Başarı ve Doyum Fabrikası
Çevrenize bir bakın; iyi mevkilere gelmiş, iyi paralar kazanmış birçok insanın mutlu olmadıklarını görürsünüz. Mutluluğu sağlayan kime göre ve ne kadar başarılı olduğumuzdur.
Başarının anlamı nedir? Size göre başarı nedir? Bu sorunun yanıtını ararken doyum kavramı çıkıyor karşımıza, yaptığınız iş, geldiğiniz nokta sizi doyuruyorsa; o zaman bu bir başarıdır.
Başarı mutluluk getirir. Aslında mutluluk doyumun fabrikasından çıkan bir üründür. Doyum ve başarıda bu fabrikanın makineleridir. Doyum olmadan başarı yakalanabilir. Ancak bu başarılar tesadüflere bağlı başarılardır. Tekrarlanamazlar ve mutluluk vermezler.
Belki doktorsunuz. Belki bir avukat. Belki bir tezgahtarsınız ya da kendi işinizin sahibisiniz. Büyük bir iş adamı ya da bir memur olmanız fark etmez. Önemli olan bulunduğunuz mevkide doyumu yaşayıp, yaşamadığınızdır.
Mesleğiniz ne olursa olsun, bulunduğunuz konuma gelebilmek için çok büyük bir istek duyan, bunun için mücadele veren ve sizin mevkiinizde bulunduğu takdirde mutlu olacak insanlar vardır. Ama siz bulunduğunuz konumda mutlu olmayabilirsiniz. Çünkü siz orda olmayı planlamamıştınız. Orda olmak istemiyordunuz ve asla bu konuda hayal kurmamış ve hiç çaba sarf etmemiştiniz. Sadece tesadüfler sonucu bu mesleği icra etmektesiniz. Bu iş sizi doyurmuyor ve mutlu etmiyor.
Anne babasının istekleri doğrultusunda meslek seçen ve mutlu olamayan birçok insan vardır. Başarılı ancak doyumsuz isek; mutsuz olmamız kaçınılmazadır. Kendinize sorun:
Neyi başarmak istiyorum?
Bu gerçekten istediğim şey mi?
Başkasını etkisinde kalıyor muyum?
İşin başında başarıyı kendimize göre tanımlayıp, yaşam amacımızı belirlemeliyiz. Aksi halde onu elde ettiğimizde neyi elde edeceğimizi bilmediğimiz için istediğimizin bu olduğunu fark edemeyiz.
Duygusal çöküntüler başarısızlıklardan ve doyumsuzluklardan kaynaklanabilir. Başarısızlıklar da belirsizlik ve amaçsızlıklardan kaynaklanır. “Nereye gideceğini bilmeyen bir gemiye hiçbir rüzgar yön veremez”
Neyi başarmak istediğinizi bilmiyorsanız hayat size ne verirse versin doyuramaz. Ama yaptığınız şey istediğiniz şeyse bir parça kuru ekmek ya da az gelirli bir iş sizi sonsuz bir zenginlik hissiyle doyurur. Çünkü tercih ettiğiniz, planladığınız, hayal ettiğiniz durumu yaşamaktasınızdır. Bunlarla yetinin demiyorum ama ne istediğinizi bilin. Çünkü ancak böyle mutlu olabilirsiniz.
Uzun yıllar önce, uzaklardaki bir ülkede ‘Bin Aynalı Dağ’ denilen bir dağ vardı. Bu dağın zirvesine gerçektende bin tane irili ufaklı ayna yerleştirilmişti. Herkes zaman zaman bin aynalı dağa çıkıp, ilginç görüntülere şahit olmayı ve daha sonra gördükleri hakkında arkadaşlarıyla konuşmayı isterdi.
Bir gün, bu ülkede yaşayan küçük mutlu bir köpek, bu dağı duydu ve oraya gitmeye karar verdi. Dağın eteğine ulaştı ve sonra neşeyle yukarı tırmandı. Yorulmuştu, ama yeni şeyler göreceği için keyiflenmiş ve yorgunluğunu çoktan unutmuştu.
Aynaların bulunduğu zirveye geldiğinde kulaklarını dikmiş, kuyruğunu hızlı hızlı sallıyordu. Zirvede az kalsın hayretten dilini yutacaktı! Bin tane küçük mutlu köpek kendisi gibi kuyruklarını hızla salıyordu. Kocaman bir gülümseme gönderdi onlara. Karşılığında bin tane sıcak ve dostane gülümseme aldı. Mutluluğu kat kat artmıştı. Oradan bir türlü ayrılmak istemiyordu. Türlü türlü sevinç ve dostluk hareketleri yapıyor, yaptıklarının bin katı fazlasıyla karşılığını görüyordu. Nihayet gün karardı ve oradan ayrılması gerektiğini anladı.
Dağdan inerken kendi kendisine ‘Burası harika bir yer! Bu yere sık sık geleceğim’ diye düşünüyordu. Bu arada, aynalı dağın çıkışındaki anlamlı levhayı da okudu ve mutluluğu bin kat arttı…
Aynı ülkede yaşayan başka küçük bir köpek daha vardı. Ama ilki kadar mutlu değildi. Huysuz ve mutsuzdu. O da o dağa gitmeye karar verdi. Dağın eteklerine gelip de yukarıya baktığında şikayete başlamıştı bile.
‘Gösteri yerini neden bu kadar yükseğe koyarlar, anlamıyorum ki!’
Sızlana sızlana dağın tepesine kadar çıktı. Yorgunluk ve kızgınlığa şimdi bir de korku eklenmişti. Doğru ya bu dağın tepesinde kendisini kim bilir hangi hırsızlar, haydutlar bekliyordu!
Aynaların olduğunu alana yaklaşırken, her an bir düşmanla karşılaşacakmış gibi başını aşağıya eğmişti. Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerine inanamadı: Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti. Güya onlardan korkmadığını göstermek için hırlamaya, dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını bilemedi ve dağdan kaçmaya başladı.
Dağdan inerken kendi kendine ‘Burası korkunç bir yer! Bu yere bir daha asla gelmeyeceğim!’ diyordu. Huysuz köpek, o hızla ve korkuyla kaçarken, aynalı dağ hakkında bilgi veren levhayı ve üzerindeki yazıları görmemişti bile. Levhada şöyle diyordu:
‘Ey yolcular! Sakın aldanmayın, gördüğünüz görüntüler sadece ve sadece size aittir. Aynı şekilde, hayatta başınıza gelen bütün olaylar size tutulmuş aynalardır. Onlarda sadece kendinizi, kendi duygu ve düşüncelerinizi görürsünüz…’
Ah Bir Değişse
Hepimizin zaman zaman büyük bir arzuyla istediği ve çok sık düşündüğümüz bir kavramdır değişim. Çoğu zaman eğer birileri bizim için değişirse mutlu ve başarılı olacağımıza inanırız.
“Ah şu babamı bir değiştirebilsem, dünya ne güzel olurdu.” “Eşim biraz daha anlayışlı olsaydı…”
“Bu ülkenin koşulları farklı olsaydı, neler yapardım neler.”
“ Keşke öğretmen dersi daha iyi anlatsa, o zaman başarılı olabilirdim.”
Daha nicelerini siz de ekleyebilirsiniz. Çevremizde bizim değiştirmek istediğimiz ve bizi değiştirmeye çalışan birçok insan vardır.
Sizinde çevrenizde değiştirmek istediğiniz kimler var? Zihninizde isimler belirmeye başladı, değil mi? Hatta kiminizin “Kim yok ki” dediğini duyar gibiyim. Öyleyse en yakınınıza gidin ve değiştirme işlemini kendinizden başlatın. Kendini değiştiremeyen başkasını hiç değiştiremez ve başarı bu değişimle gelir.
“Bak Ahmet’in oğlu nasıl çalışıyor, sen tembellik ediyorsun” diyeceğinize elinize bir kitap alıp okuyun. Siz örnek olun ki, çocuğunuz sizi örnek alsın.
Bir başkasının değişimini umut etmek, sadece bizim başaracaklarımızın hırsızıdır. Başkasına bağladığınız herhangi bir şey sizin kontrolünüzden çıkmıştır. Dolayısıyla başarınızı bir başkasının değişimine bağlamışsanız, boşa kürek çekiyorsunuz demektir.
Çevrenin bütünü kontrol edip, istediğiniz yola sokamazsınız ama olup bitenler karşısında alternatif yollara başvurarak siz farklı davranıp, istediğiniz sonucu elde edebilirsiniz. Birilerinin düşünce ya da davranışlarını değiştirmelerini beklemek yerine siz kendi bakış açınızı değiştirin. Onların var oldukları durumu kabullenip, size engel olmalarını önleyecek alternatif yollar arayın.
Eğer alternatif yol bulamadığınızı düşünüyorsanız, kendinize karşı daha dürüst olun. İçinizde gizliden gizliye hala bir başkasının değişimini umut eden bir parçanız varsa, alternatif yolu görmenize engel oluyordur. Kalbinizle ve zihninizle yapmak istediğiniz şeye, bir başkasının değişimini dahil etmeden tümüyle odaklandığınız sürece her zaman bir çözüm vardır.
Mazeret Hastalığı
Çevrenizde başaralı olmamış insanlar var mı? Neden başarısız olduklarını nasıl da uzun uzadıya açıklıyorlar, değil mi? Peki, neden başarılı olanlar nasıl başarılı oldukları üzerine onlar kadar uzun konuşmuyorlar?
Başarısız insanlar, başarısızlığın nedenlerini kendileri dışında bir yerde bulurlar.
Kendinizin dışındaki nesneleri rahatlık görür, duyar ve hissedersiniz. Duyu organlarınız bu alımlarını zihin süzgeçinden geçirip, başkalarına da aktarmanızı sağlar. Bu işlem çok kolaydır.
Ama kendinizi her an göremezsiniz. Gerçek sesinizi algılayamazsınız. Bu yüzden; bir teypten, hoparlörden sesinizi duyduğunuzda şaşırırsınız. Sizin sesiniz olduğuna inanamazsınız. Bir başkası dokunmadığı sürece bedeninizin ne kadar hassas ve duyarlı olduğundan haberdar değilsinizdir. Bunu en iyi sevgililer bilir. Sevgilinin dokunuşu tüm vücudu titretirken, kendi bedeninize ne kadar dokunursanız dokunun aynı hissi yaşayamazsınız.
Dışarıdaki olayları çok rahat tarif eder ve detaylarıyla anlatırsınız. İşte başarısızlığını dış nedenlere bağlayan, sürekli mazeret üretenler de bu yüzden çokça konuşup neden başarısız olduklarını anlatırlar. Tabi bahanelerine kendileri de dahil kimse inanmaz ama onlar yinede gördüklerini kendilerince anlatırlar.
Başarılı insanlar mazeretlerin arkasına sığınmazlar. Çünkü mazeretler yoktur onların dünyalarında. Olmayan bir şeyin arkasına sığınamazlar. Dr David j. Schwartzin söylediği gibi “Mazeret bulmak bir hastalıktır.”
Ludwig Von Beethoven’ın 1802’de başlayan ve 1820’de tamamen sağır olmasına neden olan hastalığı beste yapmasını engellemedi. En güzel eserlerini bu dönemde yaptı. Ününe ün katan Dokuzuncu Senfoni de bu dönemin ürünüydü. Çünkü o duymayan kulağının arkasına saklanmadı. Hastalığının bir mazerete dönüştürüp, kendi başarısına engel olmadı. Ne istediğini biliyordu, hedefe kilitlenmişti ve hayatındaki gölgenin onu kaplamasına izin vermedi.
Her hastalık gibi, mazeret hastalığı da vücudu ve zihni etkisi altında almak ve hükmetmek ister. Bazı insanlar bu hastalığın esareti altına girmişlerdir. Bir olay karşısında hemen mazeretler ortaya çıkarırlar ve kontrolü ona devrederler:
“Verdiğim kararı desteklemedikleri için olmadı.”
“Ailem sırtını dönmeseydi başarabilirdim.”
“Bu iş benim yapıma uygun olmadığı için vazgeçtim.”
“Banka kredi vermiş olsaydı, iflas etmeyecektim.”
“Ben çok çalıştım ama sınav sistemi doğru olmadığı için kazanamadım.”
“Dersler çok zor, iyi not almak neredeyse imkânsız.”
“Eşim engel olmasaydı, çalışmaya devam edebilirdim.”
“Bu devirde kendi işini kurmak çok zor.”
“Ortağımın attığı kazık yüzünden bu haldeyim.”
“Bu yaştan sonra, benden geçti artık.”
Mazeret üreten insanlar; başlangıçta yapmak istemedikleri, korktukları ya da hoşlarına gitmeyen durumdan kurtulmak için mazeret üretirler. Zamanla kendi mazeretlerine kendileri de inanır ve zihnen, bedenen ve ruhen yeni kalıbı benimserler.
Bu mazeretler eşliğinde rehavet dönemi başlar. Ta ki siz başka bir eyleme geçmek isteyip de onun da olmayacağına dair yeni mazeretler üretene kadar.
Örneğin; bir gün birinin mutlu kahkahalarını duyar ve şöyle diyebilirsiniz: “Yeter artık bende mutlu olmak istiyorum.” Ya da birinin özgürlüğünü görüp; “Bende özgür olmak istiyorum” diye haykırabilirsiniz. Ama bu konu üzerinde biraz kafa yorunca, korkularınız, endişeleriniz, olumsuz inançlarınız depreşir ve sizin bunu neden başaramayacağınıza dair sizinle ilişkisi olmayan mazeretler üretmeye başlar.
Bir çocuk gibi mutlu özgür ve rahat olmak istediğiniz anlar olmuştur. Ama zihninizi kaplayan mazeret hastalığı hemen depreşir ve rehavet döneminden çıkıp dizginleri ele almaya çalışır. İşte o anda mutluluğu sergileyen kişinin veya varlığın davranışına karşı mazeretler üretip, mutluluğu bastırmaya başlarsınız. Bunun en güzel örneği bir taraftan bir çocuk gibi mutlu olmak isterken, bir taraftan çocukların davranışlarına karşı gösterdiğimiz tepkilerdir. Onlar gibi koşulsuz kahkahalar atmak isteriz ve gürültü yaptıklarını ileri sürerek onların kahkahalarını bastırırız.
Geçenlerde otobüste bir grup genç güle eğlene yolculuk yapıyorlardı. Gerçektende yaşamın derdinden, tasasından o kadar uzaklar ki onları kıskanmadan izlemek mümkün değildi. Bu arada bir grup orta yaşın üstünde insanda bu neşeden ve eğlenceden inanılmaz rahatsızlık duyuyordu. Kendi gençliklerindeki neşeyi, heyecanı unuttukları gibi, o dönemden eser kalmamıştı. Sonraki dönemde gerçekleşen öğrenmeleri doğrultusunda davranış değişikliği gerçekleştirmişlerdi. “Otobüste yüksek sesle konuşmak yanlıştır.”
Gençlerin gerçekliği ile onların gerçekliği hiç ama hiç örtüşmüyordu. Gençlere bu durumu fark ettirecek yükseklikte bir ses tonuyla sızlanmaya başladılar; “Gençlik çok değişti çok. Artık ne büyüğe saygı var ne küçüğe. Ne kural kaldı ne de saygı.”
O ana kadar çevreden haberi olmayan gençlerin yüzündeki tebessüm silindi, kahkahaların yerini sessizlik aldı. Otobüstekiler tıpkı kendilerine öğretildiği gibi gençlere katıksız mutlu olamayacaklarını öğretmişler ve gençlerin davranışını değiştirmişlerdi. Tam istedikleri gibi olmuştu. Her tarafı derin bir ölüm sessizliği bürümüştü.
Çözüm Vadisi
Mazeret hastalığı diğer davranışlarımız gibi öğrenilmiş bir davranıştır. Hayat hiç çocukluğumuzdaki gibi değildir. Çocukken kendimize ait bir dünyamız ve kurallarımız vardı. Çocukken algıladığımız hayat gizemli, neşeli, keyifli ve eğlenceli iken, bugün ki yaşantımızda zorluklar, mücadele, sıkıntılar, para kazanma kaygısı var. Kısacası yaşamın başka bir yüzüyle karşı karşıyayız.
Bu yeni yüz; çocukluğumuzdaki mutluluğu unuttururken mazeretler üreterek kaçmayı öğretti bize. Çocukluğumuza ait o dünya kimimizin hatıralarından dahi silinmişken, kimimiz o döneme ait hatıralarını daha dün yaşadığı olaylar kadar canlı tutmayı başarıyor ve mazeretlerden kaçabiliyor.
Mazeret hastalığı öğrendiğimiz bir davranış olduğuna göre; aslında başlangıçta ona sahip değildik ve sahip olmaya da ihtiyacımız yok. Bizim ihtiyaç duyduğumuz tüm kaynaklar zaten içimizde var. Mutluluk, huzur, başarı… Tüm bu duyguları bir zamanlar yaşadınız. Bilinçaltınızda kayıtları var. Yeter ki onları mazeretlerin gerisine itmek yerine su yüzeyine çıkarın.
Hepiniz seçim yapma gücüne sahipsiniz. Hayattan aldığınız sonuçlara bir bakın. Sonuçları büyük ölçüde aldığınız kararların ve eylemlerin belirlediğini göreceksiniz.
Olumsuz düşüncelerinizden, negatif duygularınızdan ve mazeretlerinizden kurtulduğunuzda çözüm üretirsiniz. Mazeretlerin arkasına saklanıp, göremediğiniz şeyler aslında çözümler ve gerçeklerdir.
Mazeretler kavşağının bittiği yerde çözüm vadisi başlar. Sorunlarınızdan kurtulmak istiyorsanız; kavşağı geçip çözüm vadisine ulaşmalısınız.
En çok kullandığınız mazeretleri belirleyin.
Bir zaman çizgisi hayal edin: Bu çalışmayı gözleriniz kapalı yapmanız önerilmektedir. Şimdi bulunduğunuz nokta olacak şekilde ayakta durun. Gelecek önünüzde, geçmiş arkanızda bir çizgi şeklinde uzanacak şekilde bir zaman çizginiz olduğunu hayal edin.
Gelecek çizginizi kısaltın: Gelecek çizginizi üç adım attıktan sonra ömrünüzün sonuna geleceğiniz şekilde kısaltın.
Şimdinizi işaretleyin: Bulunduğunuz noktaya bir bayrak diktiğinizi hayal ederek şimdinizi belirginleştirin.
İlerleyin: Geleceğinize doğru bir adım atın. Artık şu anda değil geleceğinizde bir noktadasınız. Bu noktaya kadar geçirdiğiniz hayatı değerlendirin. Ürettiğiniz bu mazeretler neleri başarmanıza engel oldu? Hangi mutluluklarınızı mazeretleriniz yüzünden ertelemek zorunda kaldınız? Bu mazeretlerin sonuçları size ve çevrenizdekilere nasıl zarar verdi?
Geleceğinize doğru bir adım daha atın ve aynı değerlendirmeyi yapın.
Son gününüze doğru bir adım daha atın: Üçüncü ve son adımınızı attığınız anda ömrünüzün son gününe gelmiş olacaksınız. Şimdi bu noktada yaşadığınız tüm hayatı değerlendirin. Nasıl bir hayat yaşadınız? Mazeretleriniz yüzünden neleri kaçırdınız? Yapmak istediğiniz ama yapamadığınız neler kaldı gerinizde?
Arkanızı dönün: Bulunduğunuz noktada arkanızı dönerek tekrar yaşadığınız hayatı düşünün. Şu sorunun cevabını arayın: “İkinci bir şansım daha olsaydı neleri daha farklı yapardım, hangi mazeretlerimden sıyrılıp, yapmak istediklerim için harekete geçerdim?
Geri gelin: Üç adım atarak bayrakla işaretlediğiniz şimdinize geri dönün. Bu noktada ikinci şansınız olsaydı yapacaklarınız ve kurtulacağınız mazeretleri tekrar düşünün ve ikinci şansa sahip olarak yaşayacağınız hayat için yeni kararlar alın.
Gözlerinizi açın ve rahatlayın.
Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen’in portresini yapmak için görevlendirilmişti. Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı. Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen’e yeterince benzediği görüsündeydi.
Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti. Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti.
Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu,” Portreyi size benzemediği için reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?” Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu.
Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı. Kelen’in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy’nin yaptığı portresinin, üzerinde “Bir Hırsızın Portresi ” etiketiyle teşhir edildiğini gördü.
Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi. Müdür reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti. Bunun üzerine müdür Kelen’in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı. Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı. Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, aynı zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe yapmıştı. Çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatın eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.
Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmeyip, mazeretlerin ardına sığınmadığınızda her zaman bir çözüm vardır.
Büyük Düşünme Korkusu
Bir devlet dairesinde memur olmak isteyen çok insan vardır. Üniversitelerin devletle çalışma garantisi olan bölümleri en yüksek puanla öğrenci alan bölümlerdir. Bu bölümleri tercih eden öğrenciler birçoğu bu alana ilgi duyup duymadıklarına bakmazlar. Onları ilgilendiren en önemli faktör; mezun olduklarında garantili bir iş sahibi olacakları düşüncesidir. Tabi buradaki “Garantili” kavramı sadece zihinlerine ait bir kalıptır.
Bu insanların büyük hayalleri hiç mi yoktur? Elbette ki vardır. Peki, neden o alanları tercih etmezler? Çünkü büyük düşünmekten korkmaktadırlar. Çünkü yapabileceklerine, başarabileceklerine, altından kalkabileceklerine inanmıyorlardır. Çünkü risk alacak kadar cesur değillerdir. Çünkü aileler ne istiyorsa onu yapma ihtiyacı duyuyorlardır. Çünkü kendilerini karar verecek güçte görmüyorlardır.
Kendini Bilmek
Büyük düşünmenin önündeki en önemli etkenlerden biri kendini tanımamaktır. Kendini varmak istediği noktaya gidecek yeterlilikte görmemektir.
Çoğunlukla en az tanıdığımız kişi kendimiziz. Yapabileceklerimizin farkında değiliz. Dolayısıyla kendimizi bilmiyoruz.
Kimsiniz?
Bana sıfatlarınızı mı sayıyorsunuz? Doktor, avukat, berber, terzi, sekreter… Yoksa isminizi mi söylediniz? Ali, Ahmet, Ayşe, Fatma, Buse, Bülent…
Gerçekte kimsiniz siz? İsterseniz aynanın karşısına geçip bu soruyu sorun kendinize, “Sen kimsin?” diye. Eğer yüzünüzde bir gülümseme beliriyorsa bilin ki kendiyle barışık bir varlıksınız. Ama ne kadar yüzünüz düşünceli bir hal aldıysa, ne olduğunuzu düşünmeye başlamışsanız, verecek cevap arıyorsanız o kadar uzaksınız size. Gözlerinize bakın, gözlerinizin derinliklerine. Orada bir yerde gizli tuttuğunuz bir çocuk var. İşte o sizsiniz. Onu yüzeye çıkarın, önce yüzünüze yayılsın bu çocuk, sonra vücudunuza.
Biz inançlarımızla kendimizi sınırlarız. Büyük düşünmekten korkan ve küçük düşünen birisi gazetede ki iş ilanlarına bakarken, daha önce yaptığı ve bildiği işleri arar. Birinci önceliği budur. Kazandığı paranın az olup olmaması, yaptığı işin doyurucu olup olmaması ikinci önceliğidir. Bilmediği, kendini zorlayacak, zahmete sokacak işlerden uzak durmayı tercih eder. Zihinsel kalıplarına uygun işlere bakar.
Çoğu insan kapasitesinin farkında değildir ve kendini küçümseme eğilimi gösterir.
Bir defasında bir arkadaşım; “Ben neyim ki, ne yapabilirim?” dedi. Ona kendisi ile ilgili anlattıklarımdan sonra dimdik duruyordu artık. “İşte,” dedim “sen busun.”
Kendinizi bilmiyorsanız elbette hiçbir şeysinizdir.
Kendinizi kabullenin, eksiklerinizle, varlığınızla ve kendinizi sevin tüm içtenliğinizle. Çünkü dünyada bir başka siz daha yok. Bir benzeriniz yok. Başka bir hayata ertelemeyin mutluluğunuzu. Çünkü bir başka hayatınız yok.
Sokağa çıkın, insanlara selam verin, gülümseyin. Çiçekleri koklayın, ağaçlara bakın. Gökyüzünün mavisiyle, doğanın yeşilini ayır edebildiğiniz için mutlu olun.
Pozitif yönlerinizi listeleyin: Şimdi kağıt, kalemi elinize alın ve aklınıza gelen tüm pozitif özelliklerinizi yazın.
Yakınlarınızla görüşün: En yakınlarınıza sizde gördükleri olumlu özellikleri sorun. Verdikleri cevapları not alın. Bu sohbette onların söylediklerine hiçbir şekilde itiraz ya da müdahale etmeyin. Tamamen nötr olun.
Karşılaştırın: Tüm listeleri bir araya getirin. Sizin listenizle yakınlarınızın söylediklerinin listesinde farklı olanları belirleyin ve bu farklı olanları bir listede toplayın. Bu liste sizin kendinizde var olan ama farkında olmadıklarınızın listesidir.
Birleştirin: Kendi listenizle, farklı olanların listesini birleştirip tek bir liste meydana getirin ve bilin ki siz orada yazanlardan çok daha fazlasısınız.
Büyük Düşünmek Büyük Olduğuna İnanmakla Başlar
“Şu bizim liseden Ahmet vardı ya.”
“Eee ne olmuş ona?”
“Ne kadar zekiydi hatırlıyor musun?”
“Evet, hep en yüksek notu alırdı.”
“Geçenlerde vapurda gördüm onu. Hali perişandı. Hayat öğle bir sille vurmuş ki, görme gitsin.”
“Yapma ya, demek okuyamamış öyle mi?”
“Okuyamadığı gibi bir işte tutturamamış.”
“Gerçekten çok üzüldüm. Birde bizimkiler niye okumadın diyorlar. Ahmet bile okuyamadıysa, ben nasıl okuyayım? Allaha şükür asgari ücretle de olsa bir işim var. Yorulmuyorum. İnsanlarla muhatap değilim. Başımda dırdır eden yok. Sabah işime gidiyorum, akşam evime dönüyorum. Maaşımı da zamanında alıyorum.”
Büyük düşünmenin önündeki önemli etkenlerden biride diğer insanların durumu karşısında geliştirdiğimiz korkulardır. Onların başarısızlıklarını gördüğümüzde kendi halimize şükrederiz. Onlar gibi olmaktan çekinir ve korkarız. Küçük düşünüp; “Ağrısız başım azıcık aşım” sözüne uygun yaşarız. Bize inandırmışlardır ki; büyük düşünmek büyük insanların işidir.
Eğer küçük düşünüp, öyle yaşarsak karşılaştığımız problemlerinde küçük olacağını, çekeceğimiz acıların daha az olacağını düşünürüz.
Duyguların dünyası acıyı kilogramla ya da metre ile ölçmez. Elinize iğne batsa da bu acıdır, kolunuz kesilse de. Basit ve küçük düşünerek yaşadınız diye sadece iğne batmasıyla kurtulacağınızın bir garantisi de yoktur.
Fakir servetinin yarısını kaybettiğinde, örneğin bir çift öküzünün tekini kaybettiğinde ne hissediyorsa, zengin de servetinin yarısını kaybettiğinde aynı acıyı çeker.
Büyük düşünün. Boğulacaksanız bile büyük denizde boğulun. Boğulmayıp yaşayacaksanız da bilin ki büyük denizlerde balık tutma olasılığınız çok daha yüksektir.
İnsanlar kendi yaşadıkları başarısızlıkları diğer insanlara anlatarak onların bundan ders çıkarmasını bekler ler. Ama maalesef her zaman istenilen bu sonuç oluşmaz.
Başkasının başarısızlığını dinlediğinizde onun başarısızlığı sizin korkunuza dönüşür ve sizi yapmak istediklerinizi yapamaz hale getirir.
NLP Trainer eğitiminde on altı tane kitabının hazır olduğunu söyleyen bir arkadaşımız vardı. Yanına gittim, belki kitap yazma konusunda yeni bir şeyler öğrenirim diye. Ama on altı tane kitap yazacak kadar yetkin arkadaşımız öyle bir konuşma yaptı ki; toplulukta bulunan herkes kitap yazamayacağına, bunun sadece ona has bir kabiliyet olduğuna kanaat getirdi. O anda ona kulaklarımı tıkadım ve söylediği hiçbir şeye aldırmadım. Çünkü büyük düşünmemin önünde duruyordu.
Bunu insanlar bilerek veya bilmeden yaparlar. (Bu arkadaşımız bilerek yapanlardandı.) Önemli olan onların ne dediği değil, sizin söylenenlere nasıl tepkiler verdiğinizdir. Sinip kabuğunuza mı çekiliyorsunuz, yoksa kendinizden emin bir şekilde sizi destekleyenleri, büyük düşünmenize yardımcı olanları dinlemeyi mi seçiyorsunuz?
İnansalar kendi sınırlarını kendileri belirlerler ve bazen de evrenin sınırlarının da, başkalarının sınırlarının da kendi belirledikleri sınırlardan ibaret olduğunu düşünürler. Kimsenin sınırları ile sınırlandırılmaya mahkûm değilsiniz. İnanın ve şöyle söyleyin; “Sen yapamamış olabilirsin, ama ben yapacağım”, “Sen yapamayacağımı düşünebilirsin ama ben sana kesinlikle katılmıyorum.”
İşte bunu söyleyebilip, harekete geçtikten sonra hiçbir şey ve hiç kimse sizi durduramaz. Her zaman hatırlayın; içinizdeki en büyük engel sizsiniz. Onu aşmayı başardığınız zaman, her şeyi başarabilirsiniz.
Siyah tenli bir çocuk, bayram yerinde gezinen yaşlı bir satıcının elindeki balonları seyre koyulmuştu. Her renkten ve her biçimden balonlar, kendisi gibi bütün çocukların yüreğini hoplatıyordu. Baloncu, müşterinin beğendiği kırmızı bir balonu seçip ayırırken, elinden kaçırıverdi. Balon, uzunca ipiyle sağa sola sallanarak göğe doğru yükseliyor ve herkes “Baloon, baloon” diye bağırarak onu birbirine gösteriyordu.
Çocuk, yükselen balonu dikkatle takip etti ve onu gözden kaybetmek üzereyken bu sefer yeşil renkli bir balonun havalandığını gördü.
Akıllı bir adam olan satıcı, elinden kaçan ilk balonun bütün dikkatleri topladığını fark etmiş ve iyi bir reklam olacağını düşündüğünden, ikincisini bıraktıktan hemen sonra sarı renklisini de çözmüştü.
Siyah tenli çocuk, ürkek adımlarla satıcının yanına sokularak:
“ Baloncu amca,” dedi, “acaba bir de siyah renkli bir balon bıraksaydınız, diğerleri gibi yükselir miydi?”
Yaşlı adam, küçük çocuğun ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Onun esmer yanaklarına bir öpücük kondurup, siyah bir balonu gökyüzüne bırakırken;
“Bu balon belki de diğerlerini geçer yavrum, “Çünkü bizler gibi balonları da yükselten şey, dışlarındaki renk değil, içlerindeki cevherdir” dedi.
Küçük Düşünmenin Sağ Kolu: İmkansız
İşler uğraş gerektirir. O işleri yapamayanlara zor gelir. Yapmaya cesaret eden ve bundan zevk alan için zor değildir. Hatta bu insanlar için “zor” yoktur. Çalışan, emek veren, ileriyi gören, büyük düşünebilen insanların dünyasında zor ya da kolay diye bir kavram yer almaz. İşin şartları neyi gerektiriyorsa onu en iyi şekilde yapmaya odaklanırlar ve çıkan zorluklara katlanırlar.
İnandığımız zaman aklımız o şeyi yapmanın yollarını bulur ve yapar. İnanmadığımız zaman ise, neden imkânsız oluğunu ispatlamaya çalışır. Büyük düşündüğümüzde zihnimiz buna uygun gereksinimleri ortaya koyar. Küçük düşündüğümüzde ise tamamen buna ayak uydurur.
Büyük düşünmek tek başına başarıyı getirmeyebilir ama küçük düşünmek garantili bir başarısızlık getirecektir.
Küçük düşünen insan; başarılı bir insana bakıp; “Onun başarmış olması, ben de başarabilirim demek değildir.” der. Onun gözünde o işi başaran kişi bir istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz.
Asıl böyle istisnaların yolundan gitmeli ve başaramamışları değil, başarmışları taklit etmeliyiz. Çünkü onlar sıradan olanların dışında şeyler yapmışlardır. Çünkü sürüden ayrılmayı göze almışlardır. Hatırlayın bir kişi yapmışsa herkes yapabilir. İnanç tüm potansiyelinizi ortay koymanızı sağlar. Yapamayacağınıza inanırsanız içinizdeki ateşi toprakla, suyla söndürmüş olursunuz.
İnsanoğlunun faklı yönleri vardır. Kötü yönlerinden biri de olumsuza olan yatkınlığıdır. Giyindiğimiz elbiseyi sekiz kişi beğensin ve biride gelip renginde, dikişinde yada deseninde bir kusur bulsun, sekiz kişiyi yok sayar o bir kişiye inanırız. Ortaya attığımız fikri on kişi onaylasın ve bir kişi itiraz etsin, biz o itiraz edenin söylediklerine takılır ve fikrimizden uzaklaşmaya başlarız. Nedeni ise mükemmele giden yolun bu olduğuna dair yanlış olan inancımızdır.
Başarı hikayelerinden çok başarısızlık hikayeleri bizi etkiler. Başardıklarımızdan çok başaramadıklarımız rüyalarımızı meşgül eder. Büyük düşünmenin önündeki büyük engellerdir bunlar. İmkansız kavramıyla hayatınız boyunca kaç defa karşılaşıyorsunuz? Sayamayacağınız kadar çok, değil mi?
Bu kadar çok imkansızın içinde başarıyı bulup çıkarmak da zor oluyor, değil mi? İmkansızlar yığınının altında kalmış birinin yapabilecekleri sınırlıdır. Bu yükü taşımayan için ise imkansız diye bir şey yoktur. İmkansız düşüncesi küçük düşünmenin sağ koludur. Onun görevi zihinleri sınırlandırmak ve sonuca gidecek çözümleri zihinden uzak tutmaktır.
Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş. Hayvancık saatlerce acı içinde kıvranmış, bağırmış kendi dilinde. Sesini duyan sahibi gelip bakmış ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırmış .Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak diye düşünürken onu çıkarmanın imkansız olduğuna karar vermişler. Tek çare, kuyuyu toprakla örtmekmiş.
Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atmaya başlamışlar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları diri diri gömülmemek için her seferinde silkinerek dibe atmış. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselmiş ve sonunda yukarıya kadar çıkmış. Köylüler hayretten bakakalmışlar.
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. Toz toprakla örtmeye çalışanlar olur. Bunlarla baş etmenin yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmektir. Kör kuyuda olsak bile.
Hayattaki başarılı insanların temel özelliklerinden biri de imkansız kelimesine hiç itibar etmemiş olmalarıdır.
Şöyle çevrenize bir bakın. Bugün yaşadığımız hayatın hangi alanında bu kelimeye yer var? Gökdelenler, ses hızını iki katına çıkan uçaklar, son dönemlerde çığır açan nanoteknoloji mi imkansızlığın kanıtı? Yoksa düne kadar imkansız görünen ve bugün artık mümkün olan şeylere rağmen imkansız kelimesini sözlüğünüzden ve hayatınızdan hala çıkarıp atamıyor musunuz? Sizin için imkansız olduğunu düşündüğünüz şeylerin bir listesini yapın. Bu listeyi oluştururken üzerinde düşünün. Sonrada bu listeyi bir cenaze merasimiyle gömün.
Değişmeye, yenilenmeye, düşünmeye karşı olan geleneksel biçimde düşünmenin ve öyle yaşamanın zorunluluk olduğuna inanan kişinin beyni durmuş demektir. Riske girmez ve küçük düşünür. Tabi mutlu da değildir.
Her an değişen dünyaya ayak uyduran, insan zekasının büyüklüğü oranında büyük düşünmeyi başaran ise imkansız kavramına bir an bile takılmadan işe koyulur. Büyük düşünmeyle ve emek harcamayla genişleyen ufku sayesinde başarı ve mutluluk kol kola girmiş olarak eninde sonun da kapısını çalar.
Kapınız çaldığında “Evde yok” numarası yapmak ya da kapıyı ardına kadar açıp onları “Buyur etmek” ise sizin seçiminizdir.
Burası dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde bir gökyüzü
(Kadeh)
Oktay Rıfat
Kaynak: Hipnoz ve NLP ile Mutluluğu Yakalayın – Ares Kitap
www.gencgelisim.com