Neden bazen insanlar uyku gereksinimine rağmen uyumakta güçlük çeker?
Neden bazı insanlar sürekli yemek yeme ihtiyacı duyar?
Hiçbir hastalığı bulunmadığı halde hastalık belirtilerini taşımak nasıl açıklanabilir?
Bir çocuk büyüdüğünde dahi altını ıslatmaya devam ediyorsa bu ne anlama gelmektedir?
Zararını bildiği halde içmeye devam eden sigara tiryakisi için gerçekte bir sigara dumanı neyi anlatır?
Pek çoğumuz sorunların nedenlerini görmezden geldiğimizde mevcut sonucu kendi zihin haritamızda yerine koymakta ve ona bir anlam vermekte zorlanırız. Belki yukarıdaki soruları veya benzerlerini daha önce kendimize hiç sormamış ya da etrafımızdaki insanları bu perspektifte değerlendirmeye almamış olabiliriz. Belki de her şeyin kendi mantığınca haklı bir gerekçesinin (ikincil kazancının) olması bize çok doğru gelmeyebilir. Bu nedenle örneğin bir sigara bağımlısıyla konuşurken genellikle şu tarz bir yaklaşımda bulunuruz:
“Onlarca zehirli maddeyi içeren sigaranın akciğerlerinizden başlayarak bütün vücut organlarınızı nasıl yavaş yavaş tükettiğini siz de biliyorsunuzdur. Uzmanların kaydettiğine göre her yıl milyonlarca insan bu sebeple ölüyor veya sakat kalıyor. Etraftaki diğer insanların da sağlığını açıkça tehdit eden ve ekonomik olarak hem kişisel hem ulusal bütçeyi ciddi ölçüde zarara uğratan bu sigara bağımlılığından bir an önce kurtulmalısınız.”
Bunları çeşitli vesilelerle daha önce pek çok kere duymuş ve okumuş olan söz konusu şahıs da ezik bir üslupla çok haklı olduğumuzu, doktorların kaydettiklerinin doğruluğunu bildiğini belirterek bizi onaylamaktan başka bir eylemde bulunmaz. Bizse değişimin bir türlü gerçekleşemiyor olmasına her tanıklık ettiğimizde kimi zaman şaşırır, kimi zaman da öfkelenir ve :
“Yüz kere söyledim, ben görevimi yaptım.” mantığıyla içimizi rahatlatırız.
Oysa sorunları doğru sorulara dönüştürmedikçe ve temeldeki nedeni anlamadıkça çözümden o oranda uzak bulunmaktayız. Dolayısıyla da çoğu zaman sözlerimiz, beklenen bir değişimi gerçekleştirmekten çok bıktırıcı birer nasihat haline gelmektedir.
Bu yüzden tek çocuk annesi aile dostumuz olan bayan bana sekiz yıldan beri günde bir paket olarak içtiği sigarayı bırakmak istediğini söylediğinde öncelikle bunu ne kadar çok talep ettiğini anlamak için sordum:
“Yüzde kaç oranında sağlıklı yaşamak niyetindesiniz?”
“Burada bulunduğuma göre elbette ki; yüzde yüz” diye cevapladı. Sonra biraz duraklayıp:
“Aslında bazı tereddütlerim de yok değil. Olmazsa yüzde yetmiş diyelim.” şeklinde konuştu. Bu demekti ki; aynı amaç için işbirliği halinde çalışacağım yüzde yetmişlik bir bilinç düzeyindeki kararlılıkla karşı karşıyaydım.
İlk olarak başarılı olduğunda neler elde edeceğini, içindeki sağlıklı yaşamak niyetinde olan tarafla birlikte belirginleştirmeye başladık. Bana eğer bu kararını hayata geçirirse en başta şahsına verdiği sözü yerine getirmesi sayesinde özgüveninin artacağı, muhtaç insanlara daha çok yardım elini uzatabileceği ve aynı zamanda nefes tıkanıklığı sorununun iyileşebileceği gibi olası sonuçlardan söz etti.
Çok seri konuşması dikkat çekiciydi. Sanki söyleyecekleri zamana sığmayacak kadar çokmuşçasına kısa nefesler olarak uzun cümlelerle ve hızlı hızlı anlatıyordu. Kendisinde son iki yıldır yoğun olarak sıkıntısını çektiği solunum yolları probleminden başka daha önceki yıllara dayanan bel fıtığı rahatsızlığı mevcuttu.
Sıra yüzde otuzluk kısmı dinlemeye geldiğindeyse içmeye devam ederse ne gibi kazanımları ve kayıplarının olacağını irdelemeye koyulduk. Ancak bu konuda konuşmakta önce tereddüt eden kırkyedi yaşındaki bayan sanki son sekiz yıllık hayatını bütünüyle göz önüne getirerek birkaç dakika içinde her şeyi yeniden yaşadı. Bu kez derin derin nefesler alıp, ellerini oğuşturarak dedi:
“Sigarayı çoğunlukla sıkıldığım zaman içmek istiyorum. Özellikle yalnız olduğumda bana bir rahatlık ve yaşama gücü verdiğini hissediyorum.”
Anlattıklarından sigara içmeyi seçmesinin nedenine doğru ilerliyorduk. Niçin rahatlama ihtiyacı ve güçsüz hissettiği üzerinde konuşmaya başladığımızda tek çocuk annesi orta yaşlı hanım sürekli eşinin vefatından sonra oğluna hiçbir şeyin eksikliğini çektirmeksizin büyütmek için nasıl hem anne hem baba olmaya çalıştığından söz ettiğinin farkında değildi. Sekiz yıl önce eşini iş kazasında kaybettikten sonra içmeye başladığı sigarayı hayatında bir arkadaş, oğlunun sorumluluğunu taşımada bir destek olarak gördüğü anlaşılıyordu.
Daha sonra danışanıma üçüncü bir sandalyeye geçerek hayatına tarafsız bir gözle bakmasını önerdim. Ona içinde sürekli yalnızlık hissettiğinden yakınan ve oğlunun büyümüş olduğunu görmekte zorlanan kısmına nasıl bir tavsiyede bulunabileceğini sordum. Çünkü hiç kimse kendisini kendisinden daha iyi tanıyamazdı.
Önce hiç düşünmediği bu açıdan bakarak bir yorum yapmakta zorlandı. Sonra aslında kimsesiz ya da çaresiz olmadığını etrafında onu seven dostları ve akrabalarıyla imrenilecek düzeyde yakınlığa sahip şanslı insanlardan biri olduğunu kendisine hatırlattı. Bununla birlikte oğlu için verdiği mücadeleyi kazandığını; yirmibeş yaşında, ahlaklı, okumuş ve meslek sahibi olan evladının artık yetişkin bir birey olduğunu kabullenmesi gerektiğini itiraf etti. Bu kabullenmenin de oğlunun daha özgür ve güçlü hissetmesini sağlatacağını hatta bazen yanlış yapsa bile o talep etmedikçe buna müdahale etmesi gerekmediğini ilave etti. Çünkü aksi takdirde çoğu zaman çocuklar karar alma kabiliyetlerini geliştirememekte, attıkları adımların doğruluğundan şüphe ederek, en küçük seçimleri yapmaktan dahi korku duyar hale gelmektedirler. Böyle olunca da onları özgür iradeleriyle herhangi bir eylemde bulunmasına izin vermeyecek derecede düşünmenin -düşündüğünü sanmanın- ağır bedelleri ortaya çıkmakta ve sonuç her iki tarafın aleyhine işlemektedir;
Çocukların seçim haklarını sahiplenmek → Karar alma mekanizmasından yoksun olmak
Son olarak danışanımın şahsına sunduğu öneri; sadece bugünü yaşaması ve neler yapmak istediğiyle ilgilenmesi yönündeydi. Zihnini meşgul eden vesveselerden uzak yaşadığı zamanlarda ne kadar huzurlu ve hayat dolu olduğu ile ilgili anılarının kapılarını aralamaya başladığında dedi:
“Bir zamanlar bunu başarabildiğime göre niçin bundan sonra da başaramayayım ki?”
Sigara kullanmasının sonuçlarından çok uzun uzun kendi ayakları üzerinde durabilen olgun bir birey ve özel bir anne olduğunu konuştuğumuz bayanla bundan sonra neler yapmak istediğinden söz etmeye başladık. Gelecekten bahsederken başını geriye doğru yaslayıp, oğuşturmaktan vazgeçerek ellerini, özgürce iki yana bıraktı ve:
“Aslında ben…” dedi. “Okuyup öğretmen olmayı çok istemiştim. Ancak maddi durumumuz buna izin vermedi. Biraz direndiysem de Kız Meslek Lisesi’ne başladığım halde ikinci sınıfta yarım bırakmak zorunda kaldım. Ardından bir süre el sanatlarıyla ilgilendim. Güzel nakışlar yaptığımı hatırlıyorum. Gerçi şimdi oğlum yeterince büyümüş olduğuna göre yeniden ilgilenebilir hatta çok arzuladığım öğretmenlik mesleğini bu sanatsal alan üzerinde yapabilirim. Ancak yeniden başlamak cesareti..?”
Birlikte çizmeye çalıştığımız yol haritası netleşmeye başlamıştı. Çok belirgin şekilde ses tonunun derinleştiği, konuşmasının yavaşladığı görülüyordu. Anlattığım hikayeyi de sonuna kadar büyük bir dikkatle dinledi:
“Bir gemi düşün… Limana demir atmış, yıllardır yerinden kıpırdamayan, boyaları yer yer dökülmüş, yelkenleriyse hareketsizlikten sararmış, eski… Güneşin doğarken ve batarken hep aynı yerde gördüğü gemi aslında zaman zaman dalgalar çarptıkça bedenine sanki ‘Haydi yol al, şimdiki şimdide, cesurca…’der gibi hisseder. O da hep yıllardır merak edip durur, martıların uzaklarda kaybolduğu ve çığlıklarının duyulmaz olduğu öteleri…
Ancak her defasında kendine ‘Büyük iri dalgalar karşıma çıkarsa onları aşıp da yoluma devam edebilecek kadar güçlü müyüm?’ diye sorar. ‘Hem sonra şiddetli rüzgârlar ya beni denizin ortasında tek başına bırakıverirse?’ der içinden. Ve o an öyle ürperir ki; endişeleri serin suları üşütmeye yeter… Günlerse bu düşüncelerinin üzerinden peş peşe geçer. Güneş onlarca defa doğar ve batar, gündüz geceyi uyandırır, gece gündüzü örter…
Sonra bir sabah gemi, onu demirleyen paslı zincirleri hızla çözmeye başlar. Her boğumda yankılanan ses âdeta bir doğum sesini andırırken o da bırakır gövdesini serin sulara, anne kucağına bırakırcasına, huzurla…
Biraz ilerledikten sonra ardına dönüp baktığında, limandaki gemilerin nasıl küçüldüğünü görür ve ‘Acaba geri dönsem de hep aynı sabaha uyansam daha mı güvende olurum?’ diye düşünür. Uzunca bir süre denizin kokusunu içine çekerek, denizle gökyüzünün birleştiği çizgide ufkun sonsuzluğunu seyreder. Merakı büyüyüp heyecana dönüştüğünde kollarını açarak ‘Ya şimdi ya hiçbir zaman’ diye haykırır ve o gün hayatının da uçsuz bucaksız maviliğin de kahramanı olmaya karar verir.
Tek başına ama kararlılıkla günlerce yol alır. Hiç durmadan ilerler, martıların çığlıklarının onu çağırdığı yere doğru… Gördüğü her yunus balığına selam verir. Bazen hiç bilmediği büyüklükte ve hiç hayal etmediği güzellikteki limanlarda dinlendirir gövdesini bazen de ılık akşam rüzgârlarında yelkenlerini serinletir.
Ancak günün birinde aniden bir fırtına kopuverir. Arkasından çıkan kasırga onu dev dalgalarla karşılaştırdığında sendeler gemi önce. Sonra başını yavaş yavaş yukarıya kaldırarak dimdik yol almaya çalıştığında dalgaların bedenine sertçe dokunmasına alışır.
Çok kısa sürede çok uzun mesafeleri aşmış olduğunu fark ettiğindeyse içini daha önce hiç hissetmediği derinlikte bir güven duygusu kaplar. O an dönüp dalgaların hepsine birden teşekkür etmek ister sonra fırtınaya sonra kasırgaya sonra da suda aksini seyrettiği güven yüklü gemiye…”
Kendisini daha yakından tanımış olduğum aile dostumuz olan bayana görüştüğümüz süre boyunca hiç sormak gereği duymadım:
“Sigara bağımlısı olmaktan ne zaman kesin olarak kurtulmayı düşünüyorsunuz?” diye. İki hafta sonra ise ben sormadığım halde daha az içtiğini kaydetti. Eski elişlerini sandıklarından çıkartarak, bu konunun öğretmenliği için birkaç girişimde bulunduğunu da ilave etti. Oğlunun geçen zaman zarfındaki kendisinde gözlemlediği değişiklikle ilgili yorumunu ise aynen aktardı:
“Anne sen nereye gidiyor, ne yapıyorsun anlayabilmiş değilim ama o yere gitmeye devam edeceğini umuyorum.”
İkimiz de gülüştük. Aradan yaklaşık iki ay geçtikten sonra büroma arkadaşlarıyla beraber beni ziyarete geldiğinde konuyla ilgili gelişmeyi yine o seri konuşmasıyla şöyle özetledi:
“Kurban rolü oynamaktan sıkılıp, hayatının kahramanı olmayı seçen o gemi bir başka sabah da tamamen sağlıklı olmaya karar vermiş bulunmakta!..”
CESARET Mİ, ESARET Mİ?
Güpegündüzdü
Işığını yaktığımda karanlık sokakların.
Yürüdüm, uzayan yolların peşi sıra.
Geçmişi bir sokak lambasına asıp
Bütün zanlarımın iplerini çözdüm
Bıraktım dünkü gayeleri kaldırım taşlarına.
Hiç kadar hiçlikti yaşadıklarım
Neye uyuyup, neye uyanmaktaydım?
Hayallerimin gölgesi bile silikti, niye?
Neden başka isimler kurgulamaktaydı yazgımı?
İki duraktan hangisini seçmeliydim;
Cesaretin riskini mi, korkaklığın esaretini mi?
Tereddüdü inancın ellerine hapsederek
Korkuyu ümide, yenilgiyi zafere değişebilir miydim?
Yürüdüm soru işaretlerini tüketinceye dek
Gün batıyordu ufukta, “ben” doğuyordum.
ASLI HATİCE ARUSAN
Psiko-zihin Uzmanı