Kendini keşfeden insanlarla, kendini keşfetmeyen ya da keşfedemeyen insanlar arasında en önemli fark şudur:
Yaşadığı dünya âleminde kendini keşfeden insan, öteki âlemlerde yaşamayı hak eden insandır. Yaşadığı dünyada kendini keşfedemeyen insan öteki âlemlerde yaşamı kaybeden insanlardır. Bu gerçekler insanın organik gerçekleridir. Sekuraltı felsefenin bir ayağının yerde olmasının nedeni bundandır. Sekuraltı Felsefe’nin bir ayağının gökte olmasının nedeni insanın organik olmayan manevi değerleriyle ilgili olmasıdır.
• YAŞADIĞI DÜNYADA KENDİNİ KEŞFEDEN
İNSAN ÖTEKİ DÜNYALARDA YAŞAMAYA HAK
KAZANIR.
Öteki broşürleri düzenleme zamanı ve sırası gelmişti. Önce krem zemin üzerine basılı bir resim sergisi broşürünü eline aldı. Kapağın üst tarafında Şili bayrağı ile Türk bayrağının fotoğrafları vardı. Altındaki yazı;
“SINIRLARDAN GEÇEREK” Şili sanatı sergisiydi.
Serginin açılış ve kapanış süreleri onbeş Mart ile onbeş Nisan arasında sınırlanmıştı. Broşürü Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi’nden aldığını biliyordu. Broşürün iç sayfalarına göz gezdirdi.
Şili Büyükelçisi Pedro Barros Urzua’nın yazdıklarını okudu. Altını çizdiklerini, paylaşım düşüncesiyle yazdı.
Bu sergiyi, Şili’yi Türkiye’den ayıran kültürel ve coğrafi mesafeleri ortadan kaldıracak olup aynı zamanda Türk halkını, dünyanın öbür tarafında yaşayan bir grup yaratıcının nasıl gördüğünü hissettiğini ve sanatın güzelliğini birlikte paylaşmaya çağırıyoruz.
“Aptala malum olur” derler. Kendi kullandığı “paylaşım” düşüncesini, bu güzel ve özel gayret ve girişimi paylaşabileceği kişilerle paylaşmak adına yazmıştı. Sayın büyükelçinin “paylaşma çağrısını” okuyup yazınca sanatsal dil ve duygunun evrenselliğinden kuşkusu kalmamıştı.
Broşürün üçüncü sayfa denilebilecek bölümünde, MELEZ ÜLKESİ Şili başlıklı kısa bir yazı vardı. O yazıdan bir cümle aldı. “Bu ırk aborjin yerlisi ve İspanyolların bir araya gelmesinin ürünüdür.” Şili halkı her iki ırkın ayrıca diğer göçmenlerin de birleşmesinden oluşur.
Bir diğer broşüre uzandı. Modern Çağ Heykeltraşı, ERNST BARLACH, yazısının üzerinde mavi soluğu içine almak isteyen ruhun kurşuni gri metaldeki dansına hazırlamış anın heykel resmi. İç sayfayı açtı. Sergide gördüğü heykellerden bazılarının resimleri vardı. Borlach’ı anlamaya çalıştı. Alman Faşizmine ters düşen ideolojik yapısı yüzünden heykellerinin yerlerinden sökülüp parçalanmış olması onun sanatında ne kadar başarılı olduğunun ispatından başka bir şeyi yansıtmıyordu. Ona “yoz” damgasının vurulmuş olması egoizmden uzak paylaşımcı kişiliğini simgelemiş oluyordu ancak. Faşizmin Ernst’e ters düşmesi onun doğasına uygun görülüyordu.
Allende’nin Şili’si, Osmanlı’nın Lale Devri, İstanbul’un laleleri, Almanya’nın faşizmi aynı anda çalışma masasına doldurmuştu sanki. Bardakta durduğu gibi, içildiği zaman durmayan içkinin etkilerine benzeyen etkiler düşünce dünyasını etkilemeye başlamıştı. Bu etkiler günlük yaşamının duyum, doyum ve doyumsuzluklarıyla karışınca içinden çıkılamaz hallere dönüşüyordu bazen. Aklın sıralama, sıraya koyma, depolama yeri geldiği zaman kullanma gibi özellikleri sayesinde her şey içinden çıkılır hale gelebiliyordu. Zamanın Belediye Başkanı, lale edebiyatına karşı olduğunu anlatan bir dinleyiciye “Sen laleden ne anlarsın ki!” diye tepki vermesini Lale Devri’nin niçin o isimle Osmanlı tarihinin oniki yıllık bir zamanını aldığı arasındaki bağı kurmaya çalışıyordu. 1718 ile 1730’lu yıllar arası, Osmanlı Padişahı III. Ahmed’in padişahlığı dönemine rastlar. Kaybedilen savaşların ve sonuçlarının acısını, kederini unutturmak için zevk sefa ve eğlence dünyasına dalmanın iyi olacağını gören padişah ve çevresi İstanbul’u lale bahçeleriyle, saraylarla, köşklerle süsler. Kantarın topuzu kaçar. Topuzu kaçan kantar dengeyi kaybeder. Aşırı masrafları vergi olarak halktan almak isteyenlere karşı homurdanmalar başlar. Homurdanmalar çoğalır, yeniçeriler Patrona Halil’in etrafında toplanırlar. Sarayı basanlar padişahı tahttan indirirler ve sadrazamı öldürürler. Sarayların çoğunu yakıp yıkarlar.
Sadrazamı öldürme, yakıp yıkma ve isyan eylemleri onu yeniçeri ocağının kuruluş amaç ve biçimine götürdü. O dönemin bilim ve bilimsel düşünce, metodik davranış ve usçuluk bilincinin yoğunluklarını düşündü. Olayların seyri sırasında mantığa, akla aykırı hiçbir şey bulamadı. Görünen köy kılavuz istemez. Atasözleriyle anlatımın noktasını kaydı. Bile bile lades demeyi de ihmal etmedi.
Bile bile lades demek onu bir rüyasına götürdü. Gördüğü düşten aklında kalanları yazıya döktü.
Bir varmış bir yokmuş iken, büyükçe büyük koca ve koskoca bir imparatorluğun, cihan imparatorluğunun son toprakları üzerinde kurulan adı büyük, şanı büyük, şerefi büyük bir devletin milletvekilleri varmış. Varıp zamanın büyükçe büyük devletinin kapısına biz geldik, biz bildiğiniz gibi biziz ve bizler geldiğimiz ülkenin idaresinde beş-altı yıl daha kalmak istiyoruz. Bizim başımızdaki iyi bir insandır. Dürüst bir insandır. İnançlıdır. Ondan faydalanın, onu kullanın demesiyle, gözlerini ovuşturur. “Hay Allah kâbus gördüm” diyerek yeniden uykuya dalar.
Uyu ile uyanıklık arasında bulunan arakesit bölgesi hem uyku âleminin hem de uyanıklık âleminin şahididir. Her şeye şahit olan bu âlemin öteki âlemlerle olan ilişkisi, organik insan bedeninin manevi âlemlerle olan bağlantısını sağlayan penceredir. Bu pencereden ışığı görenler, organik bedene kurban olanlardan ya da kurban edinmişlerden yavaşça uzaklaşırlar. Bu yol ayrımıdır. Ernst Barlach’ın “korku” adlı heykeli yol ayrımındaki insanın ta kendisidir. Şili’nin coğrafi yapısı testere dişleri gibidir. Bu dişler Pasifik Okyanusu’nun dalgaları ile Güney Amerika Kıtasının Güneybatı sahilleri arasında her şeyi törpüler sanki. Üç paralel dairesi boyunca uzanan uzunluğuna karşı, daracık bir genişliği ile yetmişbeşinci meridyeni selamlar.
Sanat alanlarının, sanat mekânlarının, sanat sohbetlerinin ve sanat eserlerinin gizemli etkisini hissediyordu. Bu etki onu sanatın burgaçlarına çekiyor, döndürüyor, döndürüyor ve fırlatıyordu birden bire. “Haydi başının çaresine bak.”, “Haydi göster kendini” der gibi savuruyordu rüzgârın ucundaki polenler gibi.
Beyoğlu Akbank Sanat Galerisi’ne savrulmuş ekranda Gilles Deleuze’nin röportajını izliyor bulmuştu kendini. Masa üzerinde karmaşık yazılarla dolu olan kâğıtların üzerindeki notları orada almıştı. Gilles De-leuze diyordu ki;
“Hiç kimsenin görmediği karanlıkta bir haberci mevcut.”
“Benim için evrensellikler değil, tekilliklerin toplamı önemlidir.”
“Felsefenin portresini yapıyoruz. Van Gogh’un ve Goden’in mektuplarında beni etkileyen bir şey var. Renge dair korku ve panik seziyorum bu ressamlarda.”
“Felsefeci yaratan bir kişidir.”
Dosya kâğıtlarını ayrı bir dosyaya koydu. O kâğıtlar üzerinde Peguy’un stili, PROUST’un “Aru Felsefesi” üzerine görüşleri, Felix ile ilgi çalışmaları. Anti-Ödip’le ilgili görüşleri ve kitaplarıyla ilgili isim listesi vardı. Toplum ve Denetim Kapitalizm ve şizofreni kitaplarını okuma kararı aldı.
Masada kalan son dosya kâğıdının özel bir önemi vardı. Jasmin Hanım’la yaptığı sohbetin özetiydi.
• Gördüğüm rüyaya kaldığım yerden devam ediyorum.
• O olayı yaşadığımı zannediyorum. Hâlbuki rüyasını gördüm.
• Uyuduğum zaman, dünya zamanından çıkıyorum.
• Uykuda boyut değiştirmiş olabilirim.
• Uyku sırasında bizi uyandıracak hiçbir şey olmadığı zaman, dünyada olduğunuzu anlamazsınız.
• Bir başka boyutta olduğum için normalde duymam gerekenleri duymuyorum.
• Onu hiç tanımıyorum, ama tanıyor gibiyim. O da benim için aynı şeyi söylüyor.
Kâğıdın öteki sayfasında, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde, Saint Antuan Katolik Kilisesi’nin duvarında aldığı yazı vardı.
Ey Rab
Burada bıraktığım mum ile
Vaftiz olduğumda
İçimde yaktığın ışığı bana anımsat
İçimdeki her türlü bencilliği Kıskançlığı ve kini yakarak kül et.
Amin.
Yazının tümünü ve ona benzer yakarışların hepsini yazıp paylaşmak isterdi. Telif hakları yasasının ne olur, ne olmazıyla karşılaşmamak için o sevdadan vazgeçti. Yasanın anlamsız ve belirsizlikleri çoktu, yeniden yazılması, gerçekçi zeminler üzerine oturması gerekiyordu kendi kanaatince. Bilginin ve bilgi paylaşımının, para ile alınır satılır olmasının sonuçlarının yaratacağı toplumsal olumsuzlukları, ondan elde edilen paralar ortadan kaldıramaz. Esasen bilgi ile öngörüyü, öngörü ile eseri ve sanatsal değerleri birbirinden kesin çizgilerle ayırmadan yapılan yasalar fayda yerine zarar getirecektir. Kaldı ki bir bilginin parasal değeri ile o bilginin elde edildiği bilgi parçasının parasal değeri arasında inanılmaz farklar vardır. Sinekten yağ çıkarmak, karıncanın sidiğinden fayda ummak, gözü başkasının cüzdanında olmak anlayışları yapılan davranışlar toplumsal değerlerden uzak olur.
• Kendi beslenme alanlarının darlığı yüzünden, etkilenmeyip kısır döngüler içinde, yeterli enerjiden yoksun kimselerin, kimselere faydası yoktur. Olmayan şeyi kimse veremez. Hiç kimse doğumla bilgili olarak gelmez. Bilgi evrensel bir olgudur. Olgular bilgilerden doğar. Öngörüyü besleyen bilgidir, fakat bilgi öngörü değildir.
Krem zemin üzerine yazılı “Sınırlardan Geçerek” Şili Sanatı Sergisi broşürünün birinci sayfasındaki yazı “ikibinaltı yılı, Türkiye’de Latin Amerika yılı olarak ilan edildi” cümlesiyle başlıyordu. Kimler ilan etti? Niçin ilan edildi? sorularının cevapları kendisinde yoktu. Kendisinde olan kendisinde iz bırakan olaylar ve kavramlar vardı. Latin Amerika için. Güney Amerika Kıtası üzerindeki çoğu devletlerde Sol iktidarlar işbaşına gemiyle başlamıştı. Başkanlar, Amerika’ya kafa tutar söylemlerini açıkça dile getirmeye başlamıştı. Latin Amerika liderlerini cesaretlendiren Amerika’nın Uzakdoğu ve Ortadoğu alanlarında yoğunlaşmış olması, Çin ve Hindistan gibi geleceğin iki süper gücünün gidişatlarını izlemek zorunda kalmış olması kardeş kıtanın kardeşlerinin kardeşliği sorgulama fırsatı doğurmuş olması gerekir. Kimsenin çıkıp Savaş’a “Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” diye sormaması; şimdi meşgulüm, ya da kuzuların sessizliği anlamlarından birini taşıyor olabilirdi.
Allende’yi Şili’sinden, Şili’yi Allende’sinden eden şey ülke toprakları üzerinde çıkanlar için, insanlık kavramlarının öldürülmesidir.
Allende zaten ölecekti eceliyle.
Şilili ozan Poblo Neruda zaten ölecekti eceliyle. Onbir Eylül günü darbe yapan askeri lider Pinochet’nin Cumhurbaşkanı Allende’ye karşı yaptığı darbenin perde arkasında ekonomik çıkardan başka ne olabilirdi?
Onbir Eylül dünya zamanının dünya insanının beynine kazılması New York’ta ikiz kulelerin saldırıya uğramasıyla olmuştur. “Onbir Eylül” dünya zamanı kavramının Şili halkının beynine kazınması 1973 yılında olmuştur.
Truva’nın yerle bir olmasının nedeni savaşlar gibi gözükse de, savaşın asıl nedeni olan ahlâksızlık orta yerde asılı durmaktadır. Ahlâkı ahlâksızlığa çeviren nedenler savaşın gerçek nedenleridir. Bunlar da iki ana başlık altında toplanır. Siyasal nedenler ve ekonomik nedenler. Dil uğruna, din uğruna, ırk uğruna, soy-sop uğruna kültür uğruna yapılan hiçbir savaş yoktur. Şayet, “vardır” denilirse o da kamuflajdır. Bu akıl yürütme tarzından çıkarılacak semilojik yasalar olabilir. Yeri gelmişken onları söylemekte yarar vardır.
AHLAKI AHLAKSIZLIĞA ÇEVİREN NEDENLER SAVAŞIN GERÇEK NEDENLERİDİR.
HERHANGİ BİR OLAYIN NEDENLERİNİ ORTADAN KALDIRIRSANIZ O OLAY OLMAZ.
SAVAŞIN NEDENLERİNİ ORTADAN KALDIRIRSANIZ SAVAŞ OLMAZ.
Ulusların birbirleriyle savaşması, devletlerin birbirleriyle savaşması, imparatorluklar arasındaki savaşlar iki ana nedenden kaynaklanıyor ise, ki asıl olan odur, öyle ise o nedenleri ortadan kaldırmanın zamanı çoktan gelmiş olmalıdır. Dünya nimetlerinin adaletsiz paylaşımın sonuçlarıdır savaşlar. 2006 yılının ilk çeyreğinde süren Fransa’daki olayların temel nedenleri, globalleşmeye karşı gösterilen dirençler, nükleer silahların sende olmayıp bende olması anlayışları, İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Nejat’ın çıkışları savaşların ortadan kaldırılması yerine savaşların daha çok yaygınlaşması ve sürer olması anlamlarını taşımaktadır. Savaşların ortadan kaldırılması iradesi irade olmaktan çıkıp sosyal, siyasal ve ekonomik yapının idaresini ele alınmasıyla gerçek zeminine oturmuş olur.
• Siyasal iktidar savaştan yana olanların elinde ise savaşlar sürer.
• Siyasal iktidarlar savaş karşıtlarının elinde ise savaşlar olmaz.
• Ekonomik yapılar savaştan yana olanların elinde ise çarklar savaşlar için döner.
• Ekonomik yapılar savaş istemeyenlerin elinde olursa dişliler barış tohumları ve sonuçları için döner.
• Siyasal ve ekonomik iktidarları kadere bağlayanlar geleceklerini savaşın soluğuna bağlamış olurlar.
• Siyasal ve ekonomik iktidarlarda kimler var ise, dünyanın geleceği onların ideolojileri doğrultusunda olacaktır.
• Kurtlu elma yemek isteyenler iktidarda değil ise hormonlu elmayı bal niyetine yemek zorunda kalırlar.
• Temiz hava solumak isteyenler iktidarda değil ise sanayi atıklarının kanser kusan havasını solumak zorundadır.
• Yirmibirinci yüzyıl mazlum insanların ve mazlum milletlerin iktidar yılı olmalıdır.
Marmela, istediğini bilmek ve istediğini olmak anlamında Sekuraltı bir kavramdır. İstediğini bilmek, bildiğini istemek ve istediği olmak, istediğini olmak kavramları marmelanın dinamikleridir. Bu dinamiklerin yolu üzerinde arzular dünyası uzanır. Uzanan arzular dünyası içinde endişeler ve korkular olabilir. Korku ve endişelerin kaynağı, cevapsız bırakılan sorulardır. Cevapsız kalan sorular olumsuzluklar yaratır. Kâinatın gizemlerinin içinde olup da, onların ne olduğunu anlamlandırmamak düşünceyle beden arasındaki ilişkiyi olumsuz etkiler. Bu olumsuz etkiler korku ve endişe kanallarına yönelir.
Felsefe ve sanatın ana dili yaratılma noktasının ötelerine uzanırsa çabalar birkaç kat daha artmalıdır. Kâinatın nasıl yaratıldığı ve yaratılışı sorusuna cevabı verecek olan insansa, yaratan birdir. Bilinç, varlıkla yokluk arasında oluştuysa, şuurun kesilmesi ondan olabilir. Şuur kesikliği anında olup bitecekleri kontrol eden şey ruh olabilir. Ruhun kalıplaşmış birkaç tane bilgisi, olup bitenleri anlatmaya yetmez. Yeterli bilgilere ulaşmak, gelecekle bağlantı kurmak gibidir. Bu bağlantıyı kurma gayreti yeterli enerjiyi harcamayı gerektirir. Düşünce için harcanan enerji, gerçek maddesel enerjidir. Bu enerji, yürümek için harcanan enerji gibidir. Gülmek için harcanan enerji gibidir. Enerjinin fiziksel anlatımı, çeşitleri, fonksiyonları, enerji fonksiyonlarının sonuçları, ışığı, karanlığı, gölgesi, yarı gölgesi, hızı, yavaşı, alfası, betası, gaması, sıcaklığı, soğukluğu kinetiği, potansiyeli, hızı ile ilgisi, yükseklikle ilgisi, yerçekimi ile bağlantısı hem maddi, hem manevi sonuçları daha neler, neler? Isı enerjisi, ışık enerjisi, akarsu enerjisi, rüzgâr enerjisi, atom enerjisi, daha neler neler?
Herhangi bir cismin ya da partikülün sahip olduğu enerji, o şeyin kütlesiyle ilgilidir. Genel anlamda herhangi bir cismin sahip olduğu toplam enerji, potansiyel enerjisi ile, hareketi nedeniyle sahip olduğu kinetik enerjisinin toplamına eşittir. Buradan çıkan sonucu iki ayrı durumda düşünerek fikir jimnastiği yapmakta fayda vardır.
Birinci durumda cismin hareket ettiğini düşünelim. Bu cismin hareketi nedeniyle sahip olduğu enerjinin hesabında, hesaba katacağımız etkenlerden birisi, o hareketin hızının ne kadar olduğudur. Diğer etken ise hareket halinde olan cismin kütlesidir. Ali, Veli iki de sevgili, dört kişi aynı otomobilin içindeyse ve otomobil seksen kilometre bölü saatlik hızla hareket ediyorsa, bu hareketli sistemin kinetik enerjisinde, hem otomobilin kütlesi hem de içindekilerin kütlesini hesaba dâhil etmek gerekir. Bu tür hesapları yapamayanların çoğu, kafalarını ya duvara, ya otomobilin camına, çerçevesine, kapısına bacasına vurarak hızlarını öbür dünyada keserler. Bu dünyada kinetik enerjinin hesabına aklı erenler, her türlü insan ilişkilerindeki hesap ve hesapsızlıklara akıl erdirebilirler. Hesap ve kitaplara akıl erdirenler hem dünyaya, hem öteki dünyalara akıl erdirirler. Aklım bir türlü almıyor diyenlerin yapacakları ilk iş aklını her şeye erer hale getirmektir. İş ile enerji arasında sıkı fıkı bir ilişki vardır. Bu ilişkinin perde içine ve perde arkasına bakmadan önce, ipin ucunu kaçırmadan otomobilin ve içindekilerin kinetik enerjilerinin matematiksel eşitliğini söylemekte yarar vardır.
Hareket halindeki bir resmin kinetik enerjisi, cismin kütlesi ile sahip olduğu hızın karesinin çarpımına ve çarpımın yarısına eşittir.
“Akordeona dönmüş bu otomobilin içinden bu adam nasıl sağ çıkmış hayret doğrusu. Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Demek ki yiyecek ekmeği varmış. Demek ki ömrü dolmamış” diye düşünen birinin aklına hız, katı ve kinetik enerji kavramları arasındaki doğasal gerçek ve bu gerçekleri akıl edememesi gelir. İşin Türkçesi şudur. Eğer kinetik enerji arabayı akordeon hale getirip sönümlenmeseydi, adam da akordeon haline gelmiş olurdu. Demek ki işin içinde iş varmış. Her işin içinde iş olduğunu akıl etmek doğru düşünmenin ilk adımlarından biridir. Doğru düşünme insanı doğruya ve kendi doğrusuna götürür. Muhtemeldir ki her iki doğruda bilimsel olan doğrudur.
İkinci durumda, hâlâ hangi durumdan söz ettiğimizi biliyorsak, cisim hareket etmiyorsa diyebiliriz. Hareketsiz bir cismin sahip olduğu enerji potansiyel enerji olarak bilinir. Potansiyel enerjinin hesaplanmasında rol olan etkenler potansiyel enerjinin koşullarına da vurgu yapmaktadır. Yükseklik, yerçekimi ivmesi ve kütlenin çarpımı potansiyel enerjiyi verir.
Böbürlene böbürlene çileme yapıp denize canlı inen ama cansız çıkartılan bir bireyin potansiyel enerjisini hesap etmediği kesindir. Potansiyel enerjinin ne olduğunu bilmemenin, canına mal olacağını bilmemeyle eşdeğerde olduğunu söylemenin kâhinlik yapmak olmadığını bilmek gerekir. Bunun gibi başka bir gereklilik de, bir cismin ya da sistemin mekanik enerjisinin, potansiyel enerji ile kinetik enerjisinin toplamına eşitliğidir.
Bana akıl vereceğine ekmek ver, akla ihtiyacım yok diyen akıl kabadayıları toplumun çoğunluğunu oluşturuyorsa, potansiyel enerjinin bir bölümü kabadayıların kas ve kaba kuvveti için harcanır. Akışkanların kinetik enerjisi, rüzgârın kinetik enerjisi dağlarda ve denizlerde sönümlenerek “su akar deli bakar” gibi sözler söylenmeye devam eder. Okumuş akıllılar, okumamış cahillerin cahillikleri içinde eriyip giderler.
• Enerji sözcüğünden hareket edip, tüm bereketli noktalardan yollardan geçerek yıldızlar, galaksiler, evrenler paralel evrenler, varlar, yoklar, yokluklar, hiçlikler âlemlerinden geçerek soluklanacağınız yer, bir enerji yığınından başka bir şey değildir.
İnsanlar hücre yığınıdır.
Hücreler atom yığınıdır.
Atomlar enerji yığınıdır.
Enerji değişimdir.
Enerji kâinatın şifrelerini içerir.
Tüm varlıklar enerji yığınıdır.
Yokluklar, enerjilerin değişim süreçlerinden ulaşılamayan bölümleridir.
Enerji ile kütle arasındaki kan bağı düğümlene düğümlene sistem yumaklarına oluşturur. Kâinata sistem gözü ile bakmak, bir sistemin özelliklerini taşıdığını, söylemekle eşdeğerlilik içerir. Bir sistemin ana unsuru olan enerji ve kütle o sistemin nasıl ve ne olup olmadığının yönünü ve şeklini belirler. Eğer, kütle ve enerji sürekli değişen bir yapı gösteriyorsa o sistem AÇIK SİSTEMDİR. Eğer bir sistemin kütle ve enerjisi sabit kalıyorsa o sisteme İZOLE EDİLMİŞ SİSTEM denir. Evrenin izole edilmiş sistem olduğunu söylemek evrendeki kütle ve enerjinin şahit olduğunu söylemektir. Bu söylemin bilimsel anlatımı, maddenin Sakımı Kanunu, Enerjisinin Sakımı Kanunu gibi iki bilimsel kanuna işaret eder.
Evrendeki tüm enerjilerin toplamı sabittir.
Evrende bulunan maddelerin kütleleri toplamı sabittir.
Bu sabitlikten hareketle evrenin izole edilmiş bir sistem olduğunu işleyiş bakımından kabul eden zihin, içinde bulunduğu sistemin sınırlılığına karşı çıkarak, sınırsız bir evrene açılmanın yollarını aramış ve kendince de bulmuştur. Bu buluşun yolu kapalı sistemin kapılarını aralamakla olmuştur. Kapalı sistemlerde kütle miktarı sabit iken, enerjisi değişmektedir. Bu değişim kütlenin enerjiye dönüştüğünü, enerjinin kütleye dönüştüğünü söylemektedir. Söylemin matematiksel eşitliği, enerji eşittir kütle çarpı ışık hızının karesi.
Zihnin kendi özgürlüğüne kavuşması, onu sınırlayan sınırların ortadan kalkmasıyla oluşur. Zihnin özgürlüğüne kavuşmasıyla, olup bitenleri sorgulama, araştırma, ulaşma, bulma ve uygulanabilir özellikleri keşfetme gibi çabaların içine girer. Bilimin ve teknolojinin gelişimi bu tür çabaların sonucunda ortaya çıkar.
Zihin hem enerjinin hem de enerji değişimlerinin yollarını ve oranlarını takip eder. Edinimlerin günümüzdeki sonuçları, maddenin enerjiye dönüşüm yönü ve dönüşüm yönü üzerindeki olayları kontrol edebilmesi ve kullanabilmesiyle, enerjiden maddeye dönüşümü henüz başaramamış olmasıdır.
Zihinsel işlemlerin yürütülmesi sırasında gözden kaçan ayrıntılar ve bazı gerçeklerin abartısal kalıcılığı enerjiden maddeye geçiş dönemini asırlarca geciktirebilir. Bu savını gerçek denen zihninin kurcalanmış olması onun için en büyük uyarılardan biriydi. Hep şu soruyu sorup duruyordu kendi kendine, kütlenin enerjiye dönüşümünde ışık hızının işi ne?
Üç çarpı on üzeri on santimetre bölü saniye olan özel hız, yani ışık hızı atomun içinde nasıl genelleşiyor.
Fiziksel anlamdaki işin oluşumunda kuvvet ve kuvvetin etkisiyle oluşan değişimler, söz konusu olmalıdır. Bir sistemin enerjisinden söz ederken iş yapma becerisinden söz edilir. Bu kavramların atomaltı âlemde anlam kazanması için o âlemde kullanılır olması gerekir. Öyle de olmaktadır. Çekirdek parçaları arasındaki kuvvetler kendi iç dinamiklerinin sonucunda ortaya çıkar. Daha nesnel söylemle nükleonların dönüşümünde dönüşümü dengeleyen ara ürünler vardır. Bu dönüşüm atomsal anlamda ve alanda enerjinin dönüşümüdür. Bu dönüşümün iyi gözlemlenmesi ve gözlemlenememesi farklı paradigmalar doğurur.
yazan: Hüseyin Ergül