Bilinçaltını hakkında sahip olduğumuz bu bilgilerin ışığında, mutluluğa dönelim ve kendi dünyanıza “Beceriksizim” gibi verdiğiniz komutların sonuçlarına bir bakalım.
Beceriksizseniz elinizden hiçbir iş gelmiyor demektir. Beceriksizseniz, başarılı değilsinizdir. Beceriksizseniz, güçlü değilsinizdir. İyi yerlere gelememişsinizdir, çevrenizde sizi takdir eden, seven sayan insanlar yoktur.
Bir işi “Ben yapamam”, “Beceremem” diyorsanız bu günden sonra iki kez düşünün lütfen. Bu tür yapamam, beceremem gibi cümleler gerçek beceriksizliği doğurur.
– Yapamam
– Tembelim
– Beceriksizim
– Hastayım
– Kıskancım
– Uyumsuzum
– Umutsuzum
– Sinirliyim
– İradesizim
– Kendime güvenmiyorum
– Çirkinim
– Şüpheciyim
– İnatçıyım
– Bencilim
– Karamsarım
– Başarısızım
– Sevilmiyorum
Çevrenizde kendisi için bu gibi tanımlamaları kullanan var mı? Peki, siz buna benzer kaç tane kullanıyorsunuz?
Kendine “inatçıyım” diyerek, kendini böyle olmaya programlayan birini ele alalım:
“Arkadaş ben vazgeçmem inadım inattır.”
“Abi yapma etme, bak dünyanın parası var bu işte, adama inat etmen sana ne kazandırır?Bu basbayağı pire için yorganı yakmak değil mi?”
“Evet, pire için yorganı yakarım ve bu yaktığım ilk yorgan değil. Benim yapım bu”
“Yaşadığın hayattan belli ilk olmadığı. Ama aileni düşün. Gel vazgeç inadından. Kalkamazsın bunca borcun altından. Adama kızdın diye kendinle birlikte başkalarını da ateşe atıyorsun.”
“Olmaz inat ettim bir kere, ısrar etme ben böyleyim işte”
Zihnin inatçı olma kararına varması aslında çok kolaydır. Oyuncağını arkadaşları ile paylaşmayan bir çocuğun annesi onu paylaşıma teşvik eder:
“Oyuncağını arkadaşınla paylaşsana evladım. Bak o senin en iyi arkadaşın”
“Iııh vermicem işte, bana ne!”
Sinirlenen anne tepki gösterir;
“Aynı dedesi gibi inadı inat. Tutturdu mu bırakmaz!”
Çocuğun zihni o anda kararı alır: “Ben inatçıyım, tutturdum mu bırakmam.”
İnatçılık değil, uyumlu olmak sizleri başarıya götürür. Mutlu kılar. Bundan vazgeçemeyeceğinize, bunun sizin bir parçanız olduğuna inanıyorsanız da haklısınız. Çünkü bir başka zihinsel programınız da bazı özellikleri doğuştan getirdiğinizi, atalarınızdan aldığınızı söyler ve buna inandığınız sürece bu da doğrudur. Gerçek olduğundan değil, siz inandığınızdan.
Ya “Kararsızım” zihinsel programına ne demeli? Daha uykudan uyanma aşamasında başlar. On dakika önce mi uyansam, az daha uyusam mı? Acaba şunu mu giysem yoksa bunu mu? Fasulye mi yesem, nohut mu? Otobüsle mi gitsem, trenle mi?
Hayat onlar karar verinceye kadar akar gider. Geriye dönüp baktıklarında bile hala karar vermeye çalışırken bulurlar kendilerini. Acaba yaşadım mı, yoksa yaşamadım mı?
İlkokulda iki arkadaş tartışıyorlar:
“Ayşe lütfen, sadece bir kez okuldan kaçacağız, ne var bu kadar abartacak? Sizinkiler seni öldürecek değiller ya!”
“Ama annem duyarsa çok üzülür. Hele babam kesin beni öldürür.”
“Amma da ailen varmış.”
“Ne yapabilirim onların söylediklerini yapmak zorundayım”
“Düşünsene deniz kenarında ne güzel bir gün geçirirdik.”
“Bende çok istiyorum.”
“Öyleyse gidelim”
“Bilmiyorum ki gelsem mi?”
“Hadi ama ne kararsız bir insansın!”
Ayşe’ye sihirli kelime söylenmiştir: “Kararsız bir insansın”. Bilinçaltının açık olduğu, çatışma içinde olduğu o anda, söylenen kelimelerin Ayşe’nin zihinsel programının oluşmasında yeterlidir: “Ben kararsız bir insanım.” O artık kararsız bir insandır.
Mutsuzluk nasıl bir zihinsel kararla ya da ekilen hangi tohumla gerçekleşiyor dersiniz?
“Batsın bu dünya”
“Bu akşam ölürüm kimse beni tutamaz”
“Kara bahtım kör talihim”
İşte bizi mutsuzluğa iten toplumsal programlar. Bunlara atasözlerinden şarkılara, şiirlerden masallara kadar her yerde rastlayabiliriz.
Annelerin, babaların verdiği öğütlerde de mutsuzluğu doğuracak programlara sık sık yer verilir. Mutsuzluk için o kadar çok neden gösterilir, o kadar çok tekrar edilir ki, mutsuzluğu öğrenirsiniz ve sonra da yaşarsınız.
“ Eğer sorumluluk sahibi olmazsan, birilerine muhtaç olarak yaşarsın ve hep mutsuz olursun.
“Mutlu ve başarılı insan eline ekmeğini almış olandır”
“Genç yaşta evlenirsen acı çekersin.”
Bu olumsuz programlar bizleri her anlamda zayıf düşürürler. Duygusal direncimiz azalır. Davranışlarımız asabi, tutarsız ve gelişigüzel olur. Bedenimizin de direnci düşer.
Küçücük bir çocuğun neşeli kahkahaları zihnimiz tarafından bir saldırı olarak algılanabilir. Çocuğunuzu susturmaya çalışırsınız veya eşinizin söylediği bir sözcük tartışma nedeni olur sizin için. Sonra bakmışsınız ki ortada hiç neden yokken bir bardak suda fırtınalar koparan bir kişiliye bürünmüşsünüz. Tüm bunlar psikolojik baskılar karşısında gösterdiğiniz zihinsel programlardır. (başka bir değişle acizliklerimizdir)
Yapamam, başaramam, beceriksizim veya mutsuzum diyen kişi sadece bu gününü zehir etmiyordur. Kişi geleceğini de ipotek altına alarak, gelecekteki başarısızlığını ya da mutsuzluğunu da garantiliyordur.
“Tembelim” dediğinizde bu gün yapamadığınız şeyi anlatmıyorsunuz aslında. Zihninize anlattığınız; “Ben tembeldim, tembelim ve tembel olacağım” dır.
“Tembelim” geniş zamanlı bir eke sahip. Dolayısıyla her zaman var olacağını şimdiden kabul ediyorsunuz.
Geleceğinizi hangi bankaya yatırdıysanız gidin geri alın. Çünkü artık mutlu olmayı hak ediyorsunuz.
Beynimizin Çalışma Yöntemleri
Eğer beynimizin çalışma yöntemini tam olarak anlayıp, kendimize ve çevremize bu kurallar çerçevesinde yaklaşıp, olayları beynimizin çalışma prensipleri ile değerlendirirsek elde edeceğimiz sonuç inanılmaz etkili olacaktır. Bu etki tüm yaşantımızı yeniden biçimlendirmemizi sağlayacaktır.
İnsan beyni güçlü bir bilgisayardır. Sizin için her şeyi yapmaya yetecek gücü vardır. Bu bilgisayarın gücünü maksimum düzeyde kullanabilmemiz için, onun prensiplerini bilip, doğru program yüklemeniz gerekir.
Eğer doğru davranış ve doğru yönergeleri verirseniz sizin için en iyi sonucu alacaktır. Yanlış yönergeler verirseniz de çıktılarınız olumsuz olacaktır.
Bu programlama işi bir kere olup bitmez, sürekli her an her zaman gerçekleşen bir süreçtir. Programların önemli bir bölümü ise çocuklukta yüklenir insanın zihnine.
Bir insanın; güveni, yapabilme kabiliyeti, sanatsal başarıları, akıllı oluşu, zeki oluşu veya aptal oluşu hep çocuklukta belirlenmeye başlar. Bebek emeklemeye başlamıştır, hemen elinden tutarız, gitmek istediği yere götürür veya çıkmak istediği yere çıkarırız. Böylece şu mesajı veririz: “Sen yapamazsın, bana ihtiyacın var.”
Çocuk önce beden dilini öğrendiği için aranızda bir diyalog olmasına gerek kalmadan hemen bu sonuca varır. “Ben yapamam, annem olmasa ben yürüyemem bile”
Biraz daha büyüyüp yürümeye bardak, tabak kırmaya başladı mı ses tonumuz ve mimiklerimiz iyice sertleşerek şu mesajı veririz. “Dur!!!” “Yapma!!!” “Olmaz!!!” “Hayır dedim sana!!!” “Bunu asla düşünme !!!” “Eyvah!!”
Çocuk büyük bir merak içinde çevresini incelerken, araştırmaya başlar. Örneğin süt her defasında farklı bardaklara konduğu halde şeklinin bardağın şeklini almasının sebebini sorgulamaya başlar zihninde. İnsan beyninin çalışma hızını da göz önüne alarak buna binlerce soru ekleyebilirsiniz. Çocuk bu soruları sorarak bardağı hafifçe yan eder ve bardaktaki süt bir ahenk içinde, bir melodi eşliğinde halıya dökülür. Çocuğun yüzünde bir gülümseme, gözlerinde bir ışık oluşur. Sevinci inanılmazdır. Bu kadar süredir içtiği sütün bu özelliğini hiç düşünmemiştir.
Eğilir ve sütü iyice elleri ile halıya yayar “aaaa” süt yok olmuştur. Ama elinde bir yumuşaklık ve ıslaklık vardır. Bu ıslaklık elini yıkadıklarında hissettiği şeye biraz benziyordur ama aynısı da değildir. Bu sefer o farkın ne olduğunu merak etmeye başlar.
Mutfaktan anne seslenir; “Ayşe yavrum, biricik kızım sütünü içtin mi?” Çocuk heyecanla gözlerindeki o merak, sevinç ve keşif ifadeleri ile yalpalaya, yalpalaya anneye doğru koşar. Anne ters çevrilmiş bardağı görünce, çocuğunda artık çok iyi bildiği şekilde yüzünü asar. Çocuk yine bir şeylerin yanlış gittiğini fark eder. Gözlerindeki ışık söner. “Yine büyüklerin kurallarına aykırı bir şey yaptım.” diye düşünmeye başlar. Çocuk annesinin beden dilinden aldığı mesajla kendini suçlamayı daha bitirmemişken anne çığlığı basar: “Ben seninle ne yapacağım, hiç bitmiyor derdin. Yeter artık canıma tak etti, artık senide babanı da çekmek istemiyorum. Her şey bana yük geliyor, sabahtan akşama kadar yemek yapıp, bulaşık, çamaşır yıkadığım yetmiyormuş gibi birde senle uğraşıyorum.”
Çocuk küçük dünyasına siner; “Annem beni sevmiyor, ona yük oluyorum” diye düşünür gözyaşları içinde. Daha sonra annesine yük olmamak için bulaşık yıkarken ona yardım etmek ister ve minicik ellerinden bir tabağı yere düşürmesiyle annesinin ikinci çığlığıyla irkilir: “ Yeter artık bu kadarı da fazla! Sana buralara dokunma diye kaç kere söyledim. Söyle bakalım kaç defa daha söylemem gerekiyor?”
Ayşe bu şekilde programlanır, binlerce hayır işitir, binlerce olmazla, binlerce yapamazsınla, binlerce beceremezsinle karşılaşır yaşamı boyunca.
Programlanmayı anlamak için ufak bir deney yapabilirsiniz. Omuzlarınızı çökertin, yüzünüzü asın, çok kötü olduğunuzu kendi kendinize söyleyin. Ellerinizi göğsünüzde birleştirin, dünyaya ve varlığınıza şöyle okkalı bir lanet okuyun, gittikçe kötüye gittiğinizi, düşünün. Ne kadar şansız olduğunuzu düşünün, tüm olumsuzlukların sizi bulduğunu düşünün. Ama bu söylediklerimi sadece okumayın, aynen yapın ve deneyin.
Bir süre sonra kendinizi sıkıntılı bir ruh hali içinde bulmanız kaçınılmazdır. Gerçeğimiz bu, beynimize ne ekiyorsak kesinlikle onu biçiyoruz. Birde şunu deneyin;
Şu anda en sevdiğiniz, kendinizi çok rahat hissettiğiniz ortamlardan birinde olduğunuzu hayal edin. Akciğerlerinizi şöyle bir havayla doldurun ve kendinizi ne kadar iyi hissettiğinizi düşünün. Omuzlarınızı dikleştirin, göğsünüzü kabartın, var olmanın ne kadar güzel ve biricik olduğunu duyumsayın. Tüm güzelliklerin çevrenizde toplanmasının sizin için ne büyük bir lütuf olduğunu bilin ve hissedin. Başınızı şöyle yukarı kaldırın.
Kendinizi nasıl programlayacağınızı artık daha iyi biliyorsunuz. Sizi bugüne kadar nasıl programladıklarını da fazla zorlanmadan, çocukluğunuza giderek veya çocuklarınız varsa onların çocukluklarını düşünerek anlayabilirsiniz. Kanepeye, sehpaya, duvara veya ağaca çıkmaya çalışırken kaç defa durduruldunuz veya durdurdunuz? Kaç defa “Yapma düşersin” dediniz? Kaç kez, “Bunu yaptığını bir daha görmeyeyim!” ifadesiyle karşılaştınız, kaç defa, “Bu son olsun” dendi size? Kaç kez yapamayacağınızı, beceremeyeceğinizi anlattılar? Çocukluğunuza döndüğünüzde bunlardan çokça örnekler bulabilirsiniz.
Şimdi bizler de ebeveynlerimizden öğrendiğimiz için aynı teknikleri modern dünyanın nimetlerinden de yararlanarak çocuklarımız üzerinde bilinçsizce kullanıyoruz.
Ne yapabileceğimiz, neyi başarıp, neyi başaramayacağımız binlerce defa söylendi. Fakat toplumumuzdaki yaygın anlayış nedeni ile başaramayacaklarımız başarabileceklerimizden çoğu zaman daha öne geçti.
Yüz yüze olduğumuz bu programlama işlemini, hiçbir art niyet taşımadan en sevdiğimiz insanlar yaptılar. Anne, babamız, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız daha önemlisi biz.
Böylece içinde olduğumuz kişilik ve içinde bulunduğumuz toplumsal kimlik siyah ipli bir dantel gibi işlendi. Bardağın hep boş tarafı olduğunu bilen kişi bizdik, camdaki lekeleri geçip orda ki manzaranın tadını almak isteyen kişi de bizdik.
Artık bu kişilikle bizim içerde ürettiğimiz olumsuz tablolar dışındakilere ihtiyaç bırakmadı. Kendi kendimize programlanır hale geldik: “Ben yapamam” “Ben güçsüzüm” “Mutsuzum”
Bir çakının ucuyla iyice işledik beynimize bunları ve nasıl düşünüyorsak öyle olmaya; öyle davranmaya, öyle konuşmaya ve öyle yaşamaya başladık. “Çaresi ne?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bunu çözebilmek için öncelikle bilinçaltımızın özelliklerini bilmeniz gerekiyor.
Bilinçaltının özellikleri
İnsan beyni ortalama olarak sadece 1 kilo 600 gram gelmektedir. Şekli de birbirinin içine girmiş bir barsak kümesi gibidir. Bu bahsettiğim görüntünün fiziksel olarak bir bilgisayarla hiçbir ilişkisi yoktur. Fakat temel de aynı özelliklere sahiptirler ama ciddi bir farkla: insan zihni bugüne kadar yapılan en güçlü bilgisayardan binlerce kat daha güçlüdür.
Bilinçaltının depolama gücünü göz önüne alırsak bilgisayarlar son derece zayıf kalır. Bir de zihnimizin yardımıyla her türlü varlıktan farklı olarak ortaya koyduğumuz duygusallık boyutumuz ve çıkarım kabiliyetimiz vardır.
Bu üstünlüklere rağmen; işleyiş olarak bilgisayarlarla benzer birçok yönümüz söz konusudur:
Bilgisayarın ekranı; bizim görünüşümüz, hareketlerimiz, söylediğimiz kelimeler, dış dünyaya verdiğimiz her şeydir.
Klavye; beş duyumuzla eşdeğerdedir. Bildiğimiz her şey buradan geçer.
Hard disk; ise bilgisayarın bilgilerinin depolandığı yerdir. İnsanın hard diski ise bilinçaltıdır.
İşleyişi şöyle değerlendirebilirsiniz: Bilgisayara ne yüklerseniz onu alırsınız. Şimdiye kadar siz ya da başkaları size neleri yüklediyse, onları almaktasınız. Yani insanda tıpkı bir bilgisayar gibi programlanabilmektedir.
Hard diskimiz olan bilinçaltımızı iyi tanımak gerekir: Burası bir posta merkezi gibidir. Şehir dışından gelen mektuplar, emirler ve şehrin dışına giden mektuplar, verilen emirler buradan geçer.
Bir işi ortaya koymamızı ya da tam tersi ortaya koyamamamızı sağlayan yer de burasıdır. İyi yönetildiğinde olumlu sonuçlar veren, kötü yönetildiğinde ise olumsuz sonuçlar veren bir merkezdir burası. Tıpkı posta bölümünde ki şehir içi, şehir dışı, ilçe, merkez, merkez ilçeler gibi bölümlere ayrılmıştır. Her birimin işini iyi yapması zihinsel sağlığımızın ve mutluluğumuzun temelidir. Eğer birimlerden biri bile işini aksatıyor ya da kötü yapıyorsa bu dorudan doğruya bizim hayatımızı kontrol gücümüze etki eder.
Bir kısmı, ruh halimize, iç dünyamıza, bir bölümü bedensel bütünlüğümüze, sağlığımıza bir kısmı da hayallerimize, düşünce gücümüze gönderilen mektuplardır. Bizimle ilgili her şey bu merkezden geçerek gerçekleşir, yanıt verir ve yanıt alır. Postadan gelen her hangi bir emir, hemen uygun bölüme kanalize edilir.
Beynin içinde milyonlarca sinir hücresinden oluşan bu şebeke, gelen mesajları gerekli yerlere iletir. Beyin sadece duyu organlarımızın aracılığı ile gelen emirleri değil, düşüncelerimizin ürettiği her türlü emri de hemen iletir, cevaplar ve eylemlerimize yansıtır.
Hangi düşünceleri kendinize programladıysanız veya size programlamalarına izin verdiyseniz, onlar sizinle ilgili her şeyi etkiliyor, yönetiyor ve kontrol ediyor demektir. Doğduğumuz günden bu yana her an programlanıyoruz. Kimi programlar herkes tarafından görülebilecek kadar açıkken, kimisi gizli ve sinsicedir.
Şu anda bile ben size farkındalığınızı artırma programı yüklüyorum. Yani açık bir program sunuyorum. Alıp almamak sizin elinizde. Ama yaşamınızdaki tüm programlar size bu dille sunulmadı. Ne yapıp yapmayacağınız bazen açıkça bazen de sinsice söylendi. Ne konuda iyi olup ne konuda olmadığınız başkalarınca ve onlara izin veren siz tarafından belirlendi.
Davranışlarımızın, tutumumuzun, düşüncelerimizin, kullandığımız cümlelerin, acaba ne kadarı bizim kendimize ait? Ne kadarı çevremize?
Kimi insanların konuştuklarından ve yürüttüğü mantık şeklinden hiçbir şey anlamayız. Sanki bambaşka bir dünyadan gelmiştir, hep bilmediğimiz kelimeler kullanır, çok detaylı yaklaşır, ya da olayları çok üstün körü değerlendirir. Bazı insanlar bize göre çok avam, kimi de çok elittir, aydındır.
Evet, işte tam burada çevre devreye girmektedir. Bu farklılıklar, bizi programlayan çevre ile onları programlayan çevrenin farkından meydana gelir.
Her cümlede, her mimikte, her tavırda gizlenmiş bir programlama söz konusudur. Ağzımız “evet” derken beden dilimiz bir bütün olarak “hayır” diyebilir.
Çocuğunuza; “Tamam gidebilirsin” derken kafanızı sağa sola çeviriyorsanız, gözleriniz de kafanızla birlikte gidip geliyorsa, çocuğunuzun gideceği yerde rahat edip eğlenmesini beklemeyin. Bilinç düzeyinde ağzınızdan çıkan “Evet” çocuğun bilinç düzeyinde de “Evet” olarak alındı. Ama bilinçaltının dili olan beden dili sayesinde “Hayır, yanlış yapıyorsun” mesajını da aldı. Bilinç düzeyindeki “Evet” e güvenerek oraya gitti ama bilinçaltının “Hayır”’ı ile rahatı kaçtı, eğlenemedi.
“ Evet” dediğinizde sizinde inandığınız bir evet olsun ki, beden dilinizde bu gerçeğe ayak uydursun. Böylece karşınızdaki ikili mesaj alıp, çelişkiye düşmesin ve yapması gerekeni yapması gerektiği yerde gerçekleştirebilsin. Eğlenmeye gitmişken eğlenebilsin, ders çalışırken; “Ailem ders çalıştığımı biliyor, onlar gerçekten bana güveniyor” diyebilsin.
Bizler veya çevremiz tüm yaşantımız boyunca kafamızın içine neyi ektiysek, tekrar onu bulduk. Fakat ektiğimiz tohum artık tohum halinde değildi, beynimizin iç dinamiklerini de kullanarak her biri farklı boy ve görünümde bitkilere dönüştü.
Çocuğumuza ektiğimiz ya da biz çocukken ekilen olumsuzluk tohumları düşünün:
Cümle: Neden yine çalışmıyorsun?
Verilen mesaj: Zaten her zaman tembeldin.
Alınan mesaj: Başaramamaya mahkûmum.
Cümle: Ne zaman çalışmaya başlayacaksın.
Verilen mesaj: Yine çalışmıyorsun.
Alınan mesaj: Ben asla tembelliği aşamayacağım.
Cümle: Neden adam olmasını bekliyorum ki.
Verilen mesaj: Sen adam değilsin, olamazsın.
Alınan mesaj: Ben adam değilim olamadım.
Bu ve benzeri yaklaşımlar açıkça ekilen olumsuzluk tohumlarıdır. Birde gizlice ekilenler vardır:
Cümle: Erçin’in ders çalıştığını hiç görmedim. İlkokul boyunca getirdi çantayı, bir köşeye attı ve televizyon izledi. Yine de hep pekiyi aldı.
Verilen mesaj: Çalışmadan yapar, benim çocuğum zeki.
Alınan mesaj: Çalışmama gerek yok, ben zekiyim.
Burada çocuğun zeki olduğu dile getirilip, olumlu mesaj veriyormuş gibi görünse de aslında gerçek çok farklıdır. Çocuğun zihnine hiç çalışmasına gerek kalmadan hayat boyunca istediğini elde edeceği mesajını verilmektedir ve bu programla hareket eden biri, çalışmaktan sürekli kaçacağı için, ilkokul hayatında yakaladığı başarı, yazık ki çok uzun sürmeyecektir.
Eskilerinin sizde bıraktığı olumsuz yaraları iyileştirip, yeni programlar yazma fırsatınız var. Yeni bitkiler, yeni fideler yetiştirme imkânı sunacak toprağınız mevcut. Hard diskinizdeki istenmeyen programları silip, yerine yenilerini yükleme şansınız her zaman vardır.
Bilinçaltınız inanılmaz bir işleyişe sahiptir. Belki oradaki olumsuz programları tamamen ortadan kaldıramazsınız ama kullanım dışı kalmasını, işlevsiz olmasını sağlayabilirisiniz. Ve yerine yenisini işlevsel olarak koya bilirsiniz. Bilinçaltınızdaki kötü tohumlar, zararlı bitkilerin kökleri gibidirler. Bunlar, olumsuz anılarınızdır. Bu zararlı bitkileri kesip, köklerini toprağı besleyen gübreler olarak kullanabilirsiniz.
Bu kökler hep var olacaklar ama size artık zarar veren değil, sizi besleyen bir yapıya bürüneceklerdir.
Yanlış programlanmış, sizi istediğiniz sonuca hiçbir şekilde götüremeyecek olan bir programı ya da hiç işinize yaramayan bir bitkiyi sulamanın ve yaşatmanın bir anlamı var mıdır?
Birçoğumuz bu türden olumsuz, istemediğimiz programlarla yüklüyüz. Bu yüzden işlerimiz istediğimiz gibi gitmiyor veya başarılı ve mutlu olamıyoruz. Hayallerimizi bile başaramam korkusu ile sınırlandırıyoruz.
Değiştirmek istediğiniz her neyse önce sizde var olanı, ekileni, sizin hala köklerini beslemek için beyninizde suladığınız o dikenli tohumları kaldırıp atmanız, ondan sonra da yerine yenilerini ekmeniz, yeni programlarınızı gerçekleştirerek hayata geçirmeniz gerekir.
Eğitim ve değişim gerçekleştireceğini düşündüğünüz bir kitabı veya uygulamayı sadece bir defa okuyarak sonuç elde etmeniz mümkün değildir. Değişim kitaplarını birkaç kez okuyup, anlayıp, yorumlayıp içselleştirdiğinizde, yaşamınıza uyguladığınızda değişim gerçekleşir.
Ok atmayı, balık tutmayı veya kamyon kullanmayı nasıl ki kitaptan öğrenmeniz mümkün değilse, sadece okuyarak, hele bir defa okuyarak değişimi gerçekleştiremezsiniz. Top oynamayı öğrenmek için çıkıp sahada top sürmeniz gerekir.
Şimdi okuduğunuz her hangi bir bölümü tekrar okuyun ve uygulamalara baştan özen gösterin, değişimi içselleştirmeye çalışın. Kafanızdaki yargıları değiştirin. Sonra da elde ettiğiniz sonucu gözlemleyin; “Nerdeydiniz?”, “Nerdesiniz?”, “Nereye geldiniz?”
Daha sonra zihninizdeki olumsuz programları değiştirmenizi sağlayacak verilen uygulamalara geçin.
Çiğnediğiniz Olumsuzluk Sakızlarını Tükürün
Uygulama – 1
– Ne yapacağımı şaşırdım kaldım.
– Konuşmak benim için hep işkence olmuştur.
– Kendimi bir türlü toparlayamıyorum
– Keşke dolarla para kazansaydım.
– Ben asla kazanamam, kaybetmeye mahkûmum.
– Elimde değil, ben böyleyim işte!
– Ne kadar planlarsam planlayayım, işlerim yolunda gitmiyor.
– Zamanım yetmiyor.
– Keşke daha uzun, daha zayıf, daha şişman ya da daha kısa olsaydım.
– Hiçbir zaman evden zamanında çıkamıyorum.
– Toplum o kadar değişti ki, hiç kimseye güvenemiyorsun.
– Bu işi tamamlayabileceğimi sanmıyorum.
– Hiçbir işim doğru gitmiyor.
– Hiçbir konuda iyi olamıyorum.
– Bunu başarmak imkânsız.
– Bu bana uymaz.
– Bunun altından hiç kimse kalkamaz.
– Çaresizliğimi ifade edecek kelime bile bulamıyorum.
Bunlar gibi zihninizde sürekli çiğnediğiniz olumsuz inançlarınızı belirleyin.
Bu inancınıza ait bir resim görün. Olumsuz inancınızı temsil eden, bir görüntüyü zihninizde canlandırın. Bu resme dışarıdan yani sanki televizyon ekranında seyrediyormuş gibi bakın.
Resmi zayıflatın. Resmin renklerini soldurun. Çizgileri belirsizleştirin.
Resmi silin: Bu resmin git gide bulanıklaştığını, sizden hızla uzaklaştığını ve sislerin arasında kaybolup gittiğini hayal edin.
İstediğiniz inancın resmini yaratın: Sahip olmak istediğiniz özelliğe yönelik zihninizde bir resim yaratın. Bu resme de dışarıdan, yani televizyon ekranında seyrediyormuş gibi bakın.
Resmi canlandırın: Olumlu resminize hareket katın. Renkleri parlaklaştırın. Netleştirin. Cıvıl cıvıl, hayat dolu bir anlam katın. Sanki elinizi uzatsanız dokunacakmışsınız gibi gittikçe size yaklaşsın.
Bütünleşin: Resmin içine girin ve onunla bütünleşin. Yepyeni bir siz olduğunuzu hissedin. Resim sizin, siz de onun bir parçası olana kadar bu çalışmayı tekrar edin.
Uygulama – 2
Size yarar sağlamayan bir davranışınızı düşünün: “ Üşengeçlik”, “ Cesaret edememe”, “ Aşırı detaycılık”, “Sürekli olumsuz olan yönleri görme”, “Güvensizlik” gibi.
Bu davranışı gerçekleştiren sizi hayal edin. Tam karşınızda bu resmin durduğunu hayal edin ve ayrıntılarıyla zihninizde canlandırın.
Arkasında olmak istediğiniz sizin resmini oluşturun: Bu sefer yarar sağlamayan davranışınız yerine, onun tersi olarak sahip olmak istediğiniz davranışı yapan size ait bir resim hayal edin. Bu resmi, olumsuz olan resmin arkasına koyun.
Bir delik açın: Önde duran olumsuz resmin ortasından bir delik açıldığını ve arkadaki olumlu resmin bu delikten sızaran, öndekini tamamen kapladığını hayal edin.
Tekrar edin: Arkadaki resmin öndekini kaplaması çalışmasını 5 ila 7 kez tekrar edin.
Uygulama – 3
Değiştirmek istediğiniz yönünüzü belirleyin: Değiştirmek istediğiniz yönünüze karar verdikten sonra, onun yerine koymak istediğiniz yönü belirleyin.
Ayakta durun: Önünüzde altı adım atabileceğiniz mesafe olacak şekilde ayakta durun.
Çevre boyutu: Bulunduğunuz nokta da, içinde bulunduğunuz koşulları, istemediğiniz yönünüzün sizin, diğer insanların ve hayatınızın üzerindeki etkisini değerlendirin.
Davranış boyutu: Bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra, tam önünüzde bir çember olduğunu hayal edin. Çemberi en sevdiğiniz renkten oluşturabilirsiniz. Bu çemberin içinde yüzü size dönük, size bakan bir siz hayal edin. Onun sizden tek farkı, sahip olmak istediğiniz yönü ortaya koyan, tüm davranışlarında bunu yansıtan ve bunu davranış olarak hayatına geçirmeyi başaran bir siz olmasıdır. Onun bu davranışı nasıl gerçekleştirdiğini, bu davranışa sahip olmanın onda ne gibi güzel duygular uyandırdığını bir süre izleyin ve hissedin. Daha sonra ileri doğru bir adım atın ve o çemberin içindeki sizle bütünleşin.
Yetenek boyutu: Önünüzde bir çember daha hayal edin. Onun içinde de size bakan bir siz var. Onun sizden farkı ise sizin sahip olmak istediğiniz yönü adeta bir yeteneğe dönüştürmüş. Bir ressamın resim yapması, bir şairin şiir yazması gibi bu onun yeteneği. Bir süre onu izleyip, duygularını hissettikten sonra ileri doğru bir adım atın ve bu çemberinde içine girerek onunla bütünleşin.
İnanç boyutu: Önünüzde bir çember daha hayal edin. Onun içinde duran sizin sizden farkı ise sahip olduğu inanç. O bu olumlu yönüne sonuna kadar güveniyor ve inanıyor. Bu inanca siz de sahip olmak için ileri doğru bir adım atın ve onunla bütünleşin.
Kimlik boyutu: Önünüzdeki yeni çemberde duran siz, sahip olmak istediğiniz özelliği kimliğinin bir parçasına dönüştürmüş. Bu özellik artık onun kimliğinin en değerli parçalarından biri. İleri doğru bir adım atın ve bu kimliğe bürünmek için onunla bütünleşin.
Maneviyat: Önünüzdeki çemberde duran siz, sizin sahip olmak istediğiniz yönü her boyutta gerçekleştirmiş ve bunu daha üst düzeye de taşıyarak var olma nedeniyle de içselleştirmiş. Sahip olduğu özellik sadece ona değil, varlığının bir nedeni olarak çevresindeki insanlara da yarar sağlıyor. İleri doğru bir adım atın ve bütünleşin.
Geri dönün: Her adımı geri dönerek, her çemberde istediğiniz yöne sahip olmanızı sağlayacak kaynaklarınızı harekete geçirdiği için bilinçaltınıza teşekkür edin.
Çevre boyutu: En başa tekrar geldiğinizde, bu yeni davranış, yetenek, inan, kimlik ve maneviyatın size ne gibi katkılar sağlayacağını, yaşamınıza ne gibi artılar getireceğini değerlendirin.
Kaynak: Hipnoz ve NLP ile Mutluluğu Yakalayın – Ares Kitap
www.gencgelisim.com