MUTLULUĞUN YOL HARİTASI: Düşüncenin Gücü

0
1311

Yeni bir dönemin eşiğinde kendimizi yenilemek ve değişimlere uyum sağlayabilmek için yeni bilgilere hepimizin ihtiyacı var. Eskiyi tekrarlayan ezberlenmiş kalıplar içinde yaşayanların değişimlere direneceği ortadadır. Bu yeni dönemde birey olmanın tanımı daha da öne çıkıyor. Evlilik, aile iş, sosyal ve toplumsal alanlarda bu yenilenmelerin hızla gerçekleştiğine hepimiz tanık olmaktayız. Yaşadığımız bu günlerde yeni bireyi oluşturmanın yeni bir toplum anlamına geldiğini fark etmekteyiz.

Değerlerimizi kaybetmeden oluşturmamız gereken bireyin tanımını yapmak istiyoruz…

Bugün hepimizin hayatta aradığımız ve eskiden bu yana tartışmaları sürüp gelen mutluluk üzerinde konuşacağız. Hastalık, parasızlık ya da olumsuz yaşam koşulları nedeniyle zorluklar yaşayan insanların dışında yaşamaya yetecek kadar maddi gelirleri olan, yaşamdan tat alabilecek denli sıhhatleri olan insanların hayatlarını karıştıran, sıkıntıya sokan mutsuzlukları üzerinde duracağız.

Bir tatil günün yaşanan tartışmalar nedeniyle zehir olması, birlikteliğin o güzel tadını taşıyan akşam yemeklerinin tadını kaçıran kavgalar, birbirlerini seven insanlar arasında yaşanan sitemler, serzenişler ve gözyaşları, incir çekirdeğini doldurmayacak konulardaki tartışmalar, husumetler, dargınlıklar ve hatta mezarda bile devam eden yankıları, ebeveynlerinin kendilerini anlamadıklarından şikayet eden gençler yada çocuklarına söz dinletemediklerinden yakınan ebeveynler, şüpheler, endişeler içinde sıkışan tedirgin kadınlar anlayış bekleyen yorgun erkekler ve tüm bu sıkışmalar içinde ziyan olup giden hayatlar.

Günümüzde başarı kavramı

Günümüz dünyasında küçük yaştan itibaren gençlerimizi başarı odaklı yetiştirmek bir anlayış haline geldi. Başarıyı istemek elbette kötü bir şey değil ancak başarının tanımları konusunda ciddi sıkıntılar var. Başarı konusunda ilk sırada gelen değerler arasında para, ün, gösteriş ve diğer insanları gölgede bırakmak gelmeye başladı. Öte yandan başarının peşinden koşmanın adeta insan olmak için ödev olduğu anlayışı yüzünden sürekli bir yarış ve gerilim ortamında kalıyoruz. Böylece artan başarı motivasyonu ile birlikte kişinin hayatı mutluluk vermeyecek kadar yoğun ve tedirgin olmaya başlıyor. Fazla heyecan dolu bir hayat yorucu bir hayattır ve böyle yaşamda etkilenmenin olabilmesi için daima giderek artan dozlarda hazlar gerekmektedir. Oysa sonunda bakıldığında başarı peşinden koşulmuş bu yorucu tempoda gelinen hiçbir yer yoktur. Geçici başarılar ve elde edilen geçici hazlardan sonra geride bir şey kalmamıştır. Oysa büyük başarılar devamlı çalışmalar ve konsantrasyonla elde edilir. Ve bu türden bir başarı için tamda aksine sakin bir hayat gerekmektedir.

Başarmak mutluluk verir ama…

Başarmak elbette mutluluk getirecektir ancak bizim için gerçek başarının ne olduğu konusunda çok derin düşünmemizde fayda var. Yoksa dışardan pompalanan bir başarı tanımının bizi bir yere ulaştırmayacağı çok açık. Gerçekten arzu ettiğimiz şey nedir? Bunun keşfedilmesi çok uzun zamanlar alabilir. Ve bu arzumuzu elde etmek ağır bir süreci gerektirebilir. Mutluluk belki de temelinde gerçek arzumuzun ne olduğunu keşfetmek için çıktığımız bu yolculuğun içindedir. Bu yolculuk sırasında elde edilmesi imkansız olan şeyleri bir tarafa bırakabilmek için farkındalığımızın gayet açık bir şeklide çalışıyor olması da gerekmektedir. Yani istediklerimizin bazılarını elde edemeyeceğimizi kabul etmek bilgece bir davranış olacaktır. Ama gerçek anlamda bize doyum ve mutluluk verecek bir yaşamı yaşamak için bize gerekmeyen kimi şeyleri feda etmek de gerekir. Kendimizi tanımlarken sahip olduklarımızı, dünyanın bize verdiği, kattığı şeyleri de hesaba alıyoruz. Oysa bu yaşama geldiğimizde hiçbir şeye sahip değildik ve bu yaşamdan giderken de yaşadıklarımızın bizde bilincimizde yarattığı kayıtlardan başka bir şeyle de gidecek değiliz.

Dünya Malı Dünyada Kalır

Eskiden beri söylenegelen bir söz değil midir dünya malı dünyada kalır denir. O halde dünyanın sahip olunacak bir şey olmadığını sadece kendimizle ilgili varoluşumuz için gerekli bir arena olduğunu, dünya tiyatrosunda kendi rolümüzü oynadığımızı bilincimizde ilk sıraya yerleştirmekle işe başlayabilir, bu konuda başarılı olmanın yollarını arayabiliriz.

Kavramsal olarak kulağa yakın gelse de pratik yaşamda hiç de kolay gerçekleştirilemeyecek bir başarıdır bu. Öyle ya o kadar çok şeye bağlamışız ki kendimizi farkında olmadan onlar olmadan yaşamanın ne demek olduğunu bile bilmiyoruz. Hep bir şeylere ait olma duygusu içinde yapmışız bunları. Maddi nesnelerin yanı sıra dünyada bizim yarattığımız insani icatların bile kölesi haline gelmişiz. Cemiyetler, topluluklar ve hatta spor klüpleri bunlardan sadece birkaçı. Gördünüz mü düşündükçe aslında başarılması ne kadar zor bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz. Bunlar olmasın demiyorum sadece kendimizi tanımlarken kullandığımız bu roller, bu elbiselerle bütünleşmişiz fark etmeden. Mutlulukta bizim değil bu elbiselerin mutluluğu zaten.

Mutluluk için ön şart!

Mutluluk için ön şart düşüncelerimizi yönetmek yani doğru düşünmekten geçiyor. Peki hepimizin gerçekleştirmek isteyeceği bu doğru düşünmeye nasıl ulaşacağız?

İnsanın kendini tanımak ve araştırmak için uygulamalar yapması, kendi içine bakması olağan bir şey değildir. Kendi kendine soru sorması ise yepyeni bir şeydir. Yeni insan tanımına girer. Eskiden sadece özel ruhsal eğitim alan insanlar kendilerine soru sormayı bilirdi. İnsan buna alışmamıştır, tam tersine herkesin genel olarak söylediklerini tekrar etmeye alışmışızdır. Her birimiz beğenilmeyi, kabul edilmeyi başkasında ararız. Yani hiç değişmeden bizi her halimizle kabul etsinler, beğensinler, sevsinler, hep biz haklı olalım isteriz…

Doğru düşünmek için hayli idman yapmamız gerekir. Olaylar hakkında isyan etmek yada hiç düşünmemek çözüm değildir. Düşünmek tartmak demektir, düşünmekten kaçan kimse olayları incelemenin ve objektif sonuçlar çıkararak gelişmenin tadına varamaz. Çevremizdeki birçok kişi yorumlarıyla bizi korkutur. Bizde korkunun olmadığı bir şeyler duymak isteriz. Oysa korkunun olmadığı bir düşünce tarzına kendimizin ulaşması gerekmektedir.

Dünyamızı düşüncelerimizle yaratıyoruz

Doğduğumuz günden bu yana düşünceler yoluyla tanımlanmış bir dünyaya geliyoruz. Ve bu tanımlar vasıtasıyla öğreniyoruz. Ancak bir süre sonra yaşımız ilerledikçe sadece bu tanımların içine sığan bir yaşantımız oluyor, soru sormayı, neden-niçin-nasıl demeyi unutuyor ve kendimizi tekrarlamaya başlıyoruz. Oysa öğrenmenin sürekli olması için yeni düşünce biçimlerine ve uygulanabilir gerçekçi tanımlara ihtiyacımız var. Kurallara, objelere, izlenimlere ihtiyaç duyan şey düşüncedir. Yenilmemiş bir korku, insanın kendisini tanıması ve hareketlerini fark etmesi açısından en büyük engeldir.

Kendimizde yeni bir insan oluşturmak istiyorsak öncelikle yaşam-evren-insan hakkındaki düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

Düşüncelerimize çeki düzen vermek demek onları başıboş bırakmamak demektir. İyi düşünmek kendiliğinden ortaya çıkan bir şey değildir. Kendinizi başıboş bırakırsanız sizden başka bir şeye, tamamen sizin dışınızdaki bir şeye kapılıyorsunuz demektir. İnsan kendi düşüncelerini yönetmeyi bilmediği takdirde hatalı tarzda düşünecek, hatalı eylemlerde bulunacaktır.

Doğru düşünmekle o olay karşısında gerektiği gibi düşünmek arasında bu yüzden yakınlık vardır. Buna pozitif düşünce denir. Yani bir olay karşısında yapabileceğinizin en iyisini kendi kapasiteniz kadar yapıyorsanız siz hem doğru düşünüyor hem de pozitif davranıyorsunuz demektir. İnsan doğru düşünme konusunda kendisine karşı istekli olmalıdır. Değişikliğin kendi düşüncelerine göre olacağını bilen insan doğru insandır. Hiç kimse doğuştan doğru olarak düşünemez. Kendi çabalarıyla öğrenir, kendini eğitir.

Düşüncelerimizi kontrol edebiliriz

Bedenimizi hareketlerimizi bir hastalık söz konu değilse nasıl kontrol edebiliyorsak düşüncelerimizi de aynı şekilde kontrol edebilmeliyiz. Oysa pratikte bu pek de böyle olmamaktadır. Bir hayal kırıklığını, bir küçük düşme durumunu, huzursuzluğu, pişmanlığı zihnimizden kovmak hiç de kolay bir iş değildir. Bunların bize bir şey kazandırmadığını görsek bile düşünce süreci işler durur. Oysa düşüncelerin kendi eserimiz olduğunu fark etmemiz bu sürecin akışını durduracaktır. Düşünce kendi içimizdedir ve bizim varlığımız olmadan onun kendi başına hayatı yoktur. Onu şekillendiren var eden bizleriz, eğer ona şekil vermek istemezsek dağılacaktır. Unutmayın o düşünceyi var olarak kabul eden biziz.
Bunu kavrayabilirsek can sıkıcı işe yaramayan düşüncelerimizi bir lambayı kapatıyormuşçasına kapatabiliriz. Yani o düşünceyi bir lamba düğmesi çevirir gibi değiştirebiliriz, o konudan uzaklaşabiliriz. Konsantrasyonumuzu bize daha yararlı bir konuya çevirebiliriz…

Duyular yoluyla elde ettiğimiz bilgiler düşünceler ile anlam kazanmakta ve tanımlanmaktadır. Düşünme fonksiyonumuz hayatı daha verimli ve anlamlı kılmaya yarayacağı yerde bir süre sonra oluşturduğu kalıpların içinde bizi yaşamaya mahkum eder duruma getirir. Yani bizim kullanmamız gereken bir fonksiyon bizi kullanır duruma gelir. Elbette bunu sorumlusu sadece biziz. Özensiz ve dikkatsiz bir şekilde komutları uygulayanlar olmaya başlıyor ve robotlaşıyoruz. Farkındalığı yüksek insanlar hiç kimsenin robotu değillerdir kendi dünyalarını yalnız kendileri yönetirler…

Yol Haritasının eşsizliği biricikliğimizi vurgulamasıdır

Yol haritalarının en eşsiz yönü herkesin biricikliğine vurgu yapmasıdır. Yani her birimiz benzer özellikler taşısak da farklı yapılar ve özellikler taşımaktayız. O halde mukayeseler yaparak düşünme alışkanlığımızın bize ne kadar zarar verdiğini görmeliyiz. Barışı, huzuru ve uyumu öncelikle kendi içimizde aramalıyız. Anlayışlı ve hoşgörülü olmak dengeli ve kendine güvenir olmanın bir sonucudur. Manevi bütünlük, bilincin ve bilinçaltının birlikte iş görmesi ve savaş halinde olmamasıdır. Kendi içinde bölünmüş bir yapı mutluluğu ve yeterliliği azaltır.

Kendini bilmek ise; yaşama, kendimize, hayallerimize, ideallerimize ve her şeyden önemlisi de bir yazgımız olduğuna dair inancımızdan geçmektedir.

 

Murat GÜRGÜN

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız