İNSAN DÜNYAYA KENDİNİ KEŞFETMEK İÇİN GELİR

0
1029

Kendini keşfeden insanlarla, kendini keşfetmeyen ya da keşfedemeyen insanlar arasında en önemli fark şudur:

Yaşadığı dünya âleminde kendini keşfeden insan, öteki âlemlerde yaşamayı hak eden insandır. Yaşa­dığı dünyada kendini keşfedemeyen insan öteki âlemlerde yaşamı kaybeden insanlardır. Bu gerçek­ler insanın organik gerçekleridir. Sekuraltı felsefenin bir ayağının yerde olmasının nedeni bundandır. Se­kuraltı Felsefenin bir ayağının gökte olmasının ne­deni insanın organik olmayan manevi değerleriyle il­gili olmasıdır.

YAŞADIĞI DÜNYADA KENDİNİ KEŞFEDEN
İNSAN ÖTEKİ DÜNYALARDA YAŞAMAYA HAK
KAZANIR.

Öteki broşürleri düzenleme zamanı ve sırası gelmişti. Önce krem zemin üzerine basılı bir resim sergisi broşürünü eline aldı. Kapağın üst tarafında Şili bayrağı ile Türk bayrağının fotoğrafları vardı. Altındaki yazı;

SINIRLARDAN GEÇEREK Şili sanatı sergisiydi.

Serginin açılış ve kapanış süreleri onbeş Mart ile onbeş Nisan arasında sınırlanmıştı. Broşürü Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi’nden aldığını biliyor­du. Broşürün iç sayfalarına göz gezdirdi.

Şili Büyükelçisi Pedro Barros Urzuanın yazdıkları­nı okudu. Altını çizdiklerini, paylaşım düşüncesiyle yazdı.

Bu sergiyi, Şiliyi Türkiyeden ayıran kültürel ve coğrafi mesafeleri ortadan kaldıracak olup aynı zamanda Türk halkını, dünyanın öbür tarafında yaşayan bir grup yaratıcının nasıl gördüğünü hissettiğini ve sanatın güzelliğini birlikte paylaşmaya çağırıyo­ruz.

Aptala malum olur derler. Kendi kullandığı paylaşım düşüncesini, bu güzel ve özel gayret ve girişimi paylaşabileceği kişilerle paylaşmak adına yazmıştı. Sayın büyükelçinin paylaşma çağrı­sını” okuyup yazınca sanatsal dil ve duygunun evrenselliğinden kuşkusu kalmamıştı.

Broşürün üçüncü sayfa denilebilecek bölümünde, MELEZ ÜLKESİ Şili başlıklı kısa bir yazı vardı. O yazıdan bir cümle aldı. Bu ırk aborjin yerlisi ve İspanyolların bir araya gelmesinin ürünüdür. Şili halkı her iki ırkın ayrıca diğer göçmenlerin de birleşmesinden oluşur.

Bir diğer broşüre uzandı. Modern Çağ Heykeltraşı, ERNST BARLACH, yazısının üzerinde mavi soluğu içine almak isteyen ruhun kurşuni gri metaldeki dansına hazırlamış anın heykel resmi. İç sayfayı açtı. Sergide gördüğü heykellerden bazılarının resimleri vardı. Borlach’ı anlamaya çalıştı. Alman Faşizmine ters düşen ideolojik yapısı yüzünden heykellerinin yerlerinden sökülüp parçalanmış olması onun sana­tında ne kadar başarılı olduğunun ispatından başka bir şeyi yansıtmıyordu. Ona yoz damgasının vurulmuş olması egoizmden uzak paylaşımcı kişili­ğini simgelemiş oluyordu ancak. Faşizmin Ernste ters düşmesi onun doğasına uygun görülüyordu.

Allendenin Şilisi, Osmanlı’nın Lale Devri, İstanbulun laleleri, Almanyanın faşizmi aynı anda çalış­ma masasına doldurmuştu sanki. Bardakta durduğu gibi, içildiği zaman durmayan içkinin etkilerine benzeyen etkiler düşünce dünyasını etkilemeye başla­mıştı. Bu etkiler günlük yaşamının duyum, doyum ve doyumsuzluklarıyla karışınca içinden çıkılamaz hallere dönüşüyordu bazen. Aklın sıralama, sıraya koyma, depolama yeri geldiği zaman kullanma gibi özellikleri sayesinde her şey içinden çıkılır hale gelebiliyordu. Zamanın Belediye Başkanı, lale edebiya­tına karşı olduğunu anlatan bir dinleyiciye Sen la­leden ne anlarsın ki! diye tepki vermesini Lale Dev­ri’nin niçin o isimle Osmanlı tarihinin oniki yıllık bir zamanını aldığı arasındaki bağı kurmaya çalışıyordu. 1718 ile 1730’lu yıllar ara­sı, Osmanlı Padişahı III. Ahmedin padişahlığı dönemine rastlar. Kaybedilen savaşların ve sonuçla­rının acısını, kederini unutturmak için zevk sefa ve eğlence dünyasına dalmanın iyi olacağını gören pa­dişah ve çevresi İstanbulu lale bahçeleriyle, saray­larla, köşklerle süsler. Kantarın topuzu kaçar. Topu­zu kaçan kantar dengeyi kaybeder. Aşırı masrafları vergi olarak halktan almak isteyenlere karşı homur­danmalar başlar. Homurdanmalar çoğalır, yeniçeri­ler Patrona Halilin etrafında toplanırlar. Sarayı basanlar padişahı tahttan indirirler ve sadrazamı öldü­rürler. Sarayların çoğunu yakıp yıkarlar.

Sadrazamı öldürme, yakıp yıkma ve isyan ey­lemleri onu yeniçeri ocağının kuruluş amaç ve biçi­mine götürdü. O dönemin bilim ve bilimsel düşünce, metodik davranış ve usçuluk bilincinin yoğunlukları­nı düşündü. Olayların seyri sırasında mantığa, akla aykırı hiçbir şey bulamadı. Görünen köy kılavuz is­temez. Atasözleriyle anlatımın noktasını kaydı. Bile bile lades demeyi de ihmal etmedi.

Bile bile lades demek onu bir rüyasına götürdü. Gördüğü düşten aklında kalanları yazıya döktü.

Bir varmış bir yokmuş iken, büyükçe büyük koca ve koskoca bir imparatorluğun, cihan imparatorlu­ğunun son toprakları üzerinde kurulan adı büyük, şa­nı büyük, şerefi büyük bir devletin milletvekilleri var­mış. Varıp zamanın büyükçe büyük devletinin kapı­sına biz geldik, biz bildiğiniz gibi biziz ve bizler geldi­ğimiz ülkenin idaresinde beş-altı yıl daha kalmak is­tiyoruz. Bizim başımızdaki iyi bir insandır. Dürüst bir insandır. İnançlıdır. Ondan faydalanın, onu kullanın demesiyle, gözlerini ovuşturur. Hay Allah kâbus gördüm diyerek yeniden uykuya dalar.

Uyu ile uyanıklık arasında bulunan arakesit bölge­si hem uyku âleminin hem de uyanıklık âleminin şahididir. Her şeye şahit olan bu âlemin öteki âlemlerle olan ilişkisi, organik insan bedeninin manevi âlem­lerle olan bağlantısını sağlayan penceredir. Bu pen­cereden ışığı görenler, organik bedene kurban olan­lardan ya da kurban edinmişlerden yavaşça uzakla­şırlar. Bu yol ayrımıdır. Ernst Barlach’ın korku ad­lı heykeli yol ayrımındaki insanın ta kendisidir. Şi­linin coğrafi yapısı testere dişleri gibidir. Bu dişler Pasifik Okyanusunun dalgaları ile Güney Amerika Kıtasının Güneybatı sahilleri arasında her şeyi törpü­ler sanki. Üç paralel dairesi boyunca uzanan uzunlu­ğuna karşı, daracık bir genişliği ile yetmişbeşinci meridyeni selamlar.

Sanat alanlarının, sanat mekânlarının, sanat sohbetlerinin ve sanat eserlerinin gizemli etkisini hisse­diyordu. Bu etki onu sanatın burgaçlarına çekiyor, döndürüyor, döndürüyor ve fırlatıyordu birden bire. Haydi başının çaresine bak.”, “Haydi göster kendini der gibi savuruyordu rüz­gârın ucundaki polenler gibi.

Beyoğlu Akbank Sanat Galerisi’ne savrulmuş ek­randa Gilles Deleuzenin röportajını izliyor bulmuştu kendini. Masa üzerinde karmaşık yazılarla dolu olan kâğıtların üzerindeki notları orada almıştı. Gilles De-leuze diyordu ki;

Hiç kimsenin görmediği karanlıkta bir haberci mevcut.

Benim için evrensellikler değil, tekilliklerin topla­mı önemlidir.

Felsefenin portresini yapıyoruz. Van Gogh’un ve Godenin mektuplarında beni etkileyen bir şey var. Renge dair korku ve panik seziyorum bu ressamlar­da.

Felsefeci yaratan bir kişidir.

Dosya kâğıtlarını ayrı bir dosyaya koydu. O kâğıtlar üzerinde Peguyun stili, PROUSTun Aru Felsefe­si üzerine görüşleri, Felix ile ilgi çalışmaları. Anti-Ödiple ilgili görüşleri ve kitaplarıyla ilgili isim liste­si vardı. Toplum ve Denetim Kapitalizm ve şizofreni kitaplarını okuma kararı aldı.

Masada kalan son dosya kâğıdının özel bir önemi vardı. Jasmin Hanım’la yaptığı sohbetin özetiydi.

Gördüğüm rüyaya kaldığım yerden devam ediyorum.

O olayı yaşadığımı zannediyorum. Hâlbuki rüyasını gördüm.

Uyuduğum zaman, dünya zamanından çıkıyo­rum.

Uykuda boyut değiştirmiş olabilirim.

Uyku sırasında bizi uyandıracak hiçbir şey olmadığı zaman, dünyada olduğunuzu anlamazsınız.

Bir başka boyutta olduğum için normalde duymam gerekenleri duymuyorum.

Onu hiç tanımıyorum, ama tanıyor gibiyim. O da benim için aynı şeyi söylüyor.

Kâğıdın öteki sayfasında, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde, Saint Antuan Katolik Kilisesi’nin duvarında aldı­ğı yazı vardı.

Ey Rab

Burada bıraktığım mum ile

Vaftiz olduğumda

İçimde yaktığın ışığı bana anımsat

İçimdeki her türlü bencilliği Kıskançlığı ve kini yakarak kül et.

Amin.

Yazının tümünü ve ona benzer yakarışların hepsi­ni yazıp paylaşmak isterdi. Telif hakları yasasının ne olur, ne olmazıyla karşılaşmamak için o sevdadan vazgeçti. Yasanın anlamsız ve belirsizlikleri çoktu, yeniden yazılması, gerçekçi zeminler üzerine otur­ması gerekiyordu kendi kanaatince. Bilginin ve bilgi paylaşımının, para ile alınır satılır olmasının sonuçlarının yaratacağı toplumsal olumsuzlukları, ondan el­de edilen paralar ortadan kaldıramaz. Esasen bilgi ile öngörüyü, öngörü ile eseri ve sanatsal değerleri birbirinden kesin çizgilerle ayırmadan yapılan yasa­lar fayda yerine zarar getirecektir. Kaldı ki bir bilginin parasal değeri ile o bilginin elde edildiği bilgi parçasının parasal değeri arasında inanılmaz farklar vardır. Sinekten yağ çıkarmak, karıncanın sidiğinden fayda ummak, gözü başkasının cüzdanında olmak anlayış­ları yapılan davranışlar toplumsal değerlerden uzak olur.

Kendi beslenme alanlarının darlığı yüzünden, etkilenmeyip kısır döngüler içinde, yeterli enerjiden yoksun kimselerin, kimselere faydası yoktur. Olma­yan şeyi kimse veremez. Hiç kimse doğumla bilgili olarak gelmez. Bilgi evrensel bir olgudur. Olgular bilgilerden doğar. Öngörüyü besleyen bilgidir, fakat bilgi öngörü değildir.

Krem zemin üzerine yazılı Sınırlardan GeçerekŞili Sanatı Sergisi broşürünün birinci sayfasındaki yazı ikibinaltı yılı, Türkiyede Latin Amerika yılı ola­rak ilan edildi cümlesiyle başlıyordu. Kimler ilan et­ti? Niçin ilan edildi? sorularının cevapları kendisinde yoktu. Kendisinde olan kendisinde iz bırakan olaylar ve kavramlar vardı. Latin Amerika için. Güney Amerika Kıtası üzerindeki çoğu devletlerde Sol iktidarlar işbaşına gemiyle başlamıştı. Başkanlar, Amerika’ya kafa tutar söylemlerini açıkça dile getirmeye başla­mıştı. Latin Amerika liderlerini cesaretlendiren Ame­rikanın Uzakdoğu ve Ortadoğu alanlarında yoğunlaş­mış olması, Çin ve Hindistan gibi geleceğin iki süper gücünün gidişatlarını izlemek zorunda kalmış olması kardeş kıtanın kardeşlerinin kardeşliği sorgulama fırsatı doğurmuş olması gerekir. Kimsenin çıkıp Savaşa Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? diye sormaması; şimdi meşgulüm, ya da kuzuların sessiz­liği anlamlarından birini taşıyor olabilirdi.

Allendeyi Şilisinden, Şiliyi Allende’sinden eden şey ülke toprakları üzerinde çıkanlar için, insanlık kavramlarının öldürülmesidir.

Allende zaten ölecekti eceliyle.

Şilili ozan Poblo Neruda zaten ölecekti eceliyle. Onbir Eylül günü darbe yapan askeri lider Pinochetnin Cumhurbaşkanı Allende’ye karşı yaptığı dar­benin perde arkasında ekonomik çıkardan başka ne olabilirdi?

Onbir Eylül dünya zamanının dünya insanının beynine kazılması New Yorkta ikiz kulelerin saldırı­ya uğramasıyla olmuştur. Onbir Eylül dünya za­manı kavramının Şili halkının beynine kazınması 1973 yılında olmuştur.

Truvanın yerle bir olmasının nedeni savaşlar gibi gözükse de, savaşın asıl nedeni olan ahlâksızlık orta yerde asılı durmaktadır. Ahlâkı ahlâksızlığa çeviren nedenler savaşın gerçek nedenleridir. Bunlar da iki ana başlık altında toplanır. Siyasal nedenler ve eko­nomik nedenler. Dil uğruna, din uğruna, ırk uğruna, soy-sop uğruna kültür uğruna yapılan hiçbir savaş yoktur. Şayet, vardır denilirse o da kamuflajdır. Bu akıl yürütme tarzından çıkarılacak semilojik yasalar olabilir. Yeri gelmişken onları söylemekte yarar var­dır.

AHLAKI AHLAKSIZLIĞA ÇEVİREN NEDENLER SAVAŞIN GERÇEK NEDENLERİDİR.

HERHANGİ BİR OLAYIN NEDENLERİNİ ORTADAN KALDIRIRSANIZ O OLAY OLMAZ.

SAVAŞIN NEDENLERİNİ ORTADAN KALDIRIRSANIZ SAVAŞ OLMAZ.

Ulusların birbirleriyle savaşması, devletlerin birbirleriyle savaşması, imparatorluklar arasındaki savaş­lar iki ana nedenden kaynaklanıyor ise, ki asıl olan odur, öyle ise o nedenleri ortadan kaldırmanın zama­nı çoktan gelmiş olmalıdır. Dünya nimetlerinin ada­letsiz paylaşımın sonuçlarıdır savaşlar. 2006 yılı­nın ilk çeyreğinde süren Fransadaki olayların temel nedenleri, globalleşmeye karşı gösterilen dirençler, nükleer silahların sende olmayıp bende olması anlayışları, İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Nejat’ın çıkışla­rı savaşların ortadan kaldırılması yerine savaşların daha çok yaygınlaşması ve sürer olması anlamlarını taşımaktadır. Savaşların ortadan kaldırılması iradesi irade olmaktan çıkıp sosyal, siyasal ve ekonomik yapının idaresini ele alınmasıyla gerçek zeminine oturmuş olur.

Siyasal iktidar savaştan yana olanların elinde ise savaşlar sürer.

Siyasal iktidarlar savaş karşıtlarının elinde ise savaşlar olmaz.

Ekonomik yapılar savaştan yana olanların elin­de ise çarklar savaşlar için döner.

Ekonomik yapılar savaş istemeyenlerin elinde olursa dişliler barış tohumları ve sonuçları için döner.

Siyasal ve ekonomik iktidarları kadere bağlayanlar geleceklerini savaşın soluğuna bağlamış olur­lar.

Siyasal ve ekonomik iktidarlarda kimler var ise, dünyanın geleceği onların ideolojileri doğrultusunda olacaktır.

Kurtlu elma yemek isteyenler iktidarda değil ise hormonlu elmayı bal niyetine yemek zorunda kalır­lar.

Temiz hava solumak isteyenler iktidarda değil ise sanayi atıklarının kanser kusan havasını solumak zorundadır.

Yirmibirinci yüzyıl mazlum insanların ve maz­lum milletlerin iktidar yılı olmalıdır.

Marmela, istediğini bilmek ve istediğini olmak anlamında Sekuraltı bir kavramdır. İstediğini bilmek, bildiğini istemek ve istediği olmak, istediğini olmak kavramları marmelanın dinamikleridir. Bu dinamiklerin yolu üzerinde arzular dünyası uzanır. Uzanan arzular dünyası içinde endişeler ve korkular olabilir. Korku ve endişelerin kaynağı, cevapsız bırakılan so­rulardır. Cevapsız kalan sorular olumsuzluklar yara­tır. Kâinatın gizemlerinin içinde olup da, onların ne ol­duğunu anlamlandırmamak düşünceyle beden ara­sındaki ilişkiyi olumsuz etkiler. Bu olumsuz etkiler korku ve endişe kanallarına yönelir.

Felsefe ve sanatın ana dili yaratılma noktasının ötelerine uzanırsa çabalar birkaç kat daha artmalıdır. Kâinatın nasıl yaratıldığı ve yaratılışı sorusuna cevabı verecek olan insansa, yaratan birdir. Bilinç, varlık­la yokluk arasında oluştuysa, şuurun kesilmesi on­dan olabilir. Şuur kesikliği anında olup bitecekleri kontrol eden şey ruh olabilir. Ruhun kalıplaşmış bir­kaç tane bilgisi, olup bitenleri anlatmaya yetmez. Ye­terli bilgilere ulaşmak, gelecekle bağlantı kurmak gi­bidir. Bu bağlantıyı kurma gayreti yeterli enerjiyi harcamayı gerektirir. Düşünce için harcanan enerji, gerçek maddesel enerjidir. Bu enerji, yürümek için harcanan enerji gibidir. Gülmek için harcanan enerji gibidir. Enerjinin fiziksel anlatımı, çeşitleri, fonksi­yonları, enerji fonksiyonlarının sonuçları, ışığı, ka­ranlığı, gölgesi, yarı gölgesi, hızı, yavaşı, alfası, beta­sı, gaması, sıcaklığı, soğukluğu kinetiği, potansiyeli, hızı ile ilgisi, yükseklikle ilgisi, yerçekimi ile bağlan­tısı hem maddi, hem manevi sonuçları daha neler, neler? Isı enerjisi, ışık enerjisi, akarsu enerjisi, rüzgâr enerjisi, atom enerjisi, daha neler neler?

Herhangi bir cismin ya da partikülün sahip olduğu enerji, o şeyin kütlesiyle ilgilidir. Genel anlamda herhangi bir cismin sahip olduğu toplam enerji, potansi­yel enerjisi ile, hareketi nedeniyle sahip olduğu kinetik enerjisinin toplamına eşittir. Buradan çıkan sonu­cu iki ayrı durumda düşünerek fikir jimnastiği yap­makta fayda vardır.

Birinci durumda cismin hareket ettiğini düşüne­lim. Bu cismin hareketi nedeniyle sahip olduğu enerjinin hesabında, hesaba katacağımız etkenlerden birisi, o hareketin hızının ne kadar olduğudur. Diğer etken ise hareket halinde olan cismin kütlesidir. Ali, Veli iki de sevgili, dört kişi aynı otomobilin içindeyse ve otomobil seksen kilometre bölü saatlik hızla hareket ediyorsa, bu hareketli sistemin kinetik enerjisinde, hem otomobi­lin kütlesi hem de içindekilerin kütlesini hesaba dâhil etmek gerekir. Bu tür hesapları yapamayanların çğu, kafalarını ya duvara, ya otomobilin camına, çerçevesine, kapısına bacasına vurarak hızlarını öbür dünyada keserler. Bu dünyada kinetik enerjinin hesabına aklı erenler, her türlü insan ilişkilerindeki hesap ve hesapsızlıklara akıl erdirebilirler. Hesap ve kitaplara akıl erdirenler hem dünyaya, hem öteki dünyalara akıl erdirirler. Aklım bir türlü almıyor diyenlerin yapacakları ilk iş aklını her şeye erer hale getirmektir. İş ile enerji arasında sıkı fıkı bir ilişki vardır. Bu ilişkinin perde içine ve perde arkasına bakmadan önce, ipin ucunu kaçırmadan otomobilin ve içindekilerin kinetik enerjilerinin matematiksel eşitliğini söyle­mekte yarar vardır.

Hareket halindeki bir resmin kinetik enerjisi, cis­min kütlesi ile sahip olduğu hızın karesinin çarpımı­na ve çarpımın yarısına eşittir.

Akordeona dönmüş bu otomobilin içinden bu adam nasıl sağ çıkmış hayret doğrusu. Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Demek ki yiyecek ekmeği varmış. Demek ki ömrü dolmamış diye düşünen birinin aklı­na hız, katı ve kinetik enerji kavramları arasındaki doğasal gerçek ve bu gerçekleri akıl edememesi ge­lir. İşin Türkçesi şudur. Eğer kinetik enerji arabayı akordeon hale getirip sönümlenmeseydi, adam da akordeon haline gelmiş olurdu. Demek ki işin içinde iş varmış. Her işin içinde iş olduğunu akıl etmek doğru düşünmenin ilk adımlarından biridir. Doğru düşünme insanı doğruya ve kendi doğrusuna götü­rür. Muhtemeldir ki her iki doğruda bilimsel olan doğrudur.

İkinci durumda, hâlâ hangi durumdan söz ettiğimizi biliyorsak, cisim hareket etmiyorsa diyebiliriz. Hareketsiz bir cismin sahip olduğu enerji potansiyel enerji olarak bilinir. Potansiyel enerjinin hesaplanmasında rol olan etkenler potansiyel enerjinin koşullarına da vurgu yapmaktadır. Yükseklik, yerçekimi ivmesi ve kütlenin çarpımı potansiyel enerjiyi verir.

Böbürlene böbürlene çileme yapıp denize canlı inen ama cansız çıkartılan bir bireyin potansiyel enerjisini hesap etmediği kesindir. Potansiyel enerji­nin ne olduğunu bilmemenin, canına mal olacağını bilmemeyle eşdeğerde olduğunu söylemenin kâhinlik yapmak olmadığını bilmek gerekir. Bunun gibi başka bir gereklilik de, bir cismin ya da sistemin me­kanik enerjisinin, potansiyel enerji ile kinetik enerji­sinin toplamına eşitliğidir.

Bana akıl vereceğine ekmek ver, akla ihtiyacım yok diyen akıl kabadayıları toplumun çoğunluğunu oluşturuyorsa, potansiyel enerjinin bir bölümü kaba­dayıların kas ve kaba kuvveti için harcanır. Akışkanların kinetik enerjisi, rüzgârın kinetik enerjisi dağlar­da ve denizlerde sönümlenerek su akar deli bakargibi sözler söylenmeye devam eder. Okumuş akıllı­lar, okumamış cahillerin cahillikleri içinde eriyip gi­derler.

Enerji sözcüğünden hareket edip, tüm bereketli noktalardan yollardan geçerek yıldızlar, galaksiler, evrenler paralel evrenler, varlar, yoklar, yokluklar, hiçlikler âlemlerinden geçerek soluklanacağınız yer, bir enerji yığınından başka bir şey değildir.

İnsanlar hücre yığınıdır.

Hücreler atom yığınıdır.

Atomlar enerji yığınıdır.

Enerji değişimdir.

Enerji kâinatın şifrelerini içerir.

Tüm varlıklar enerji yığınıdır.

Yokluklar, enerjilerin değişim süreçlerinden ulaşı­lamayan bölümleridir.

Enerji ile kütle arasındaki kan bağı düğümlene düğümlene sistem yumaklarına oluşturur. Kâinata sistem gözü ile bakmak, bir sistemin özelliklerini ta­şıdığını, söylemekle eşdeğerlilik içerir. Bir sistemin ana unsuru olan enerji ve kütle o sistemin nasıl ve ne olup olmadığının yönünü ve şeklini belirler. Eğer, kütle ve enerji sürekli değişen bir yapı gösteriyorsa o sistem AÇIK SİSTEMDİR. Eğer bir sistemin kütle ve enerjisi sabit kalıyorsa o sisteme İZOLE EDİLMİŞ SİSTEM denir. Evrenin izole edilmiş sistem olduğu­nu söylemek evrendeki kütle ve enerjinin şahit oldu­ğunu söylemektir. Bu söylemin bilimsel anlatımı, maddenin Sakımı Kanunu, Enerjisinin Sakımı Kanu­nu gibi iki bilimsel kanuna işaret eder.

Evrendeki tüm enerjilerin toplamı sabittir.

Evrende bulunan maddelerin kütleleri toplamı sa­bittir.

Bu sabitlikten hareketle evrenin izole edilmiş bir sistem olduğunu işleyiş bakımından kabul eden zi­hin, içinde bulunduğu sistemin sınırlılığına karşı çı­karak, sınırsız bir evrene açılmanın yollarını aramış ve kendince de bulmuştur. Bu buluşun yolu kapalı sistemin kapılarını aralamakla olmuştur. Kapalı sis­temlerde kütle miktarı sabit iken, enerjisi değişmek­tedir. Bu değişim kütlenin enerjiye dönüştüğünü, enerjinin kütleye dönüştüğünü söylemektedir. Söy­lemin matematiksel eşitliği, enerji eşittir kütle çarpı ışık hızının karesi.

Zihnin kendi özgürlüğüne kavuşması, onu sınırla­yan sınırların ortadan kalkmasıyla oluşur. Zihnin öz­gürlüğüne kavuşmasıyla, olup bitenleri sorgulama, araştırma, ulaşma, bulma ve uygulanabilir özellikle­ri keşfetme gibi çabaların içine girer. Bilimin ve tek­nolojinin gelişimi bu tür çabaların sonucunda ortaya çıkar.

Zihin hem enerjinin hem de enerji değişimlerinin yollarını ve oranlarını takip eder. Edinimlerin günü­müzdeki sonuçları, maddenin enerjiye dönüşüm yö­nü ve dönüşüm yönü üzerindeki olayları kontrol ede­bilmesi ve kullanabilmesiyle, enerjiden maddeye dö­nüşümü henüz başaramamış olmasıdır.

Zihinsel işlemlerin yürütülmesi sırasında gözden kaçan ayrıntılar ve bazı gerçeklerin abartısal kalıcılı­ğı enerjiden maddeye geçiş dönemini asırlarca ge­ciktirebilir. Bu savını gerçek denen zihninin kurcalan­mış olması onun için en büyük uyarılardan biriydi. Hep şu soruyu sorup duruyordu kendi kendine, kütlenin enerjiye dönüşümünde ışık hızının işi ne?

Üç çarpı on üzeri on santimetre bölü saniye olan özel hız, yani ışık hızı atomun içinde nasıl genelleşiyor.

Fiziksel anlamdaki işin oluşumunda kuvvet ve kuvvetin etkisiyle oluşan değişimler, söz konusu olmalı­dır. Bir sistemin enerjisinden söz ederken iş yapma becerisinden söz edilir. Bu kavramların atomaltı âlemde anlam kazanması için o âlemde kullanılır olması gerekir. Öyle de olmaktadır. Çekirdek parçaları arasındaki kuvvetler kendi iç dinamiklerinin sonucunda ortaya çıkar. Daha nesnel söylemle nükleonların dönüşümünde dönüşümü dengeleyen ara ürün­ler vardır. Bu dönüşüm atomsal anlamda ve alanda enerjinin dönüşümüdür. Bu dönüşümün iyi gözlemlenmesi ve gözlemlenememesi farklı paradigmalar doğurur.

 

yazan: Hüseyin Ergül

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız