Reklamların bize yön verdiği şekilde yaşıyoruz. Tepkilerimiz bile reklamlarla şekilleniyor. Farkına varmamız gereken bu önemli konuyu Şirin Kartal yazdı.
Günümüzde, sosyal gelişmelere tepkisel yaklaşım ve farkındalık yaratma sürecimiz reklam kampanyaları ile yürüyor.
ALS hastalığı hakkında toplumsal farkındalık yaratmak üzere Amerika’da başlatılan buz dolu bir kovayı baş aşağı dökerek, kısa süreli felç deneyimi kampanyası yine ülkemizde abartılarak su tabancası savaşına döndü. Meme kanserine karşı ise dünyada pembe kurdele ve reklam filmleri ile farkındalık yaratılmaya çalışılırken, Türkiye’de meyve isimleri kullanarak örtük bir şekilde ilişki durumu ilanı ile farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Kısacası, ünlü bir simanın su dolayısı ile vücuduna yapışan beyaz t-shirt’ü ve meyve ismi ile medeni durum ilanı ile sosyal gelişmelerin farkında oluyoruz.
Kampanyalar ve farkındalık programları bir yana, piyasaya sürülen yeni ürünlerin reklam film ve metinleri bile insanlara kendini “yetersiz” hissettirmeyi amaç edinmiş durumda. “Cılız saç telleri yerine hacimli saçlar için”, “Kelliğe son”, “Bel bölgenizde bir simit mi taşıyorsunuz?”, “Dümdüz bir karın için”, “Daha beyaz gülüşler” vb. sloganlar gizli mesajlar içeriyor. İzleyicilere kelsiniz, göbeklisiniz, bu da yetmezmiş gibi çok bakımsız bir ağıza ve kötü bir gülüşe sahipsiniz deniliyor.
Toplum yürüme eylemini henüz gerçekleştiremeyen emekleme halindeki bebek, reklam firmaları ise bebeğin bindiği altı tekerli biryürüteç gibi zihinlerimize sağlı sollu hükmediyor.
Kendimizi topluma hiçbir faydası olmayan ve zihin durağanlaştıran küçük oyun ve hesapların içinde buluveriyoruz.
Görkemli hayatlar yaşayan ünlülerin makyaj ile yaratılan “şiddete maruz kalmış” ifadelerini izleyerek ve sosyal medya profillerine “mavi kantaron” yazarak bilinçleniyor, şampuanımızı modellerin “bol hileli” resimlerinden etkilenerek seçiyor, bir bitki çayı içerek çok daha “formda ve güzel” görüneceğimize inanıyor isek, sorun; reklam şirketlerinin ve basın-yayın kanallarının takipçiye “zihni durgun” muamelesi yapmasından ziyade, toplumun bu dilden iyi anlıyor ve bu dile hızlı cevap veriyor olmasındadır.
Tüm bunların ötesinde iş kazalarının, alt yapı eksikliklerinin, töre cinayetlerinin yaşandığı bir ülkede ALS ve meme kanserine olan duyarlılığımız şaşırtıyor. İnsan ihmali, bilinçsizliği ve duyarsızlığı sonucu oluşan kaza ve cinayetlere nazaran; genetik, çevresel ve yaşam alışkanlıklarına bağlı nedenlerle ortaya çıkan hastalıklara daha tepkisel olan yaklaşımımız ise bir o kadar düşündürücü. Toplumun, genlerine karşı farkındalık yaratırken çevreye epey duyarsız kalmayı tercih edişi önemli bir davranış bozukluğudur.
*
Şirin Kartal
sirin.kartal.82@gmail.com
www.gencgelisim.com