Kendi hayatıma birçok başarılı insanın baktığı gibi baktığımda, çok farklı bir tablo göremiyorum.
Ailenin en büyüğüydüm. Büyük çocuklar bunu bilir, büyük olmak sanıldığı kadar kolay ve avantajlı bir durum değildir.
Öncelikle hiç sırtlanamayacağınızı düşündüğünüz kadar çok yük alırsınız omuzlarınıza. Annenizin, babanızın sorumluluğunda olan birçok şeyi siz yüklenirsiniz. Hiç kimse size bunu vermesine gerek yoktur, siz doğuştan adaysınızdır; ebeveynlerin yaptığı ve yapmadığı şeylere.
Bende sırtımdaki bu yükle yaşamaya çalışır ve beni ilgilendirmeyen her şeyi yüklenirdim. Bu şekilde mutlu olmaya çalışırdım.
Kız kardeşim ortaokul birinci sınıfta okulu bırakmak istiyor, ağlayıp sızlıyordu. Bende çok değil, orta ikiye gidiyordum. Ağabey olarak bu durumdan inanılmaz rahatsız oluyorum, çocukluğun vermiş olduğu bilinçle (siz buna bilinçsizlikte diye bilirsiniz.)bazen bu durumu onaylıyor “evet gitmesin” diyor, bazen de “gitsin, gitmeyip de ne yapacak” diyordum. Babamınsa bu durum hiç umurunda değildi.
Kız kardeşimi okulu bırakmaması için ikna etmek bana kalmıştı. Kendim daha tam olarak bilincinde olmadığım bir şeyi ona empoze etmeye çalışmıştım.
Tabi yıllar sonra bunun yanlışlığını kız kardeşim kabul edip, ezilip, üzülürken, babam halen kendi gerçekliği içinde, “Okuyup da ne olacak!” mantığını sürdürüyordu.
Son birkaç yıl öncesine kadar da hep babası benmişim gibi davranıyordum. Dört kardeşimin de derdi, sıkıntısı, yaptıkları ve yapmadıkları şeyler, kısacası her şey benim sorunumdu.
Ülkede savaş çıksa başbakandan önce ben dertlenmek zorunda hisseder ve gerçekten de dertlenirdim. Bu ve benzeri, bana ait olmayan sorumluluklar yüzünden günlerimi, aylarımı ve yıllarımı harap ederek geçirdim ve zaman içinde hiçbir şeye tahammül edemeyen biri oldum.
Trafikte ilerlerken beni sollayan arabaya tahammül etmem söz konusu bile değildi. “Küfrün bini bir para.’’ Hiç kimse beni geçemezdi. Kimsenin acelesi, hastası, bir problemi olamazdı. Olsaydı bile ben bunu kabul etmezdim.
Herkes birbirine saygılı olmalıydı!
Beni sollaması nasıl bir saygısızlık türü onu bilmiyordum ama herkes birbirine saygılı olmalıydı, işte o kadar!
Beni sollayanı sollamak ya da arkasına iyice yanaşmak, aklımca onu rahatsız etmek sıradan bir şeydi benim için. Ama alıştığım bu davranış biçimi, eğlenceli bir şey asla olmadı.
Kendi kendime bir dünya yaratırdım. Sinirlerim ve bedenim gergin, kaslarım kasıldıkça kasılıyor ve aklım tek düşünceye odaklanıp, hiçbir şey düşünemez hale geliyordum.
Duygularım yaşamdaki tüm olumsuzlukları hücum ettiriyordu bedenime ve gördüğüm tek sahne kendi yaşam alanıma saldırıydı. Tıpkı bir aslanın ya da köpeğin kendi bölgesini sidiği ile işaretlediği gibi, bende kendi yaşam alanımı zihnimde düşüncelerimle işaretlemiştim. Kimse beni sollayamazdı, ben izin vermediğim sürece.
Kendime yaptığım bu işkence sadece araç kullanırken mi gerçekleşiyordu? Elbette ki hayır! Bir kuyrukta beklerken çevredeki güzellikleri görmek yerine, acaba kim kuyruğa itaatsizlik edecek, kim saygısızlık edecek, kim kimin yerini alacak ve kim bana veya başkasına yanlış yapacak diye beklenti içerisinde gerilir, sinirlenir ve lüzumsuz birçok olumsuz ruh haline girerdim. Adeta kendimi tüketirdim.
Hayatımdaki iyi ve güzel şeyler sürekli yanı başımdan geçip giderken, ben onları başka yerlerde arardım.
Bir defasında bir arkadaşım sürekli itiraz etmemden, her şeye karşı gelmemden ve her zaman birinin haksız olduğunu ispatlamaya çalışmamdan şikâyet etmişti. Gerçekten çok şaşırmıştım, çünkü gerçeğin bütün çıplaklığı içinde onun haklı olduğunu görmüştüm.
Kendimi bir tartışma şövalyesi olarak görüyordum. Olur olmaz, ilgili ilgisiz her şeye itiraz etmeyi bir maharet zannediyorum. İnsanları yenmek, küçük düşürmek, alay etmek, zorda bırakmak bana gizli ve sadist bir zevk veriyordu.
Tabi aynı zor durumlara sıkça düştüğümde ise, başkalarını suçlamayı ve suçu hep dışarıda aramayı tercih ediyordum.
Asla yaptığım olumsuzlukların dönüp dolaşıp başıma geldiğini, insanlara iyi davranmayıp, hep onların açığını aradığım için, onların da bana aynı şekilde davranıp, benim sürekli açığımı bulduklarını ve bundan faydalanıp benim onlara yapmak istediğim olumsuzlukları onların bana yaptıklarını kabul etmiyordum.
Yani ben onlara her tarafında dikenler olan bir ağaç dallı sallarken, onlardan bana gül uzatmalarını bekliyordum. Gül bulamayınca da hayal kırıklığına uğruyor, kendimi kahrediyordum.
Zamanımı ve enerjimi hep olumsuzluklara odakladığım için; ilk baharda açan çiçeği, deniz üzerindeki yakamozu, bana aşık olan o güzel kızı, beni bekleyen büyük fırsatları ve daha nice güzellikleri sanki yaşamımdan kovuyordum.
Tam anlamıyla bir olumsuzluklar küpüydüm ve marşabasını uzatıp hayatıma giren herkes, o gülen gözlerin ve yüzün arkasındaki karamsar, lanet insanla tanıştığında dünyama girdiğine gireceğine pişman oluyordu. Pabuçlarını geride bırakıp uzaklaşırlarken, ben yine yalnız ve anlaşılamayan bir zavallı olarak kalıyordum.
Bir süre sonra yüzüme taktığım tatlı maskeyi de çıkartıp, hepten kararsızlığın ve karamsarlığın koynuna girdim.
İşte böyle bir kişi iken, size anlatacağım tekniklerle ve sistemlerle tanışıp hayatımı yeni baştan dizayn ettim. Karamsarlığın koynundan çıkıp, hayatın renklerini yakalamayı öğrendim. Mutluluğu başka yerlerde ararken hep yanı başımda olduğunu, hatta gölgesinde yattığım halde varlığından haberdar olmadığımı fark ettim. Yaşama yeniden merhaba dedim.
Hayatlarında hep bir arayış içinde olup, neyi aradığını bilmeyenler,
Mutlu olmayı isterken, olumsuzlukların gölgesinde mutluluğa sırt çevirmiş olanlar,
Başarıyı arayıp, peşinden koşmaya cesareti olmayanlar,
Bir yerde oturmuş, hayallerinin kendiliğinden gerçekleşmesini sahte umutlar yaratarak bekleyenler,
Kendisine inanmayıp, yapacaklarının bir sınırı olduğunu düşünenler,
Değişmeyi istediği halde “ İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur” felsefesinin yıkıcı etkisine kapılanlar,
Yaşadıkları acılar için sürekli hayatı ve başkalarını suçlayıp kendini tüketenler,
Katı kurallarla duvarlarını ördükleri hapishanelerinde saplanıp kalanlar,
Daha iyisini isteyip de nerede bulacaklarını bilemeyenler,
Sürekli birilerinin desteğine ihtiyaç duyup, özgürlüklerini kaybedenler,
Yaşamın ayrıntılarda gizli güzelliklerini arayıpta bulamayanlar,
Sizlere sesleniyorum! Peşimden gelin, çünkü farkında olmasınız da ilginç bir yaşam sizi bekliyor!
Damda birlikte yatmışız
Öküzü hoşça tutmuşuz
Koyun değil şu dağlarda
San kendimizi gütmüşüz
Hor baktık mı karıncaya
Kırdık mı kanadını serçenin
Vurduk mu karacanın yavrusunu
Ya nasıl kıyarız insana
Hasan Hüseyin
Kaynak: Hipnoz ve NLP ile Mutluluğu Yakalayın – Ares Kitap
www.gencgelisim.com