Çalışma masasını düzenlemek istedi. Masanın üzerinde kitaplar, broşürler, fotoğraflar, dosya kâğıtları dosyalar vardı. Her birini, düzenleyip yerlerine yerleştirmek gerekiyordu. Fazla dağınık olmanın olumlu anlamda bir değeri yoktu. Asıl değerli olan yanı düzenleme sırasında kitap ve evrakıyla teker teker ilgilenmesiydi. Onları bu çalışma masasına getiren, taşıyan enerjinin altında yatan gerçekler neler olabilirdi? Bu sorunun cevabı onların önemini bir kat daha çoğaltıyordu.
Önce kitapçıktan başladı. Kitapçık demesinin nedeni ölçülerinin yarım kitap boyutlarında olmasıydı.
Ön kapağın üzerinde kırmızı bir gül vardı. Kırmızı gülü görür görmez aynı gün öğleyin Tophane’de kırmızı lalelerin fotoğraflarını çektiği aklına geldi. Aklı o anlara gitti. Kırmızı laleler bu yıl İstanbul’un zemin siluetini canlandıracağa benziyordu. Tam üç milyon adet lale soğanı ekilmişti. İstanbul ve lale sözcükleri bir araya gelince koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun “Lale Devri” denen önemli devri akla geliyordu. Kendi aklına gelenin başına geleceğini bildiğinden Lale Devri’ne girmeden, lale soğanlarının Hollanda’dan satın alındığını hatırlayarak derinlere dalmaktan kurtuldu. Hollanda’ya lalelerin İstanbul’dan gittiğini, şimdi dönüş yaptığını söylemeden edemedi.
Kapağında kırmızı gül olan kitapçığın, gülün üst tarafında “Sevgili Peygamberimizden Güller” yazısı vardı. Sayfanın alt tarafında Derleyen ve Çeviren Abdullah Feyzi Karaer yazıyordu.
Allah’ın bildiğini kuldan esirgemenin manası yoktu. Önce kitabı rafındaki kitapların üzerine koymak istedi. İstemsiz bir davranışla jenerik sayfasını açtı. Orta yerindeki yazıyı okuyunca sandalyeye çöreklenip kaldı.
İç sayfayı açtığına dağlar kadar, ovalar kadar, ırmaklar kadar ve kuşlar kadar sevindi. Kitabı kendine uzatan gence, “Kopya yapmışsın ama iyi yapmışsın” diyerek gülümsediğini anımsadı. Kitabın, Galatasaray Lisesi’nin önünde dağıtımını yapan genç de ona gülümsemişti. Hıristiyanların, İncil dağıtmalarının bilincini yansıtıyordu bu gülümsemeler.
“Bu çalışmanın basılıp dağıtılması serbesttir, yazar hiçbir telif hakkı talep etmemektedir.”
Karaer:
Aklınla bin yaşa, yüreğinle bin yaşa, senin gönül
ve fikir zenginliğinin paylaşımı binlerce kişiye örnek ve
nasip olsun.
Kitabı fotoğraf albümlerinin üzerine koydu. Onlarla aynı boyuttaydı kitap. Mavi zemin üzerinde resim ve yazılar olan broşüre uzandı. İlk sayfasında Atatürk’ün portresi vardı. Üzerinde, Terörle Mücadele ve Hareket Daire Başkanlığının amblemi, onun üzerinde T.C. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü yazıyordu. Sayfanın alt tarafında ise “Gençler” diye başlayan yazı vardı. Okudu ve yazdı.
Gençler;
Cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.
K. Atatürk
Broşürün orta sayfasından bir paragraflık bölümü yazmayı uygun gördü. Gönül isterdi ki hepsini yazsın. Fakat onlarca broşür vardı.
Bilgi toplumu, bilginin insan haklarına saygı çerçevesinde özgürce üretildiği ve dolaşabildiği toplumdur. Bu değerlerin yeşerebildiği ortamlar ancak demokratik değerlerle donatılmış siyasi, ekonomik ve kültürel yapılanmalarla sağlanabilir. Bu yapının temel taşı sosyal sorumluluk duygusu içerisinde değişmeyi ve gelişimi isteyen, tartışan ve üreten bireylerdir.
Emniyet Teşkilatı’nın “Polis Haftası” nedeniyle düzenlediği çalışmaların, polis ile halkın kaynaşması ve birbirine destek olması ön başlıklarında bu tür çalışmaların sayısız yararları olacağı kanaati ile öteki broşürlerde de bazı alıntılar yapmak istedi. Broşürün birinde “ÖNCE İNSAN” yazılıydı. Bu yazı kendi hayat felsefesini yansıtıyordu. “Önce insan.” Sarı zeminli bir diğer broşürde, “Küçük tedbirler, büyük belaları önler” yazılıydı. Bir diğer broşür “Görevimiz, Güvenliğiniz”le başlıyor, “bize güvenin, biz size hizmet için varız, siz bizim için çok önemlisiniz”le devam ediyordu. Her yıl aynı çalışmaları görme umuduyla, broşürleri dosyaladı. Çalışmaya ara verdi.
Yazma eylemine ara vermiş olması, düşünme eylemine ara vermesi anlamına gelmiyordu. İster tuvalete gitsin, isterse bir bardak su içmek için mutfağa girsin ya da koltuğa oturup televizyon izlemeye başlasın fark etmiyordu. Fark etmeyen şey her yerde ve her durumda düşüncelerin birbirini kovalamasıydı. Bazen sağanak yağmur gibi yağıyor, bazen sulu sepken gibi geliyor, bazen de Amerikan kasırgaları gibi yakıcı ve yıkıcı oluyordu. İyi yanı, kontrol edilebilir olmasıydı. Boğaz dokuz boğumdur. Dokuz düşün bir söyle misali yazıya dökülenler, her akla dökülenler değildi.
Bilinçaltı, her bireyin bilinçli anlarını içerdiği gibi, kendi içinde de içerik alanlara sahiptir. Şuuraltının, şuur üstü bağlantılarının olduğu gibi, şuur ötesi bağlantıları da vardır. Bu varlığın işlevsel hale gelmesi bilinç düzeylerinin çaplarına bağlıdır. Bilinçaltının karmaşık ve kirli olması çapların kısa olmasıyla ilgilidir. Bilinç çaplarının sonsuzlara uzama eylemlerini fark etmek, bilincin, aydınlık, tertemiz ve pırıl pırıl olmasını sağlar.
Kirlenmiş şuuraltı depremlerinin dışavurumlarıyla, aydınlık pırıl pırıl şuuraltı depremlerinin dışavurumları farklı farklıdır. Dışavurumların söylem biçiminde yansımış olması aynılığı yansıttığı halde anlamsal ve içeriksel özellikler yüzünden farklılık göstermektedir. Dillerin ve anlamların çokluğu içeriklerin ve yansımaların anlamsal etkilerine değişik kimlikler yüklemektedir. Bu özellikler dilin tartılabilir ortak bir aracının olmayışını ortaya koyar.
Evrensel bir dil olan sanat, politik alanları etkisine alıp yönlendirme, etkileme ve düşündürme fonksiyonlarını aktif hale getirdiğinde dillerde azlık, sadelik, politik ve sosyal idare tarzlarında azlık ve sadeliği getirir. Az, öz ve sadeliği algılayan şuurun, şuuraltı kirlilikle karşılaşmadığı görülür.
Dünyayı kirletenlerin, şuuraltı kirli olanlar olduğunu söylemek zor bir çıkarım değildir. Sadedir, basittir ve orta yerde öylece durmaktadır.
Fabrikanın kapısına tekstil fabrikası yazıp içeride milyonlarca uyuşturucu hap imal edenlerin şuuraltının temiz olacağını hangi babayiğit söyleyebilir. Fabrikanın zehirli atıklarını toprağa gömerek kanserojen maddelerin toprağa sızmasına neden olanların şuuraltının kirli olduğundan şüphe etmek kimin haddine düşer. Bir bireyin haddine düşen çok şey vardır aslında. İçtiği suyun temiz olmasını istemek en basit hakkıdır. Soluduğu havanın temiz, solunabilir olmasını istemek en doğal hakkıdır. Sağlıklı yaşamak en insanca hakkıdır. Bu hakları elinden alanlara karşı çıkmak en doğal hakkıdır. Hak sözcüğü onu kapattığı dosyaya yönlendirdi. Emniyet broşürlerinden birini aldı. Üzerindeki yazılanlardan, “SİZE BİR TELEFON KADAR YAKINIZ” diyen cümleyle başlayan yazıdan bir bölüm aldı.
Polis teşkilatı; Toplum düzenini korumak, bu düzeni bozan suç ve suçlular ile mücadele etmek, kısacası vatandaşa güvenlik hizmeti vermek amacıyla kurulmuştur. Çağdaş toplumlarda vatandaşın huzur ve güvenliği için, gerekirse kendi canını feda etmekten sakınmayan polise, destek ve yardımcı olmak gibi bir ödevi vardır.
Sekuraltı Felsefenin görevi, felsefeyi organik temellere dayalı ve organik temelli insanın ortak, organik özellikleri üzerine kurmasıdır. Organik yapıya dayalı canlılık özelliklerinin dışında, organik olmayan ve maddeleşmeyen değerlere sahip olan insanın, madde ötesi yanlarını ve özelliklerini de incelemek yine aynı felsefenin dallarını ya da alt bilimlerini ilgilendirir.
Bir yönlü felsefe, semiloji, semisosyoloji bu bilimlerin ilkleridir. Bu bilimlerin içeriklerinin dolması, alanlarında ulaşılan değerlerle doğru orantılı olacaktır.
“Şuuraltı kirliliği”, şuuraltının kirlenmesi kavramları ve bunların dışavurumları sosyolojik gerçekleri yansıtmaktadır. Hal böyle olunca, “kötü yollarla elde edilen şeyler, kötü yolun kendisinden daha kötüdür” söylemi semilojik alanın yeni bulguları arasına girmektedir. Şuuraltı kirliliği ve kötü yol, kötü şey kavramları yan yana geldiğinde semilojinin yasalarına zemin hazırlamış olur.
• Toplumsal yaşamın sosyal kirliliği bireyin şuuraltını kirlendirir.
• Şuuraltı kirli bireyler kirli işler yaparlar.
• Bireyler dünyaya temiz bir şuuraltıyla gelirler.
• Sosyal kirlilik sosyal ilişkilerden doğar.
• Sosyal ilişkilerin temel taşı menfaate dayalı ise sosyal kirlilik kaçınılmaz olur.
• Sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde organik paylaşımı canlılık özelliklerine göre yapılırsa matematiksel eşitliğe en yakın değerler bulunur.
• Sosyal dengeyi sağlayan matematiksel eşitlikler, gerçek hakkaniyet eşitlikleridir.
• İnsan popülasyonunun matematiksel eşitlikler
ifadesi dengesizliklere anlatılmaya yönelirse, dünyanın coğrafi dengesizliği başlar.
• Matematiksiz sanat ve felsefenin ömrü kısadır.
• Birey kendi bedenindeki sanatsal matematiği ve düşüncesindeki matematiksel felsefeyi keşfetmelidir.
yazan: Hüseyin Ergül kaynak: akis kitap