Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü.
Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, “Arslan öldü, yerine kuzu geçti” diye düşünen Avrupalıları sevindiriyordu. Ancak Avrupalılar, çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar.
Kânunî Sultan Süleyman Han’a neden “Kânunî” denilmiştir?
Kasım Yağcıoğlu: Her Osmanlı pâdişâhı gibi Kânunî Sultan Süleyman Han da kul hakkına çok özen gösterirdi. Bu hususta çok titiz davranır, âhirette kendisinden hesap sorulmasından çok korkardı. Bunun için ona “Kanunî” diye hitap edilirdi.
Çeşitli bölümlerden meydana gelen Süleymâniye Külliyesi tamamlanınca, Kânunî Sultan Süleyman Han, mîmârından işçisine kadar, orada çalışanlardan helâllik almak için çalışanların hepsinin toplanmasını istedi. Verilen gün ve saatte herkes geldi. İnsanların hakkı geçmemesi için, onları bekletmekten de hoşlanmayan Sultan Süleymân Han, saatinde gelerek, kendisi için hazırlanan yere geçti. Sultanlar sultânı, en tatlı sesiyle, önce Allahü teâlâya hamdetti. Sonra Peygamberler Sultânına salevât getirdi. Onun güzel ve güzîde Eshâbını hayırla andı. Sonra da ecdâdına ve bütün din kardeşlerine, Fâtihalar gönderip, duâda bulundu ve şöyle dedi:
-Ey din kardeşlerim!.. Can kardeşlerim! Görüyoruz ki, bu câmi-i şerîf tamamlanmıştır. Ona emeği geçenlerin cümlesinden Kadir Mevlâm râzı olsun! Ancak hemen şunu söylemek istiyorum ki, çalışıp da hakkını alamamış kim varsa gelip bizden istesin.
Çıt çıkmıyordu. Yüce Padişah sözüne devâm etti:
-Olabilir ki, hakkını alamayan kimse, burada değildir. Burada olanlara ahdim olsun ki, gelmiyenlere söyliyeler. Onlar da gelip haklarını bizden alalar.
Tabiî ki hiç kimse çıkıp “benim şu hakkım var” demedi. Çünkü hiç kimsenin hakkı kalmamıştı. İncelenen vesikalardan da anlaşıldığı üzere; inşaatın en yoğun zamanlarında bile, çalıştırılan at, katır ve merkeplerin çayıra açılma saatlerine dahi özellikle dikkat edilmiş, hiçbir mahlûkâtın hakkına tecâvüz edilmemesine gayret gösterilmişti.
Hak hukuka bu derecede dikkat eden Sultan Süleyman Han, Budin Seferi’nden dönerken, yollar dar olduğu için ordusunu tarlalardan geçirmek zorunda kaldı. Buradan geçerken bir köylü, elindeki kazmasını pâdişâhın geçtiği yöne fırlattı.
Bunun üzerine pâdişâhın atı ürktü, köylü de yakalanıp huzura getirildi.
Sultan Süleyman Han köylüye sordu:
-Derdin nedir, niçin böyle yaptın?
Köylü cevap verdi:
-Biz fakir köylüleriz. Askerlerinizden bazıları, yeni ektiğimiz tarlalardan geçtiler. Ya bu zararı ödersiniz, ya da sizi şikâyet ederiz.
Kanunî Sultan Süleyman köylüye tekrar sordu:
-Peki bizi kime şikâyet edeceksiniz?
Köylü şöyle dedi:
-Siz Kanunî değil misiniz? Sizi kanuna şikâyet ederiz.
Kanunî Sultan Süleyman Han bu cevaptan memnuniyet duydu. Bütün köylülerin zararını hesap ettirip ödedi.
Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi; öyle değil mi?
Kasım Yağcıoğlu:Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden birisi şudur:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.
Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi”.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın Avrupa’da büyük bir etkisi var…
Kasım Yağcıoğlu: Tabi bu anlattıklarımız tarihin derin sayfalarında kalmış önemli olaylar… Bu bize kendimize bir öz güven kazandırmalı ve bu yüzyıla bakarak yeni bir vizyonla çıkmalıyız. Yoksa hikaye gibi olur. Bakın Alman İmparatoru Şarlken tüm Avrupa’da hakimiyet sağlamıştı. Alman İmparatoru fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı Fransuva’yı esir aldı. Fransa Kralının annesi Düşes Dangolen, Kanûnî’ye bir mektup yazarak yardım istedi. Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki şehri Nis’e giderek Şarlken’in donanmasını yendi. Hem Fransa’yı hem de Fransuva’yı kurtardı.
Fatih Sultan Mehmed, Avrupa’da düzenlediği seferlerde Sırbistan’ı almıştı. Ancak stratejik bir öneme sahip Macaristan alınamamıştı. Kanûnî Sultan Süleyman Macaristan’ı almak üzere harekete geçti. Belgrad, karadan ve Tuna ırmağındaki Osmanlı donanması tarafından kuşatıldı. Şehir, gayet iyi savunulmasına rağmen teslim olmak zorunda kaldı (29 Ağustos 1521). Belgrad Muhafızlığına Balı Paşa getirildi. Bu sefer sonunda İstanbul’a gönderilen bazı Belgratlılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi. Kanunî, Sultan Birinci Selim Han’dan 7.000.000 km2’ye yakın devraldığı Osmanlı Devletini, 46 yılda 15.000.000 km2, bağlaşık devletlerle, 17.000.000 km2 ulaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman “Muhteşem Süleyman” olarak da anılır. Birçok tarihçi tarafından onun saltanatında Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak dönemini yaşadığı kabul edilmektedir. İşte bu durumun Osmanlı’nın aleyhine dönüşmesini istemiyordu. Bundan dolayı Kanunî Sultan Süleyman, günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye devletin akıbetini düşünürdü. Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi meşhur âlim Yahya Efendi’ye sorduğundan, bir gün bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi’ye gönderir. Mektupta “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün izmihlale uğrar mı?” Mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır; “Neme lazım be Sultanım!” Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman buna herhangi bir mana veremez. “Acaba bu cevapta bizim bilmediğimiz bir mana mı vardır?” diye düşünür. Nihayet kalkar Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir ve der ki; “ Ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, sorumu ciddiye al.” Yahya Efendi şöyle bir bakar; “Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.”der. Kanuni’nin; “İyi ama ben bu cevaptan birşey anlamadım. Sadece “Neme lazım be sultanım” demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi…” sözü üzerine, Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu müthiş açıklamasını yapar:
–Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de ‘neme lazım’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler de bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başka kimse işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir… Bunları dinlerken ağlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder. Sonra da Allah’a, kendisini ikaz eden bir âlim olduğu için şükreder. Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembih ettikten sonra oradan ayrılır.
Rodos’un fethedilmesi neden gecikti?
Kasım Yağcıoğlu:Anadolu’nun güneybatısında bulunan Rodos Adası, ilk olarak (672’de), Emevîler zamanında, Bizanslılardan alındı. Ada, 680’de tekrar Bizanslılara geçti. Daha sonra Akka’dan kovulan Hospitalier Şövalyeleri, buraya yerleştiler (1291). Rodos, Hıristiyanların en kuvvetli ileri karakolu oldu. Anadolu ve Mısır’a yönelik Haçlı seferlerinde üs olarak kullanıldı. Fethi için, birçok seferler düzenlendiyse de muvaffak olunamadı. Fatih Sultan Mehmed Han zamanında da Rodos muhasara edilmişti. (1480). Cem Sultan’ın, Rodos Şövalyelerinin eline geçmesi, onları daha da azgınlaştırdı. Bayezid Han’dan sonra tahta geçen Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır’ı fethetmesiyle, Rodos’un önemi daha da arttı. Anadolu’dan Mısır’a giden deniz yollarının emniyetinin tam olarak temin edilmesi, artık katî bir zaruret hâlini almıştı. Yavuz Selim Han, bu maksatla hazırlıklara girişilmesini emretti. Ömrünün vefa etmemesi yüzünden, Rodos’un fethi, oğlu Kanunî Sultan Süleyman Han’a kaldı.
Rodos adası, Sen Jan Şövalyelerinin elindeydi. Şövalyeler korsanlık yapıyor, Türk donanmasına zarar veriyorlardı. Rodos’u fethetmek Osmanlı için İstanbul’un fethi kadar önemliydi.
Kanunî, Kütahya yoluyla Marmaris’e, oradan da gemilerle Rodos’a çıkmıştı. Teslim teklifinin şövalyeler tarafından reddi üzerine, Ağustos’un birinci günü kale dövülmeye başlandı. Bütün Ağustos ayı, karşılıklı top ateşi ve yine karşılıklı lağım açmakla geçti. Açılan top ateşiyle, kalede mühim tahribat yapılmasına rağmen, bu tahribat kısa zamanda düşman tarafından kapatılıyordu. Türk lağımcılarının, devamlı, Rodos burçlarının altına açtıkları lağımlar, Avrupa’nın en meşhur mühendisi olup, şövalyelere yardıma gelen Gariele Martinengo’nun mukabil lağımlarıyla karşılaşıyor ve yeraltında korkunç boğuşmalar oluyordu.
Şiddetli top atışları, lağımlar ve sık sık tekrarlanan umumî hücumlarla, kale iyice yıpratıldı. Umumî hücumda şövalyeler, şehir içindeki istihkâm ve hendeklerin arkasına çekilmeye mecbur kaldılar ve artık mukavemet etmenin imkânsızlığını da anladıklarından, kaleyi teslim etmeyi kabul ettiler.
Ordunun aylar süren baskısı ve verilen binlerce şehidin ardından Rodos fethedildi. Kanuni aylar süren abluka sonunda adayı teslim aldığında şöyle demişti; “Bağrımızdaki hançeri çıkardık”.
Onun liderliğinde Osmanlı İmparatorluğu Altın Çağı’na ulaştı ve dünya gücü haline geldi. Süleyman, Osmanlı ordusunu Belgrad, Rodos, Macaristan’ın çoğunun fethinde kendisi yönetti. Viyana kuşatması planını hazırladı. Ortadoğu’nun çoğu toprağını imparatorluğuna dahil etti. Karasularını Kuzey Afrika’ya, Cezayir’e genişletti. Kısa dönemde Osmanlı’lar Akdeniz, Kızıl Deniz ve İran Körfezinde deniz hâkimiyetini ele geçirmeyi başardılar. Osmanlı İmparatorluğu, onun ölümünden sonra genişlemesine, bir yüzyıl daha devam etti.
Kanun Adamı Kanuninin Kanunnamelerinden bahseder misiniz?
Kasım Yağcıoğlu: Her Osmanlı pâdişâhı gibi Kânunî Sultan Süleyman Han da kul hakkına çok özen gösterirdi. Bu hususta çok titiz davranır, âhirette kendisinden hesap sorulmasından, çok korkardı. Bunun için ona “Kanunî” diye hitap edilirdi.
Çeşitli bölümlerden meydana gelen Süleymâniye Külliyesi tamamlanınca, Kânunî Sultan Süleyman Han, mîmârından işçisine kadar, orada çalışanlardan helâllik almak için çalışanların hepsinin toplanmasını istedi. Verilen gün ve saatte herkes geldi. İnsanların hakkı geçmemesi için, onları bekletmekten de hoşlanmayan Sultan Süleymân Han, saatinde gelerek, kendisi için hazırlanan yere geçti. Sultan şöyle dedi:
-Ey din kardeşlerim!.. Can kardeşlerim! Görüyoruz ki, bu câmi-i şerîf tamamlanmıştır. Ona emeği geçenlerin cümlesinden Kadir Mevlâm râzı olsun! Ancak hemen şunu söylemek istiyorum ki, çalışıp da hakkını alamamış kim varsa gelip bizden istesin…
Çıt çıkmıyordu. Yüce Padişah sözüne devâm etti:
-Olabilir ki, hakkını alamayan kimse, burada değildir. Burada olanlara ahdim olsun ki, gelmiyenlere söyliyeler. Onlar da gelip haklarını bizden alalar.
Tabiî ki hiç kimse çıkıp benim şu hakkım var demedi. Çünkü hiç kimsenin hakkı kalmamıştı. İncelenen vesikalardan da anlaşıldığı üzere; inşaatın en yoğun zamanlarında bile, çalıştırılan at, katır ve merkeplerin çayıra açılma saatlerine dahi özellikle dikkat edilmiş, hiçbir mahlûkâtın hakkına tecâvüz edilmemesine gayret gösterilmişti. Bu nasıl medeniyet böyle… Hayran kalmamak mümkün değil. Bugün de yapabiliyor musun insanlığa bir yatırım. Yapabiliyor musun hayvanlara yatırım.
Hak hukuka bu derecede dikkat eden Sultan, Budin Seferi’nden dönerken, yollar dar olduğu için ordusunu tarlalardan geçirmek zorunda kaldı. Buradan geçerken bir köylü, elindeki kazmasını pâdişâhın geçtiği yöne fırlattı.
Bunun üzerine pâdişâhın atı ürktü, köylü de yakalanıp huzura getirildi.
Sultan Süleyman Han köylüye sordu:
-Derdin nedir, niçin böyle yaptın?
Köylü cevap verdi:
-Biz fakir köylüleriz. Askerlerinizden bazıları, yeni ektiğimiz tarlalardan geçtiler. Ya bu zararı ödersiniz, ya da sizi şikâyet ederiz.
Kanunî Sultan Süleyman köylüye tekrar sordu:
-Peki bizi kime şikâyet edeceksiniz?
Köylü şöyle dedi:
-Siz Kanunî değil misiniz? Sizi kanuna şikâyet ederiz.
Kanunî Sultan Süleyman Han bu cevaptan memnuniyet duydu. Bütün köylülerin zararını hesap ettirip ödedi.
Kanuni ile devrin büyük uleması Ebussuud Efendi arasında şöyle bir diyalog geçer; ne ibretli insanlar… Kanuni Sultan Süleyman, sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülmesi için Şeyhulislam Ebussuud Efendi’den şu beyitle fetva istemiş:
-Dırahta ger ziyan etse karınca
Zararı var mıdır ânı kırınca
Yani ürünlere zarar veren karıncaları öldürmekte şer’an zarar var mıdır?
Ebussuud Efendi, bir beyitle cevap vermiş:
-Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Görüyorsunuz, hem nezaket hem duyarlılık hem de sanat…
**
Kasım Yağcıoğlu
Genç Gelişim Dergisi / www.gencgelisim.com