Sosyal çevre, zeka gelişimimiz üzerinde önemli rol oynuyor. Dahiler tüm dahice yeteneklerini %100 doğuştan getirirler diyemeyiz; onlar aynı zamanda çevresel faktörlerin de etkisiyle dehalarına deha katarlar. Belirli bir zeka düzeyine sahip olarak dünyaya geliriz ve ne kadar istesek de bizden farklı gen yapısına sahip bir kişinin entelektüel yetilerine sahip olamayız. (o da bizimkilere sahip olamaz tabi) Ancak eğer sosyal anlamda donanımlı ve kaliteli bir çevreye sahip değilsek, genlerimiz yoluyla edindiğimiz entelektüel potansiyeli hayata geçirmek konusunda çok ter dökeceğiz demektir.
IQ’nun Kalıtsallığı
Zekanın nesiller boyu aktarılan bir özellik olduğu yaygın şekilde kabul gören bir görüş. Zeka katsayımızın yani IQ’muzun genetik altyapımızla ne ölçüde bağlantılı olduğu da uzun süredir bilimsel araştırmaların merkezinde yer alıyor. Saç ve göz rengi, boy uzunluğu gibi özellikler büyük ölçüde genetik faktörlerce belirlendiği halde, erkeklerde depresyon gibi bazı durumlar için düşük düzeyde kalıtsallık, yüksek düzeyde çevresellik söz konusu.
Genetik ve çevresel faktörlerin etkisini ölçmeyi hedefleyen araştırmalarda benzer ve farklı genetik ve çevresel altyapıdaki kişilerin özellikleri arasındaki farklar gözlenir. Farklı çevrelerde yetişmiş ikizler, çevrenin etkisini ölçme konusunda başvurulan en yaygın metodun baş aktörleridir. Bu araştırmalar sonucunda IQ’nun yüksek oranda kalıtımdan etkilendiği ve yetişkinler arasındaki IQ farklılıklarının genetik farklılıklarla açıklanacağı ortaya çıkmış durumda. Bilim adamlarına göre, ilgili genler kişinin hayat boyu öğrenme, zihinsel yetenekler inşa edip geliştirme yatkınlığını etkiliyor. Buradan da şu sonuca varıyoruz: Zeka düzeyinin %75’i genetik faktörler, kalan %25’lik kısmı da çevresel faktörler tarafından belirleniyor. Bununla birlikte çok az sayıda spesifik genin IQ üzerinde doğrudan etkisi olduğu da bulgular arasında. Bu da demek oluyor ki, zeka belirli bir “zeka geninin” bir ürünü olmaktan ziyade çok sayıda genin ve bu genlerin çevresel uyaranlarla etkileşiminin bir ürünü. Bunlara ilaveten, genlerin %40’lık bir bölümünün zeka üzerinde genel anlamda etkili olduğunu söyleyebiliriz.
IQ’nun Sosyal Gelişimi
Genlerin ve eğitimin yanı sıra çocuğun erken yaşlarda ilişki içinde olduğu ailesi zeka gelişimi üzerinde önemli rol oynar. Bir bebeğin zekası doğduğu anda tam anlamıyla gelişimini tamamlamış değildir; zamanla değişir ve gelişir, özellikle de ilköğretim yıllarında şekillenir.
Anne-baba, çocukların IQ düzeyi üzerinde öğretmen ve okul dahil, diğer kişi ve kurumlardan daha fazla etkilidir. Bu etki özellikle bebeklik ve 9-10 yaşında kadarki çocukluk yıllarında en üst düzeydedir. Bu yaşlardan sonra ebeveynlerin çocuk üzerindeki etkisi çevresel faktörlerin de dahil olmasıyla nispeten azalır.
Ebeveynler çocuklarının zeka gelişimi için şunları yapabilirler: Aile içi eğitim alanı oluşturmak ve buna devam etmek, iyi bir beslenme sağlamak, doğum öncesi bebeğin sağlığına dikkat etmek, çocukla olabildiğinde çok ve kaliteli zaman geçirmek, çocuğu okuma, şekiller, renkler, sayılar gibi uyaranlarla yakın ilişki içinde tutma, çocuğu evin dışındaki çevreyle ilişki içinde tutma…
Araştırmalara göre bazı aktiviteler gelişmiş zihinsel fonksiyonlarla yakından ilişkilidir. Örneğin, müzik eğitimi yüksek beyin fonksiyonlarının gelişimine önayak olurken, özelde matematik yeteneğinin gelişmesini sağlar. Müziğin beynin görselleştirme, nesneleri zaman ve mekana aktarma becerilerini geliştirirken, mekansal muhakeme ve zaman kavramını algılama yetisini de güçlendirdiği biliniyor. Bir diğer araştırmaya göre, anne karnından başlamak üzere teşvik edici, dinamik ve uyaranları bol bir çevrede bulunan bebek daha zeki, hızlı düşünen, atik ve meraklı biri oluyor. Aynı zamanda göz-el koordinasyonu ve sosyal beceriler açısından da yaşıtlarından ileride bir gelişim çizgisi izliyor.
Beyni Zinde Tutmak
Bilim adamlarının kayda değer bir kısmı insan ve hayvan beyninin yaşam boyu yüksek ölçekli bir gelişim potansiyeline sahip olarak “plastik” bir kimlik taşıdığında hemfikir. Bu demektir ki, beynimiz çevresel koşullardan güçlü şekilde etkileniyor. Yine araştırmalar gösteriyor ki, yüksek düzeyde çevresel uyaranlar beyin kalınlığını, nöron ve nöronlar arasındaki bağlantı sayısını artırıyor. Çevresel uyaranlar açısından sıkıcı ve statik bir ortama konan deneklerin beyninin bir hafta içinde %60 daha az yanıt verdiğini gözlendi. Görüyorsunuz ki, tüm bu kanıtlar beynimizi yaşam boyunca (yetişkinlik ve olgunluk çağları da dahil olmak üzere) sürekli uyarmamız gerektiğini destekliyor. Bunun yolu da zihinsel, fiziksel, estetik, sosyal ve duygusal olmak üzere geniş bir yelpazede çeşitlilik gösteren ilgi alanları edinmek…