Dün sobanın etrafında çocuklarına hikaye anlatanların yerini bugün, TV karşısında dizi izleyenlere bıraktı. Meydana gelen tahribatı ilaçlarla tedavi etmeye çalışıyoruz. Ama maalesef her geçen gün daha kötüye gidiyoruz…
Yazar : Sait ÇAMLICA
www.saitcamlica.com
Dün sobanın etrafında çocuklarına hikaye anlatanların yerini bugün, TV karşısında dizi izleyenlere bıraktı. Meydana gelen tahribatı ilaçlarla tedavi etmeye çalışıyoruz. Ama maalesef her geçen gün daha kötüye gidiyoruz.
Modern psikolojinin insanın mutlu etme, mutsuzluğunu yenme konularında pek başarılı olamadığını artık batılı da kabul etmek zorunda kalıyor. İlaçla uyuşturma – uyutma yöntemiyle nereye kadar gidecekler bilmiyorum.
Üniversite yıllarımda başladığım psikoloji kitapları merakım askerde de devam etti. Çarşı iznimde girdiğim kitapçıda, ismi bana çok ilginç gelen bir kitap almıştım. 1933 İran doğumlu olmasına rağmen 1954’den beri Almanya’da yaşayan, Psikoterapi eğitimini Almanya, İsviçre ve Amerika’da yapan nöroloji ve psikiyatri uzmanı Nossrat Peseschkian’ın kaleme aldığı “Doğu Hikayeleriyle Psikoterapi” adlı kitaptan bahsedeceğim.
Psikolojik tedaviyi ilaçlarla değil hikayelerle yapan bir psikiyatrist’in kitabından bahsediyorum. Kitabın ilginç kılan tek şey tedavi yöntemi değil. Aynı zamanda tedavi için kullandığı hikayelerin kaynağı. Tamamen doğu hikayelerinden istifade ediyor psikiyatrist. Doğu hikayeleri de öyle çok özel hikayeler değil. Birçoğu bildiğimiz veya bilmemiz gereken hikayeler. Mevlana’nın Mesnevisinden, Sadi Şirazi’nin Bostan ve Gülistan’ından seçtiği hikayelerle tedavi ediyor hastalarını. Hikayelerin en acı dersi bile tatlandıran ve ilginç kılan bir kaşık şeker gibi etkisi olduğu gerçeğinden yola çıkan psikoterapist, hikayelerin psikoterapötik etkisinden bahsediyor.
Örnek tedavi…
Babasından kalan şirketin işlerinin yoğunluğundan bunalan, ailesine ve çocuklarına fazla zaman ayıramadığı için aile ilişkileri bozulan bir iş adamı tedavi olmak için yanına geldiğinde ona hemen sakinleştirici (!) ilaç yazmıyor. Önce kendisini uzun uzun dinledikten sonra iş ve özel hayatı arasındaki dengesizliği düzelterek tüm problemlerinden kurtulabileceğine kanaat getiriyor.
Bu kanaatini ona anlatırken mutlaka hikayelerle anlatıyor.
Dedelerimizden ninelerimizden dinlediğimiz birçok hikaye vardır. Eskiden aile hayatımızda var olup, bugün artık neredeyse tamamen kaybolmuş “hikaye anlatma kültürünün” ne kadar önemli olduğunu anlamama tekrar vesile oldu bu kitap. Akşamları sobanın etrafında oturup çocuklarına veya torunlarına hikaye anlatma kültürünü kaybetmiş olmanın bedelini çok ağır ödüyoruz.
Dün sobanın etrafında çocuklarına hikaye anlatanların yerini bugün, TV karşısında dizi izleyenlere bıraktı. Meydana gelen tahribatı ilaçlarla tedavi etmeye çalışıyoruz. Ama maalesef her geçen gün daha kötüye gidiyoruz. Hikayelerin ilaç gibi etkisi olduğunu, bu ilacı anne ve babalar çocuklarına içirirse etkisinin çok daha fazla olduğunu anlamak zorundayız.
Her akşam evde dizi izlemeyip, çocuklarına Mevlana’dan kıssalar ve bu kıssalardan alınacak hisseleri anlatan anne babaların sayısının artması temennisiyle…
Çivileri kalbinize çakmayın!
Mutluluğu kendinden vazgeçme, umudu cennet olan bilge kişi, serveti gördüğü her şeyi aşan bir prensle karşılaşmış. Prensin çadırı dinlenmek amacıyla şehrin dışında kuruluymuş.
Çadır çok kıymetli bir kumaştanmış. Hatta çadırı tutan çiviler bile som altındanmış. Sade ve şatafatsız bir hayat sürmeyi savunan bilge kişi, prense dünya varlıklarının, altın çadır çivilerinin anlamsızlığı ve insan çabasının sonuçsuzluğuyla ilgili bir araba laf etmiş. Diğer taraftan da kutsal yerlerin ne kadar ölümsüz ve görkemli olduğunu söylemiş. Elinden geleni yaptıktan sonra beklemenin, en büyük mutluluk olduğunu belirtmiş.
Prens büyük bir ciddiyetle bunları dinlemiş. Bilge kişinin elini tutmuş ve şöyle demiş: "Benim için sözlerin yol gösterici. Dostum, benimle gel, kutsal yerlere yolculukta bana eşlik et." Bu sözlerden sonra prens bir kez bile geriye bakmadan, yanına hiçbir şey almadan yola koyulmuş.
Bilge kişi bu duruma şaşırmış, prensin arkasından koşmuş ve bağırmış: "Prensim, kutsal yerlere gitme konusunda gerçekten ciddi misiniz? Eğer ciddiyseniz, gidip yanıma eşyalarımı almak için beni bekleyin." Prens gülerek cevap vermiş: "Ben servetimi, atlarımı, altınlarımı, çadırımı, uşaklarımı ve sahip olduğum her şeyi bıraktım. Senin ise eşyaların için geri gitmen gerekiyor."
Bilge kişi yine şaşkınlık içinde sormuş: "Prensim, lütfen bana açıklayın, nasıl bütün servetinizi almadan gidebilirsiniz?"
Prens yavaş ama anlaşılabilir bir ses tonuyla şöyle söylemiş: "Biz altın çadır çivilerini toprağa çaktık, kalbimize değil."