1964 yılında İzmir’in Tire ilçesinde doğan, ilk ve orta öğrenimini körler okulunda sürdüren Muammer Ketencoğlu, küçük yaşlardan itibaren nefes alan bir varlık olarak tanımladığı akordeon çalmaya başladı. Farklı ülkelerin halk müziklerine duyduğu ilgiyle üniversite yıllarında bu alanda araştırmalarını yoğunlaştırdı. Yunan Müziği; Laiko ve Rebetiko ile Anadolu müziği üzerine çalışmalar yapan Ketencoğlu daha sonra müzik çalışmalarını Balkan müziği üzerinde yoğunlaştırdı. Dünyanın dört bir yanından pek çok ülkenin halk müziğine dair oldukça kapsamlı bir arşive sahip olan Ketencoğlu’nun albüm ve konser çalışmaları devam ediyor. Ayrıca Açık Radyo’da 10 yıldan beri Çarşamba günleri 13.00-14.00 saatlerinde Balkan Müziği içerikli ‘Tuna’nın Beri Yanı’ isimli programı hazırlayıp sunuyor. Halkların müzikleri ile ilgili yaptığı araştırmaları “Eski insanlar gibi avcılık ve toplayıcılık yapıyorum.” diyerek özetleyen Muammer Ketencoğlu’yla …
Tuğba Güleryüz
tugbaguleryuz@gencgelisim.com
1964 yılında İzmir’in Tire ilçesinde doğan, ilk ve orta öğrenimini körler okulunda sürdüren Muammer Ketencoğlu, küçük yaşlardan itibaren nefes alan bir varlık olarak tanımladığı akordeon çalmaya başladı. Farklı ülkelerin halk müziklerine duyduğu ilgiyle üniversite yıllarında bu alanda araştırmalarını yoğunlaştırdı. Yunan Müziği; Laiko ve Rebetiko ile Anadolu müziği üzerine çalışmalar yapan Ketencoğlu daha sonra müzik çalışmalarını Balkan müziği üzerinde yoğunlaştırdı. Dünyanın dört bir yanından pek çok ülkenin halk müziğine dair oldukça kapsamlı bir arşive sahip olan Ketencoğlu’nun albüm ve konser çalışmaları devam ediyor. Ayrıca Açık Radyo’da 10 yıldan beri Çarşamba günleri 13.00-14.00 saatlerinde Balkan Müziği içerikli ‘Tuna’nın Beri Yanı’ isimli programı hazırlayıp sunuyor. Halkların müzikleri ile ilgili yaptığı araştırmaları “Eski insanlar gibi avcılık ve toplayıcılık yapıyorum.” diyerek özetleyen Muammer Ketencoğlu’yla geleneksel müzik ve ruhun müzikle gelişimi üzerine söyleştik.
Nasıl bir ortamda doğdunuz? Ailenizin de müzikle ilişkisi var mı?
İzmir, Tire’de doğdum. Bizim aile ortamının da çok özendirici bir faktör olduğunu söylemem gerekir. Annemin çok güzel bir sesi var. Ama özellikle dayımdan bahsetmeliyim. Ölünceye dek Tire Belediye Bandosu şefi olarak çalıştı ve askerde öğrendiği trompeti bırakmayıp ilerletti. Trompet caz enstrümanı olarak bilinir; ama dayım trompetle çok güzel makam çalardı. Taksimler yapardı. Onun müziğe yönelmem üzerinde oldukça önemli bir etkisi var. Alaturka stilde trompet çalan dayımın beni özendirmesi, bir bateri takımının arkasından halk evlerinden kalma bir akordeonu bana hediye etmesi, müzik hayatımın başlangıcı oldu.
Akordeon vücuda doğrudan temas eden ender enstrümanlardan biri. Kendi deyişinizle en severek ve duyarak çaldığınız enstrüman akordeon. Adeta sarılarak çalıyorsunuz…
Onu kucağınıza alıyorsunuz. Sarıp sarmalıyorsunuz ve ondan kendi duygulanımlarınızı ortaya çıkaracak bir şey yaratıyorsunuz. O gün keyifsizseniz o da keyifsiz bir sound veriyor size. Maddi değil insani bir ilişki var çalgımla aramda. Körüğü olması itibariyle o da nefes alan bir varlık ve duygunuzu bütün nüanslarıyla veren bir çalgı. Ne kadar hava verirseniz o kadar karşılık verir. Alete hakim olduğunuz oranda hüznünüzü de neşenizi de çok net bir şekilde hiçbir tereddüde yer bırakmaksızın akordeonla ifade edersiniz.
Müziğe yönelme, kırsal, özellikle de Balkan müziğine yoğunlaşma serüveninizden bahseder misiniz?
Çocukken sokağa pek çıkamadığım için, radyo dinlerdim. Radyo müziğe eğilmemde ve bugünkü müzik türümü seçmemde belirleyici oldu. Çok iyi bir trompet ustası olan dayımın özendirmesi, onun dudaklarından çıkan nağmeler ve trompetle çalınan alaturka ezgilerle geçti çocukluğum. Ortaokulu Gaziantep’te okudum. İlk girdiğim derste konuşmasıyla, sesini kullanma becerisiyle insanı baştan aşağı işgal eden, etkisi altına alan bir insanla tanıştım:
Öğretmenim Naim Çavuş. Piyano çalardı aynı zamanda. Dalaras’ın, Theodorakis’in ismini ilk kez ondan duydum. Lise döneminde orkestralarda çalıştım. Fakat asıl üniversite yıllarına geldiğimiz zaman çocuklukta devraldığım ve pek çok değişkenin etkilediği miras, bir araştırma tutkusuna dönüştü. Psikoloji eğitimi aldığım Boğaziçi Üniversite’sinin kütüphanesinin plak arşivinden dünyanın çeşitli ülkelerinin müziklerini dinledim. Çocukluğumda kulağımda kalan Yunan ve Balkan ezgileri kuşkusuz hayatıma daha o zamandan büyük ölçüde yön vermişti. Ama dünyanın her köşesinde çeşit çeşit müzik üretilmekteydi. Ve kendim için en ideal türü belirlemek için bunları tanımam gerektiğini düşünüyordum.
Böylece yıllar içinde Japonya, Latin Amerika, Moğolistan, İrlanda gibi pek çok geleneksel ülke müziğini kabataslak öğrenmeye çalıştım. Üniversite yıllarında yaptığım araştırmalar Balkan müziğinin benim için biçilmiş kaftan olduğunu gösterdi. Bugün Balkan müziği, Batı Anadolu müziğiyle ilgili daha yoğun çalışıyor olsam da, Moğol türkülerini ya da Kanada’da yaşayan Inuvitler’in şarkılarını duymazlıktan gelemiyorum. Kulağım uzaklardan gelen başka seslere her zaman açık.
Müziğinizle ne anlatmak istiyorsunuz?
Kendimi anlatmak istiyorum. Müzikal anlamda dünyanın pek çok yöresinde gezinerek topladığım türlü renkleri özellikle de Balkanlar’dan topladıklarımı kendi olanak ve sınırlarım çerçevesinde insanoğluyla paylaşmaya çalışıyorum. Müziğin kendi diliyle insanın içinde yarattığım sıcacık duyguları, sözcüklerle ve zorlama görkemli müzikal portrelerle yollanacak barış mesajlarından daha üstün ve kendime daha yakın görüyorum.
Göremeyişiniz hayatı algılayışınızı nasıl etkiledi?
Ben doğuştan beri göremiyorum. Aslında görmeyişimi de bir şans olarak kabul ediyorum. Görmeyişim beni öncelikle duygularıyla yaşayan bir insan yaptı. İçimde hissettiğim şeyler yaşamımda öne çıkıyor. Duyduğum şeylerin peşinden gittim. İnatçı bir tarafım var; ama bu inatçılığımı yaptığım müziğe yabancılaşmamak, müziğimin tavrından ödün vermemek için kullandım. Kimse istemlerim dışında yaşamıma yön veremedi. Bugüne kadar inadım işe yaradı ki, çok şükür ayaktayız.
Üzerinde uzun yıllar araştırma yaptığınız geleneksel müzik ile modern müziği karşılaştırır mısınız?
Geleneksel müziğe zaman içinde çok büyük saygı duyma eğilimine girdim. Çünkü geleneksel müzik, klasik ve caz da dahil olmak üzere bütün müziklerin anasıdır. Önce halk müziği vardı, diyebilirim. En saf, en yalın müzikal anlatımları geleneksel müzikte bulursunuz. Dolambaçlı, kompleks, girift ifadelere pek yer yoktur. Ama şehir müzikleri geliştikçe, 1200’lerden sonra Avrupa’da da Asya’da da, yüksek müzik dediğimiz şehir müziği gelenekleri ortaya çıktıkça müzikteki anlatım imkanları daha gelişmiş, daha kompleks anlatımlara yer verilmiş. Ben saf olanla, geleneksel müzikle ilgilenmek istedim. İnsan neden haz alıyorsa onu yapmalı, diye düşündüm.
Gençlere iletmek istedikleriniz var mı? Gençlere şunları söyleyebilirim: Hayatta gördüklerinizden çok duyduğunuz şeylere önem verin. Kendinize bir tutku yaratın, tutkularınızı kendi çabalarınızla oluşturun. Basit de olsa bir tutkunuz olsun. Tutkusuz bir hayat düşünemiyorum.
Müzik yapmak, özellikle farklı coğrafyaların ve halkların müziğiyle içli dışlı olmak size neler kazandırdı?
Müzik sayesinde geleneğin evrenselliğini buldum. İnsanın bir yerde bin bir türlü farkına rağmen, özünde insan olduğunu yeniden keşfettim. Bazılarına bu, Amerika’yı yeniden keşif gibi gelebilir, ama müzikte bunu bizzat keşfetmem bence anlamlı. Ve aynı zamanda insanın inanılmaz derecede yaratıcı üretkenliğini buldum ve bu inanılmaz çeşitlilik de bir o kadar duygu demek. Belki özünde duyguların isimleri aynı; ama bir Arnavut gurbet türküsündeki duyguyla İrlanda’dan dinlediğim ayrılıkla ilgili bir baladın verdiği duygu tam da aynı değil doğrusu. Başka dinamikler devreye giriyor, coğrafi şartların müzikal anlatıma yansıması giriyor, dil öğesinin bıraktığı izlenim giriyor. Sonuç olarak son derece zengin bir duygu dünyası ve en önemlisi “samimiyet” buldum halk müziğinde. Samimiyet benim çok önem verdiğim bir kavram. Yaşamı, müziği ve özellikle halk müziğini ayakta tutan niteliklerden biri samimiyet.
Müziğe dair yaptığınız bunca araştırma ve çalışma sonucunda aradığınızı buldunuz mu? Kendinizi menzile ne kadar yaklaşmış hissediyorsunuz?
Aslında bu çalışmaların özündeki anlam şuydu: Ben kendimi arıyordum, bu gençlik aşamasında olgunlaşma mücadelesiydi. Türlü müziklerle hatta o yıllarda klasik müzik ve cazla da ilgilendim. Neyin bana en çok uygun olduğunu anlamaya çalıştım. Sonuç olarak hiç bir gün yok ki aradığını tam olarak bulduğunu zannedesin. Ancak adım adım beni ifade eden noktaya yaklaşıyorum.