıkları hayallere tekrar tutunurlar. En acı olaydan sonra bile gülmeyi başarırlar. Yaşadıkları her anın onlara verilmiş en değerli hazine olduğunun farkındadırlar; çünkü onlar ölümün bilgeliğinden henüz yaşarken faydalanan şanslı insanlardır.
Attığınız hangi adımın son adımınız olacağını, aldığınız hangi nefesin, son nefesiniz olacağını bilemesiniz. Ama sahip olduğunuz anı boş yere harcamak yerine, nasıl değerlendireceğinizi seçme gücüne sahipsiniz. Ölümün varlığını kabul etmenin ötesinde, içinizde hissederek ve onun bilgeliğinden henüz yaşarken faydalanarak atacağınız her adım ve alacağınız her nefes, sizi mutlu bir sona götürecektir.
Halil Cibran'dan Yaşam Dersleri
Lübnan asıllı şair ve ressam Halil Cibran (1883 – 1931), mistik öğeler içeren yazıları, eserlerini bütünleyen resim ve çizimleriyle ünü doğudan batıya yayılan bir bilge. Yüreğin ve aklın derin yansımalarını bulacağınız eserlerinden bazıları; Haberci, Gezgin, Ermiş, Kum ve Köpük, Bir Damla Gözyaşı ve Bir Gülümseyiş… Eserlerinden derlediğimiz sözlerinden birkaçı bu sayfada sizleri bekliyor…
< Sadece bir kez dilsiz kaldım, "Sen kimsin?" sorusu karşısında…
< Dostum, göründüğüm gibi değilim. Görünüş sadece giydiğim bir elbisedir. Senin sorgularından beni, benim kayıtsızlığımdan seni koruyan, özenle örülmüş bir elbise…
< Ağzın yemekle doluyken nasıl şarkı söyleyebilirsin? Elin altınla doluyken nasıl dua için açabilirsin?
< İnci, kum tanesinin etrafına ızdırabın ördüğü mabeddir. Nedir bedenlerimizi oluşturan özlem ve nedir etrafına inşa edilen taneler?
< Kök, şöhreti küçümseyen çiçektir.
< Bir tür kavuşmadır hatırlayış. Unutuş ise bir tür özgürlük.
< Kuş tüyü yastıklar üzerinde uyuyanların rüyaları, toprak üstünde uyuyanların rüyalarından güzel olmadığı sürece, hayatın Adaletine olan inancımı nasıl kaybedebilirim!
< Ölüm yaşamdan, aşk ise ölümden daha güçlüdür…
< Utangaç bir başarısızlık, kendini beğenmiş bir başarıdan daha kutsaldır.
< Sessizliği gevezeden, hoşgörüyü hoşgörüsüzden, nezaketi nezaketsizden öğrendim; fakat ilginçtir ki, bu öğretmenlerime karşı çok nankörüm.
< Tanrım, beni gözyaşı dökmeyen bilgelikten, gülümsemeyen felsefeden ve çocuklarla selamlaşmayan gösterişten koru…
< Bir insanın değeri, neler yapabildiğinde değil, neler yapmayı dilediğinde gizlidir.
< Aklımız bir sünger, kalbimiz ise bir nehirdir. Fakat çoğumuz bir nehir olup akmaktansa, bir sünger olup emmeyi tercih ederiz…
< Bir insan hakkındaki gerçek, sana neyi anlattığında değil, sana neyi anlatamadığında gizlidir. Bu yüzden, onu anlamak istersen eğer, ne söylediğine değil, ne söylemediğine bak…
< Yaşam, onun kalbindekini söyleyecek bir şarkıcı bulamadığında, zihninde olanı açıklayacak bir filozof yaratır.
< Gerçek, daima bilinmek ama ara sıra söylenmek içindir.
< Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir. Oradan gerçeği görürüz ama aynı zamanda gerçekle aramıza girer, bizi ondan ayırır.
< Şairin zihni de akrebin kuyruğu da aynı dünyanın görkeminden yükselir.
< Ağaçlar yeryüzünün gökyüzüne yazdığı şiirlerdir. Ama biz kesip, üzerlerine beyhude fikirlerimizi kaydetmek üzere kağıda dönüştürürüz onları.
< Yalnızlığım, insanlar geveze hatalarımı övüp sessiz erdemlerimi ayıpladığında başladı…
< Kadının küçük hatalarını affetmeyen erkek, hiçbir zaman onun büyük erdemlerini görme şansını elde edemez.