Doç. Dr. Haluk Berkmen
Etki-tepki mekanizmasının dışına çıkabilmek, “İleri Düzeyde Farkındalık“ demektir. Bunun en güzel ve çarpıcı örneğini Kung-Fu (bireysel savaş sanatı) yapan Zen ustalarında görürüz. Kendisine saldıracak olursanız anında gerekli müdafaa hareketini yaparak etkiye en hızlı bir şekilde tepki gösterir. Fakat tehlikeyi savuşturunca da anında durup selam verir. Demek ki olay o anda başlamış ve o anda bitmiştir. Olaya katılmıştır ama olayın kendisini sürüklemesine izin vermemiştir. Kızgınlığı ve hırsı yoktur. Ne kendini ispatlamak ne de karşındakini cezalandırmak gereğini duymaktadır. Çünkü egosuna tam olarak hakimdir. Eğer saldırı geldiğinde düşünmeye vakit ayırsa gerekli savunmayı yapamaz. Ama akıl ve mantığı da onu hiçbir an terk etmez. Onun hem bilgisi, hem sezgisi hem de farkındalığı tamdır.
Bir diğer örnek öğrencisine çözmesi için Koan (kung-an) sunan Zen ustasının durumudur. Öğrencisine en uygun koanı seçerken hem bilgisini kullanır hem de sezgisini. Zen ustası öğrencisi karşısında bir gözlemci değil, bir katılımcıdır. Bir batılı öğretmen gibi ona bilgi aktarmak amacında değildir. Onun amacı öğrencinin farkındalığını arttırmak ve onun bütüncül düşünmesini sağlamaktır. Her verilen koan öğrencinin anlayış düzeyine göre seçilir.
Bir gün öğrencinin biri Zen hocasına şu soruyu sormuş: “Bana verdiğiniz koanı daha önce başkaları çözmüştü. Bu eski koanı bana neden veriyorsunuz?” Hocanın yanıtı şu olmuştur: “Eski koanlar her sorulduklarında kendilerini yenilerler.” Yani, koanlar ölmezler ve her sorulduklarında yeni bir ortam bulup canlanabilirler. Bu ortam da koanın sorulduğu kişinin şuurudur. Canlanma derecesi de o kişinin şuur seviyesine göre değişir. Koan’ı seçen hoca öğrencinin şuur seviyesini ve psikolojik durumunu çok iyi tarttıktan sonra böyle bir sorumluluk almıştır. Bizim içinde bulunduğumuz yeni şuur durumu gözleyen ve gözlenenin yeni bir şuur halindeki katılımcılığıyla canlılığını, aktivitesini ve yaşam yolumuza desteğini hep sürdürür.
Ruhsal Bütünleşme
Şuur seviyesi ileri olan kimse sorumluluk almaktan kaçınmaz. Çünkü böyle bir insanın kendisi için fazla bir beklentisi yoktur. Önemli olan şartların gerektirdiği şekilde davranmak ve bu davranışını ertelemeden anında uygulamaya koymaktır. Bu duruma ‘Ruhsal bütünleşme’ de diyebiliriz. Ruhsal bütünleşme ortak bir farkındalık alanının oluşması demektir. Aynı duyguları ve düşünceleri paylaşan insanlar bu türden bir ruhsal bütünlük alanı oluştururlar. O bütünlüğe ulaştıktan sonra her duruma ve her olaya sadece akıl ve mantıkla değil, aynı zamanda ruhumuzla yaklaşmayı başarabiliriz.
Tasavvufta ve Sufizmde bu duruma “Kalp gözünü açmak” veya “Gönül gözünü açmak” da diyebiliriz. Bir olaya gönül gözünü açarak yaklaştığımızda sadece zihinsel farkındalık oluşmakla kalmaz, aynı zamanda duygusal farkındalık da oluşur. Yani o anda aniden duygularımız keskinleşir ve mutluluk, coşku, sevinç gibi duygular duyarız. Basit bir örnekle şöyle açıklamaya çalışalım; diyelim ki otobüse binmek için otobüs durağına doğru ilerliyorsunuz. Tam durağa vardığınızda karşınıza sizin istediğiniz otobüs geliveriyor. O anda bir mutluluk, bir coşku hissi sizi kaplıyorsa farkındasınız demektir. “Ne tesadüf, tam da benim istediğim otobüs geldi” diyorsanız, farkında değilsiniz.
Farkındalık ve mucize
Demek ki, tesadüfe inanmak farkında olmamak demektir. Her olayın hiçbir amaca dayanmadan öylesine tesadüfen oluştuğuna inananlar olaylar arasında ilişki olduğunu göremezler. Oysa ki evrende hiçbir olay tümüyle tesadüf eseri ortaya çıkmaz. Ancak bunun şuuruna varmak gerekir. İşte tesadüflerin ardındaki asıl nedenleri görebilenler farkındalık sahibi kişilerdir. Farkında olan insan için yaşam mucize doludur. Mucizelerin farkına varmak da hem coşku hem de tevazu yaratır.
Evrenin kendisi bir mucizedir. Sonsuz büyük ve sonsuz uzak mesafelerin varlığından yeni yeni haberdar oluyoruz. Bu sonsuzluk içinde dünyamız o kadar ufak ve anlamsız kalıyor ki bizim bu küçücük dünyada yaşamamız bir mucizedir. Bu mucizenin farkına varmak da insanı mütevazı yapar. Şu koskoca, uçsuz bucaksız, evrende biz neyiz ki? Kendimizi önemli görmemiz için hiçbir neden yok. Ama bizim var olmamız da bir mucize. İnsan vücudu öylesine mükemmel bir sistem ki hayran kalmamak mümkün değil. Bu mucize karşısında da tesadüflerin bulunmadığını görmek, yani insanın da bir küçük evren olduğunun farkındalığına ulaşmak gerekir. Mikro ve makro düzeydeki farkındalığımızın artması, işleyişin mükemmelliği karşısında tevazu sahibi olmayı kolaylaştırır.
Kuantuma göre gözleyen ve gözlenen farkındalığı
Her yeni gözlem yeni bir farkındalık yaratabilir. Kesin olarak “Yaratır” demek pek mümkün değil çünkü gözlemi nasıl yorumladığımız çok önemlidir. Eğer “Önemli değil, sadece bir tesadüftür” derseniz olayı o seviyede kesip daha derine inme gereği duymazsınız. Ama “Bu olayın altında bir neden olmalı” şeklinde düşünüp sorgulamaya devam ederseniz derine inmiş olursunuz ve farkındalığınız da artar.
Bizler olayları gözlemlerken aynı zamanda kendimizi de gözlemlemiş oluruz. O olayın bizim başımıza neden geldiğini sorgularken kendimize tarafsız bir gözle bakıp, dıştan gözlemlememiz gerekir. Yani kendi dışımıza çıkıp kendimizi bir nesne gibi gözlememiz gerekir. Demek ki, hem gözleyen hem de gözlenen biz olmalıyız. Kuantum kuramı der ki; “Gözleyen ve gözlenen bir bütün oluştururlar ve birbirlerini etkilerler.” Eğer biz kendimizi gözlersek kendimizi etkilemiş de oluruz. Bu etkileşmenin sonucu değişimdir. İnsan kendini tarafsız bir gözle gözlerse kendini değiştirebilir. Yani farkında olmakla kendimizi değiştiririz. Tersi de doğrudur. Değişmiş olan insan farkında olmuş insandır.
Değişimin dıştan değil içten gelmesi gerekir. Başkalarına bakıp değişmeye çalışmak boşuna bir uğraştır. Doğal olanı kovarsanız o koşa koşa geri gelecektir. Doğal olmak başkalarından öğrenilmez. Doğal davranış içten gelir. Akıl ve mantıkla oluşturulamaz. Doğal olmak için içe bakmak yeterlidir. İçe bakıldığında öylesine bir ışık belirir ki tüm şüpheler, tereddütler, kısaca karanlık noktalar ortadan kalkar. Olayların birer tesadüf olmadığını da bu şekilde algılayabiliriz.
Olayların ardındaki gerçek nedenleri bu şekilde görebiliriz. Yani, daha üst düzeyde bir bakış açısına ulaşmış oluruz. Bu üst düzey bakış açısına varmak için tek tek olaylar hakkında düşünmek yerine, olaylar arasındaki tümel ilişkiye bakmak gerekir. Böylece daha derine inmiş ve merkezden çevreyi izlemiş oluruz. Çevrede sürekli çalkantı, itiş kakış, dalgalanma vardır. Merkez ise tüm bu çalkantılardan uzak sakin ve durağandır. Merkezde benliğin istekleri yerine sessiz bir kabul, bir tevekkül, bir tatmin vardır.
Tatmin olmuş olan benlik kendiyle uğraşmaz. Merkezden bakar fakat ben-merkezci değildir. Bu söz bir çelişki gibi gelebilir fakat daha önce sözünü ettiğimiz hem-hem yaklaşımı ve mantığı uygulandığında hiçbir çelişki kalmamaktadır. Tatmin olmuş olan benlik hem ben-merkezcidir hem değildir.
Yani, hem kendi hayrına hem de bütünün hayrına çalışır. Biri diğerinin önüne geçmez. Daima farkındalıkla etrafında olanlara katılır. Farkındalıkla etrafta olup bitenlere katıldığınızda sufizmde anlatılan cazibe alanları meydana gelir. İçinizden dışa doğru yayılan bir enerji alanı oluşur ve bu alan çevrenizdeki insanları etkilemeye başlar. Yani cezp edilenken cezp eden olmaya başlarsınız.
“Kendi yaşamlarını ve içinde yaşadıkları dünyayı etkileyip değiştirmiş olanlar farkındalıkları yüksek insanlardır.”