Deniz Terapisi

0
1134

Kumsalın sonsuzluğunda, içini kemiren sıkıntılarla yürüyordu. Güneşin batmasına az zaman kalmıştı. İki saattir sahil kenarındaydı. Eve gitmek istemiyordu. Ne de olsa evde kendisini bekleyen bir eş veya çocuk yoktu. Onun için kumsalın eşsiz güzelliğinde hava…

 

 

 

 Yazar : Hakan Birol

 

 Deniz Terapisi ile Geçmişin Tozlu Perdesini Söküp Atın

Kumsalın sonsuzluğunda, içini kemiren sıkıntılarla yürüyordu. Güneşin batmasına az zaman kalmıştı. İki saattir sahil kenarındaydı. Eve gitmek istemiyordu. Ne de olsa evde kendisini bekleyen bir eş veya çocuk yoktu. Onun için kumsalın eşsiz güzelliğinde hava kararıncaya kadar kalarak, denizin tadına varacaktı.
Uzun bir yürüyüşün ardından kumsalın sonundaki kayalıklara kadar geldi. Güneşin gözden kaybolmasıyla ılıyan kumların üstüne oturdu ve düşünce okyanusuna daldı. Gözleri bir gökyüzüne bir de denize bakıyordu. Hava alacakaranlık kuşağına girmişti. Tatlı bir esinti bir an için içindeki tüm sıkıntıları alıp götürdü. Fakat bu, sadece bir anlıktı.
Geçmişte yapamadıklarından dolayı çok pişmandı. Başarısızlıklarını öyle bir takıntı haline getirmişti ki bu güzel deniz havasında bile morali bozulabiliyordu. Yine tam başarısızlıklarını, pişmanlıklarını düşünmeye başlamışken "Dostum!" diyen tatlı bir ses ile irkildi. Yüzünü kendisine seslenen kişiye çevirdiğinde üç yıldan beri görmediği bir arkadaşı ile karşılamıştı. Telefonlarını kaybetmelerinden dolayı haberleşememişler ve kader onları bu sahil kenarında buluşturmuştu.
Bir süre sonra arkadaşıyla muhabbete daldılar. Bu koyu muhabbet fazla uzun sürmeyecekti; çünkü arkadaşının tatili bitmiş, son bir gezinti için kumsalı turlamaya çıkmıştı. Gece yarısında kalkacak olan uçağına yetişmesi lazımdı. Muhabbetleri esnasında arkadaşı ile aralarında şöyle bir konuşma geçti: "Dostum, ben bu denizi çok seviyorum. Denizlerin öyle bir özelliği var ki senden aldığını ya hiç geri vermiyor ya da parçalanmış veya büyük hasarlara uğratarak geri veriyor. İşte denizlerin bu özelliğini kullandım. Geçmiş yaşantımı bilirsin. Dur durak bilmeyen tozpembe bir hayatım vardı. Arkama dönüp hiç değerlendirme yapmadan yaşadım. Bunun pişmanlığını çok iyi bilirim. Ve bütün pişmanlıklarımı, onları bana geri vermeyecek olan denizle paylaştım, bir daha hiçbiri geri gelmediler. Sana tavsiyem, içinde bulunduğun bu güzel ortamı iyi değerlendir. Kendi kendine motivasyon sağlayabileceğin mükemmel bir ortamın var. Senin yerinde olmayı isterdim."
Dostunun yanından gitmesinden sonra o hâlâ güneşin dinlenmeye çekildiği kumsalda oturmaya devam ediyordu. Dalgaların kıyıya vurmasından başka bir ses olmayan bu yerde kendisi ile baş başa kalmıştı. Arkadaşının söylediği son sözler aklında binlerce şimşek çakmasına sebep olmuştu. Geçmişin tozlu perdesini, bugünün penceresinin önünden sökmenin zamanı geldi diyerek eve doğru yürüdü.
Şişedeki Umut Papatyaları
Vardığında saat gece yarısını gösteriyordu. Eline bir kâğıt ve kalem alarak masasına geçti. Düşünce dünyasından sıyrılmasıyla satırlar bembeyaz kâğıda dökülmeye başladı: "Geçmişin pişmanlıklarını üzerimden atmak için ama onlardan ders aldığımı unutmadan şimdi her birini ait oldukları yere göndereceğim. Bugünün penceresinden daha net bakabilmek umuduyla bu tozlu perdeyi kaldırıyorum…" Pişmanlıklarım, yapamadıklarım, başarımı engelleyenler… gibi ana başlıklar altında bir düzine cümle sıraladı. Ona engel olan bütün düşünceleri o bembeyaz kâğıda yazmıştı. Son cümlelerini tamamlayıp siyah mürekkep kâğıdın her tarafını kapladığından bembeyaz kâğıt tanınmaz bir hal almıştı. Ama o, bütün bu yazdıklarından sonra adeta bir kuş gibi hafiflemişti. Yıllardan beri aklında taşıdığı bu düşünceleri yarın sabah olması gereken yere teslim edecekti. Güneşin doğmasına 3 saat gibi kısa bir zaman kalmıştı. Gözlerinden uyku akan genç adam, masanın başında uyuyakaldı.
Güneşin pencereden kendini göstermesi ile uyanması bir oldu. Sanki yıllardan beri bu anı bekliyordu. Uyandığında kendini çok iyi hissediyordu. Geçmişin tozlu perdesi dediği kâğıt parçası, masasının üzerinde duruyordu. Mutfağa giderek küçük bir cam şişe buldu. İçine üç-beş kibrit parçası ile yazdıklarını koydu. Şişenin ağzını sıkıca kapatarak deniz kenarına gitti.
Sabahın ilk ışıkları denize vururken ortalıkta kimse yoktu. Elindeki şişeyi hızla denize fırlattı. Bu şişe ya geri gelecekti ya da denizin sonsuzluğunda kaybolacaktı. Genç adam arkasına bile bakmadan oradan uzaklaştı ve kendisine yıllardan beri yük olan bu pişmanlıkların yükünü biraz olsun hafifletmenin mutluluğu ile hayatına devam etti.
Şişenin içindeki kibritler güneşin kızgın ışıkları ile alevlenmiş, kâğıt parçasını yakmıştı. Küllerin içinde bulunduğu mazi şişesi bir sahil kıyısına vurmuştu. Şişeyi bulan küçük bir çocuk içindeki külleri boşaltarak şişenin içine su doldurdu. Su dolu şişeyi çadırlarına götürdü ve içine topladığı papatyaları koydu. Geçmişin pişmanlıklarının yandığı şişede şimdi umut papatyaları vardı.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız