Şile’de Nereler Gezilir?

0
1356

 

 

 

Aklımın hep bir köşesinde, gönlümün bir yerinde geçip dururdu… Ah bir Şile’ye gidebilsem diye…

Aklıma gelen nedense hep başıma geliyor. İyi niyetli ve temiz duygulu olunca Allah insanın gönlüne düşeni eline de düşürüyor. Aklımla ayaklarım, gönlümle elim arasında benim de pek akıl sır erdiremediğim ilginç bir organik bağlantı var sanki… Hasan Hayırlı’nın oğlu olmak, doğuştan keramet sahibi olmaya yeterli mi acaba?

Her neyse… Var işte bir şeyler bende!!!

• İstanbul tüketiyor insanı

İstanbul, insanı tüketmeye birebir… Tabiatın bağrında topladığınız bütün güzellikleri adeta bir değirmen taşı gibi öğütüyor. Gökçeada dönüşü, adada topladığım bütün pozitif enerjiyi ve duyguları bol bol harcadım, neredeyse tükenmek üzere iken, karşıda, Çekmeköy’de oturan teyzeoğlu Cengiz abi aradı:

“Yarın gel seni Şile’ye götüreyim!”

Sanki melekler gönlümden geçeni Cengiz (Şahintürk) abime iletmiş… “Yok, abi zahmet etmeyesin” dedim usulen… Oda da dedi ki, “Zahmet değil rahmet olur”

(Aslında Üsküdar’da ve Şile’de, Ali Ormancı ile Mehmet Akça Ağabeylerle de buluşacaktım. Fakat ikisinin de işi çıkınca geziye katılamadılar. Olmadı, demek ki nasip kısmet…)

Ertesi sabah erkenden kalktım. Bayramın dördüncü günü, sabahın nurunda yola düştüm. Kimsecikler yok, İstanbul yatıyor, tembel tembel uyuyor. Sokaklara köpekler hakim… Kim der ki, birkaç saat sonra bu caddelerde kıyamet kopacak, şimdi sakin sakin, sanki İstanbul benim malımmış gibi kasıla kasıla yürüyorum. Metrobüsler bomboş… Okmeydanı durağından, karşıya, Altunizade durağına 10 dakikada vardım.

Teyzemoğlu Cengiz abi, sözleştiğimiz gibi tam saatinde gelip beni aldı: 07.30…

• Çelik adam: Cengiz Şahintürk

İsterseniz geziye başlamadan önce birazcık teyzeoğlu Cengiz abiden bahsedeyim… Teyzeoğlu öyle boş-beleş bir adam değil… Sağlam karakterli, sülalemizin yüzakı… Şadımangilin, Dr. Hacı Muhammed dayının oğlu… Kibriya Teyzem’in oniki evladında birisi … Gündüzbey’in okumuş adam olmuş kalburüstü isimlerinden biri… Ülkemizin demir-çelik sektöründe kendisini yetiştirmiş ender uzmanlarından biri… İstanbul Teknik Üniversitesi Metalurji Yüksek Mühendisliğinden mezun… En büyük demir-çelik fabrikalarında üst düzey görevlerde bulundu. Yaşı 65’i bulmasına rağmen halen kendi branşında çalışmaya devam ediyor. Ereğli Demir Çelik fabrikalarında Başmühendislik, Başmüdürlük yaptı… Başından da çok iş geçti. İngilizce biliyor, sahasında incelemeler yapmak üzere Almanya Japonya Avusturya Rusya, Kanada, İngiltere vs gibi sayısız ülkelere gitmiş-gelmişliği var! Demir-çelik sektöründe herkes O’nu dürüst ve namuslu kişiliği ile tanır. Canı sağolsun, O bizim zaten gönlümüzde Bakan gibi… Laf aramızda, annem de çok sever yeğenini… Hiç toz kondurmaz O’na…

Çelik sektöründe çalışa çalışa siniri ve karakteri de çelik gibi olmuş… Cengiz abiyi öfkeli, kızgın ve sinirli iken kimse görmemiştir. Sinirini sanki çelik ocağında pişirmişler, hamur gibi yapmışlar sanırsınız… Öyle de mülayim, temiz ve asil bir adam… Melek olacakmış da son anda yeryüzüne insan olarak gönderilmiş… Teyzeoğlu olduğu için eğer söylüyorsam, Allah canımı ala!

İşte böyle mübarek bir adamın arabasına atladık ve yola koyulduk, istikamet: Şile…

• Üsküdar’da Cumhurbaşkanını bekledik

Fakat Şile’ye gitmeden önce şöyle Üsküdar’ı bir turladık, Çamlıca tepesine çıktık. Üsküdar’ın tepelerine kurulmuş villa evleri, konakları ve şato gibi güzel evlerin bulunduğu muhteşem sokakları gezdik ve en sonunda Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın emriyle yapımına başlanan Ferah Mahallesi’ndeki Cami ve Külliye inşaatını ziyaret ettik. Yine Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın evinin etrafında, Kısıklı’da, belki kendisine rastlarız oturur bir yerde çay içeriz diye tur atıp durduk. Maalesef karşılaşmak mümkün olmadı! Bununla ilgili haberimizi ayrıca yapacağım.

• Şile yolu

Ve Şile yoluna düştük… Şile yolu üzerinde sağlı sollu, yöresel ürünlerin servis edildiği, ormanlık içindeki kahvaltı mekânlarından birine oturup güzel bir kahvaltı ziyafeti verdik kendimize…

Çekmeköy-Şile arası yaklaşık 40 kilometre… Dersiniz ki sanki otoban… Üç gidiş üç gelişli, kaymak gibi yollar… Teyzeoğlu Cengiz abinin anlattığına göre, bu yol eskiden tek şeritmiş ve asfaltı da delik ayakkabı misali dökük bir vaziyette imiş…

• “Kestane kebap yemesi sevap”

Şile’nin köylerine giden yolun girişinde bizi kestane ormanları karşıladı. Gezinin başlangıcı için çok iyi bir sürpriz… Yüz yıl geçse, bir gün kestane toplayacağım aklıma gelmezdi. Ben hep dört ayağımın üzerine düşmüşümdür… Meğer tam kestane toplama mevsimi imiş… Allah Allah, ne kadar da nasipliyim… Yine de siz “Maşallah” deyin ki nazar değmesin!

“Kestane kebap yemesi sevap” deyimi aklıma geldi. Sadece yemesi mi, bana göre yemesi de, toplaması da, ağaçlarının arasında dolaşması da sevap… Orman içinde ve yol kenarlarında hem yemek için hem de satmak için toplamaya gelenlere rastladık. Salaklık işte, ben de onlarla beraber kestane toplayacağıma, bilin bakalım ne yaptım? Toplayanların fotoğrafını çektim!

• Şile’nin köyleri

Şile’ye 10 kilometre kala arabamızın direksiyonunu sola kırdık. Neden? Çünkü önce köylerini gezmeliyiz… Sırasıyla Sofular, Alacalı, Doğancılı ve Sahilköy… Köylerin hepsi Karadeniz’e komşu… Çok güzel sahilleri, temiz havası, ormanları ve evleriyle meşhur köyler… Köylerinde çoğunlukla Karadeniz şehirlerinden gelmiş aileler oturuyor. Arazi ve yazlık evler ateş pahası olmuş. Dediklerine göre 3. Köprünün bağlantı ve otoban yolu buradan geçeceği için evler ve araziler ateş pahası olmuş… Bir yazlık evin fiyatı 500 bin lira civarında… 1 milyon liraya evler de var. İstanbul’un hemen yanı başında, burnun dibinde adeta bizim köyü, Gündüzbey’i andıran sakin ve muhteşem köyler… Bizim köyden iki fazlası var, denizi ve ormanı… Ah keşke zengin olsaydım da, buradan bir yazlık alsaydım, ömrümün geri kalan kısmını burada geçirseydim, diye içimden geçirdim… Hani aklımdan geçen başıma geliyor, gönlüme düşen elime de düşüyordu ya… Kim bilir, bakarsınız ki bu hayalim de gerçekleşmiş! Hayal kurmaktan kim ölmüş ki!

• 23 yıllık hasretin adı:Berna

Tam köyleri gezerken sürpriz bir telefon geldi. Arayan, Berna Nuri Süer… Bu yıl içinde defalarca sözleşmemize rağmen bir türlü görüşemediğimiz Berna… Metin Kaya Çağlayan döneminde Malatyaspor’un Basın Danışmanlığını yapan, yönetiminde bulunan Berna… İşte ta kendisi… Meğer kendisi de ailesiyle birlikte Şile’deydim. Tevafuk buna derler.

Dile kolay tam 24 yıldır görmedim. Bir ara ipler kopmuş, izini kaybetmiştim, facebook sayesinde tekrar görüşmeye, telefonlaşmaya başladık. Rus vatandaşı bir kardeşimizle evlenmiş, Timur isminde sevimli mi sevimli bir çocuğu olmuş… Eşi de kısa zamanda Türkçeyi öğrenmiş, dilimizi bizim gibi çatır çatır konuşuyor.

Geldiler. Nihayet buluştuk. Kadere bak, kim derdi ki, Şile’de buluşacağız.

Sofular köyünde bir köşede oturup yılların hasretini giderdik. Şimdi İstanbul’da, Etiler’de ajans, basın ve reklam işleriyle uğraşıyor. 1980’li yılların sonunda Malatyaspor’da görevde iken, ben de o zaman Yenimalatya ve Ekspres gazetesinde çalışıyordum. Aradan geçmiş tam 24 yıl… Berna hiç değişmemiş, maşallah sanki 20’lik delikanlı… İnsan, yıllar önceki bir eski dostuyla karşılaşınca karışık duygular, nostaljik hisler yaşıyor. Ta gerilere, gençlik yıllarına gidiyorsun. Sonra ne kadar genç görünsek de, kendi kendimizi kandırmayalım, yaşlandık artık, kaporta delinmemiş ama yürüyen aksanlar basbayağı yıpranmış, bu miller bizi daha ne kadar götürür, bilemeyiz, diye düşünmeye başlıyoruz.

Zaman dar, gezilecek yerler çok, yolcu yolunda gerek deyip, Berna ile daha sonra uzun görüşmek dileğiyle ayrıldık. Berna’ya huzur dolu, mutlu bir yaşam diliyorum. Allah işini rast getirsin.

• Kumu altın gibi…

Biz kaldığımız yerden köyleri gezmeye devam ediyoruz. İnsanlar son derece misafirperver, ne de olsa, Anadolu çocukları… Bizi görüp sofrasına buyur edenler, mangalını paylaşanlar, selam verenler, hoş geldin diyenler, bir tatil beldesi olmasına rağmen köylülüğünden hiçbir şey kaybetmeyen insanlar…

Şile köylerinin ayrı bir çekiciliği var… Denizi ile birleşen ormanlar, kayalarını döven dalgalar, asırlık meşe ağaçları, bol oksijenli havası ve tabii ki altın kumlu sahilleri… Şile’nin kumu meşhurmuş… Sahilindeki kumlarında çıplak ayakla yürüdüğünüzde kendinizi bir altın atölyesinde yürümüş gibi hissediyorsunuz. Güneş, ışınlarını kumların üzerinden yüzünüze bir ayna gibi yansıtıyor. Bana soracak olursanız, “Şile sahillerinin neyi meşhur?”, hiç düşünmeden cevap veririm: Kumu… Bir avuç kumu alın, götürün bir kuyumcuya, inanın altın tanecikleri diye satın alır! O kadar mı? Evet, o kadar! Hiç abartmıyorum, işte bu kadar!

• Denize nazır mezarlık!

Alacalı köyünü gezerken bir mezarlığa rastladık. Denize nazır, yüzyıllık meşe ağaçlarının içinde yatan ölüleri gördüm, dışarıdan baktığımızda keyifleri yerinde, yer altında neler oluyor, ondan haberim yok. İnsanın burada ölesi, kıyamete kadar yatası geliyor! Cengiz abinin seslenmesi ile kendime geldim ve hayal kurmaktan vazgeçtim, çünkü burada yatacak kadar bile zengin değilim!

Köyleri birkaç saatte gezerek bitirdik ama inanın ben yazmakla, anlatmakla bitiremem. En iyisi biz tekrar otobana çıkıp, Şile merkezine gidelim.

• Şile insanı sarhoş eder

Şile’ye girişte sağlı sollu villalar kurulmuş, plansız imarsız yapılmış olsa da, çok katlı binalara izin verilmemiş olması bize teselli kaynağı oldu. Ve Şile merkezine sanki ilçeyi feth eden at sırtında, pardon arabada, komutan edasıyla girdim. En azından burayı yeni keşfeden bir gezici edasıyla girdim, diyelim! Daha mütevazı olalım.

Bir yeri ilk defa görecek olmanın ve hatta görmenin heyecanını kaç defa yaşadım, sayısını hatırlamıyorum. Bu duygunun bende yarattığı yüksek gerilim, Şile’nin girişinde zirve noktasına ulaştı. Heyecandan kalbim duracaktı sanki… Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, ben bile farkında değilim, hatta bir ara, Cengiz abi, “O ses neydi, arabanın bir köşesinde arıza mı oldu?” diye sordu. Teker fırladı sandı, hâlbuki yerinden fırlayan kalbimdi… Allah’a çok şükür ki, günümüzün arabaları kalpsiz de yürüyebiliyordu!

Arabadan kendimi nasıl dışarı attığımı hatırlamıyorum, fotoğraf makinasını kaptığım gibi dışarı fırladım. Allah ne verdiyse, hedef seçmeden sağa sola ateş açan aklını kaybetmiş bir silahşor gibi tetiğe basmaya, pardon deklanşöre basmaya başladım.

Sahilinde yürüdüm, dünyanın en güzel deniz fenerini seyrettim, uzaklara, ta uzaklara bakıp hayaller kurdum, eski ahşap yapılı evlerin arasında bir sarhoş gibi dolaştım, ağlayan kayaların yanına çömelip ben de onlarla beraber ağladım, en sonunda da batan güneşin kızıla boyadığı ufuklar arasında kaybolup gittim.

Eeee peki, nerede bizim Şile’nin tarihi, coğrafyası, bezi, gelenekleri, nüfusu, turistik mekânları, bilgileri, ne yiyip ne içtikleri derseniz…

Vallahi, benden bu kadar… İnternete girin, google’a “Şile gezi notları” diye sorun, birbirinin kopyası yüzlerce gezi yazılarını okuyun. Bu yaştan sonra beni bilgisayar başında fazla yormayın!

****************

Geri dönerken, yolda, arabanın içinde kendi kendime söylenmeye başladım, “Yahu” dedim, “(Affderseniz ama)İstanbul’da oturanlar ne kadar akıllı! Yanı başlarında cennet gibi bir yer duruyor da haberleri yok!”

Fotoğraflar: https://plus.google.com/photos/101145246694409080174/albums/6067719095525678849

*

Alişan HAYIRLI

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız