Yıllarca sık sık duyduğum bir söylemdi: "Erkek adam ağlamaz" Ağlayan bir erkek çocuğu görseler böyle sustururlardı. Ağlayan ya da gözleri dolan bir yetişkinin kulağına ilk söylenen sözcüklerdi bunlar. Zor durumda kalan, yaşamın yükünü kaldıramayan bir erkeği o cümleyle teselli eder, güç vermeye çalışırlardı. "Erkekler ağlamaz!"
Bazı toplumsal kalıplarımız, maalesef insanların üzerine taşıyamayacakları birçok yük bindirmekte. Ağlamak da gülmek kadar insana özgü, doğal ve yaşanması gereken bir tepkidir. Ama toplumun erkeğe yüklediği bu nedensiz inanç, erkeklerin duygularını doyasıya yaşamalarına engel oluyor. Birçok kadın sıkıntısını, üzüntüsünü ve acısını gözyaşları ile akıtıp rahatlamayı başarabilirken, erkeklerin çoğu içlerine atmak ve gizlemek zorunda kalıyorlar.
Bülent ŞENYÜREK
bsenyurek@yahoo.com
Yıllarca sık sık duyduğum bir söylemdi: "Erkek adam ağlamaz" Ağlayan bir erkek çocuğu görseler böyle sustururlardı. Ağlayan ya da gözleri dolan bir yetişkinin kulağına ilk söylenen sözcüklerdi bunlar. Zor durumda kalan, yaşamın yükünü kaldıramayan bir erkeği o cümleyle teselli eder, güç vermeye çalışırlardı. "Erkekler ağlamaz!"
Bazı toplumsal kalıplarımız, maalesef insanların üzerine taşıyamayacakları birçok yük bindirmekte. Ağlamak da gülmek kadar insana özgü, doğal ve yaşanması gereken bir tepkidir. Ama toplumun erkeğe yüklediği bu nedensiz inanç, erkeklerin duygularını doyasıya yaşamalarına engel oluyor. Birçok kadın sıkıntısını, üzüntüsünü ve acısını gözyaşları ile akıtıp rahatlamayı başarabilirken, erkeklerin çoğu içlerine atmak ve gizlemek zorunda kalıyorlar. Bunun sonucunda da içlerinden akıtamadıkları bu zehir, yenilerinin de eklenmesiyle her gün çoğalarak onları içten içe tüketiyor.
Neden toplumumuzda erkeklerin eşlerini dövme oranı bu kadar yüksek? Neden erkeklerin çok fazla konuşmadıkları, sıkıntılarını, problemlerini, duygu dünyalarındaki kasırgaları eşleriyle paylaşamadıkları bir toplumda yaşıyoruz? Peki ya neden toplumumuzun erkeklerinin birçoğu sinirli ve "maço" diye tabir edilen bir davranış biçimi sergiliyorlar? Gerçekten de bu erkeklere özgü bir yapı mı, yoksa toplum mu onlara böyle olmayı öğretiyor?
Türk kadınlarının çoğu, eşlerinin onlarla sıkıntılarını paylaşmadığından, sevgilerini gizlediklerinden, eğer canları bir şeye sıkkınsa bağırarak, hatta döverek acısını kendilerinden çıkarttığından şikayetçidirler. Ve yine Türk kadınlarının çoğu, televizyonda yabancı bir romantik film izlediklerinde, kendi eşlerinin de o filmin kahramanı gibi romantik, aşkını sevdiğine anlatan, acı çektiğinde göz yaşı dökmekten utanmayan, acısını eşiyle paylaşıp teselli arayan o adam gibi olmasını dilerler. Ama maalesef bu beklentileri karşılanmaya kadın, yaşadığı sevgisizlik ve ilgisizlik duyguları nedeniyle eşinden uzaklaşmaya ya da çaresizce bu durumu kabullenmeye başlar. Bu da kadının mutsuzluğunu doğurur.
Erkeklere ağlamamayı, duygularını gizlemeyi toplum olarak biz öğretiyoruz. Eşinin sevgisini göstermediğinden, her fırsatta bir şeylere çabucak parlayıp bağırdığından şikayet eden anne, küçük oğlu ağladığında; "Hişş ayıp, ağlama, erkek adam ağlar mı hiç?" diyerek onu susturur ve farkında olmadan, şikayet ettiği kocasının davranışlarını sergileyecek bir erkek yetiştirir.
İçe Atılan Sıkıntıların Çıkış Noktası
Kadınlar bir araya geldiklerinde sıkıntılarını paylaşıp birlikte göz yaşı dökerken, dertleşirken kucaklaşarak ağlayan bir erkek grubu gördünüz mü hiç? Erkekler paylaşamadıkları, anlatamadıkları ve içlerinde biriktirmek zorunda kaldıkları duyguları bir şekilde dışarı atmak zorundadırlar. Bunu ağlayarak yapamayacaklarını öğrendikleri ve bu şekilde programlandıkları için, içlerindeki birikimi dışarı atmak için farklı yollara başvururlar. Eşlerine en ufak şeylerde bile bağırmak, dövmek, geceyi bir barda içki içerek geçirmek ve hatta eşlerini aldatmak… Deşarj olabilmek için bu ve benzeri yollara başvurmak zorunda kalırlar ve bu yolların hiçbiri aslında ne erkeği ne de kadını mutluluğa götürecek çarelerdir.
Erkeğin gösterdiği bu tepkiler yüzünden kadınlar incinir, kırılır. Kadının incinmesi erkeğin bu tepkileriyle birleştiğinde, ilişkide derin yaralar açılmaya başlar. Çiftler birbirinden uzaklaşır, kavgalar artar, aralarında saygı kaybolur.
Toplumun yarattığı bu tablo, hem erkeğe hem de kadına acı ve zarar vermektedir. Oysaki erkekler de kadınlar gibi duygularını yaşamakta özgür bırakılsalardı, ilişkilerdeki paylaşımlar artar, sevgi çok uzun yıllar değerini korur ve çiftler tüm doğallıkları ile birbirlerini yaşamayı başarabilirlerdi.
Erkekler de Ağlarmış Meğer
Geçenlerde aklıma geldi; çocukluğum boyunca babamın bir kez olsun ağladığını görmedim. Ama annem her fırsatta ağlardı. Evimizde kavga hiç eksik olmazdı. Aradan yıllar geçti. Köprülerin altından çok sular aktı ve zamanla yerleşim yerimizi, hayat şartlarımızı değiştirdik. Başka bir şehirde, başka bir hayata başladık. Bir gün baktım ki babam ağlıyor, çok şaşırdım ve çok sevindim. İçimden bir ses bas bas bağırıyordu: "Erkekler de ağlarmış, erkekler de ağlayabilirmiş!" Mutluluk mu, üzüntümü duymam gerektiğini bir türlü kestiremiyordum.
Annemin ağlamaları, babamın ağladığı o dönemde azalmıştı, hatta daha çok güler olmuştu. Annemin babama olan sevgisi tazelenmiş, babam da daha sakin bir adama dönüşmüştü. Evimize bir huzur, bir rahatlık gelmişti.
Hayatın güzel olması için birinin mutluluğu, diğerinin mutsuzluğunu gerektirmez. Kadın ve erkek birlikte gülmeyi ve yine özgürce birlikte ağlamayı başarabiliyorlarsa, yaşanan tartışmalar bile aralarındaki sevgi bağını güçlendirir.
Sevdiklerinizle yaşadıklarınız size özeldir ve eğer toplumun geçmişte kalmış yargılarının bugününüze ve aranıza girmesine izin verirseniz, her ikinizin de mutsuzluğunu besleyip büyüttüğünüz bir ilişki yaşamanız kaçınılmazdır.
Kendi özel dünyanızda, bu yargılardan arınarak, iç dünyanızdakileri sevdiğinize olduğu gibi ve tüm saflığıyla yansıtabilirseniz, uzun yıllar acısıyla tatlısıyla mutluluğu yarattığınız bir yaşam süreceksiniz demektir.
Her İşin Bir Saati Var
Bilim adamları, uykudan beslenmeye, spordan hobi ve eğitime kadar insan için en uygun ve verimli saatleri yıllar süren araştırmalar sonucu ortaya çıkardılar. Saatlere göre insan vücudunun durumu ve gereksinimleri söyle sıralanıyor:
01.00: Kan ve idrardaki ürik asit bu saatte doruğa çıkar. Gut hastaları en yoğun ağrıları bu saatte çekerler.
02.00: Mesanenin işlevini sınırlayan Vasopressin hormonu devreye girerek, gece yarısı sık sık tuvalet ihtiyacının ortaya çıkmasını engeller.
03.00: Astımlıların kriz saati. Adrenalin iyice düşer, nefes boruları daralır, kasılmaları sağlayan histamin maddesi yayılır. Bu yüzden astım ilaçlarının yatmadan önce alınması gerekir.
04.00: Uykunun en derin olduğu bu saatte kan dolaşımı en azami noktaya düşer. Organlara oksijen ve besin dağılımı azalır. Kan dolaşımı da düştüğünde bazı organlarda işlev bozuklukları ortaya çıkabilir.
05.00: Uyku hormonu Melatonin bütün vücudu etkisi altına alır. Bu nedenle saat 05.00'te kalkmak insanlara çok güç gelir.
06.00: Kalp atışlarını hızlandıran hormonlar yayılır. Kadın ve erkeklerde üretkenlik bu saatte doruk noktasındadır.
07.00: İltihaplanmayı engelleyen hormonlar bu saatte en etkisiz dönemdedirler. Bu nedenle romatizmal hastalıkları olanların ağrıları artar.
08.00: Kan basıncı ve vücut ısısı artarak stres hormonu Cortisol'un yükselmesi sağlanır. Kalp krizi tehlikesi bu saatte daha yoğundur. Migren ağrıları da bu saatte artar.
09.00: Midenin en iyi hazmettiği saattir. Bu nedenle kahvaltının bu saatte yapılması öneriliyor.
10.00: Beynin algılama gücü artar. Vücut dirençlidir. Sınav ve konferanslar için en uygun saattir.
11.00: Direnç gücü düşmeye baslar. Bulaşıcı hastalıklardan korunmak gerekir.
12.00: Kan basıncı arttığından felç geçirme riski vardır. Temiz havada gezinti ve dinlenme önerilir.
13.00: Mide yoğun çalışmaya baslar. İdrar üretimi artar. Sik sık tuvalet ihtiyacı duyulur.
14.00: Hazım nedeniyle yorgunluk meydana gelir. Bu saatte dinlenmek gerekir. Kaza riski artar.
15.00: Ağrı duyma hissi bu saatte iyice düşer. Doktora gitmek için en uygun saat.
16.00: Beynin algılama gücü artar. Hafıza keskinleşir. Dil kursu için en uygun saat.
17.00: Sıcak ilişkiler en çok bu saatte yaşanır.
18.00: Yorgunluk baslar. Alkol tüketilmemesi önerilir.
19.00: Bu saatte tat ve duyu hissi daha da gelişeceğinden, yemekler büyük bir iştahla yenilir.
20.00: Romatizma ve alerji ilaçları bu saatte alınmalıdır. Mide asidi bu saatte çok yüksektir.
21.00: Zevk alma hissi artar. Müzik dinleme ve TV izleme gereksinimi ortaya çıkar.
22.00: Bağışıklık sistemi en yoğun bu saatte çalışır. Ancak acı ve ağrı hissi de bu saatte daha güçlüdür.
23.00: Adrenalin düştüğünden direnç azalır. Uyku hormonu Melatonin artar. Uyunması önerilir. Gece hayatını sevenlerde bu hormon daha geç salgılanır.
00.00: Uyku sırasında beyin yorgunluğunu giderir. Saç ve kıllar uzar. Hamile kadınların sancıları da genellikle gece yarısı gelir.