Şifa nedir, öncelikle bunun bir tanımını yapalım. Şifa kelimesi, dilimizde oldukça sık kullanılan kelimelerden birisidir. Şifa, Arapçadan Türkçeye geçmiş bir kelimedir. Türk Dil Kurumu’na göre şifa kelimesinin anlamı şu şekildedir:
– Bedensel veya ruhsal bir hastalığın son bulması, hastalıktan kurtulma, onma.
Bu bağlamda ilk aklımıza gelen doğal olarak günümüz tıbbı ve doktorlarıdır. Hasta olduğumuzda ilk olarak üniversitelerde yetişen resmî hekimlere başvururuz, başvurmalıyız da. Günümüz tıbbı; dıştan içe doğru nüfuz etmeye çalışan bir bilim dalı olarak hastaları tedavi etmeye çalışır.
Bunun haricinde bir de alternatif tıp dediğimiz, genel olarak modern tıp teknikleri haricinde uygulanan destek tedavi yöntemleri vardır. Enerji şifacılığı bu destek tedavi yöntemlerinden biridir. Enerji şifacılığında günümüz tıbbının aksine içten dışa doğru tedavi sağlanmaya çalışılır.
Enerji şifacılığında şifa en basit anlamıyla bedenin kendi kendini iyileştirme gücüdür. Şifa bir dikkat meselesidir. Dikkat etmek, zihnin ve kalbin işbirliğidir, dengede olmasıdır. Enerji şifacılığında şifa, rahatsızlıkların nedenlerine ulaşmak için belirtilerin hafifletilmesinin ötesindedir. Enerji şifacılığı kişiye; rahatsızlıklar ister fiziksel ve ruhsal hastalıklar ile ilgili olsun, isterse de maddi durumla, ilişkilerle veya başka bir şeyle ilgili olsun, altta yatan inanç kalıpları ve saplantılardan kurtularak yaşamda hoşnutluk ve tamamlanma hissetmesine yardım edecek enerjiyi verecektir. Çoğunlukla bu durum, belirtilerin giderilmesini de beraberinde getirecektir. Aslında şifa, belirtilerin iyileşmesi ile ilgili değildir, aksine kişinin her zaman düşlediği yaşama ve daha iyisine sahip olmasına yardım etmekle ilgilidir. Belirtiler kişinin kendisini hoşnutluğa, tamam olmaya kapattığını bildirmek için oradadır. Belirtiler sadece daha iyi bir yaşama uyanma çağrısıdır. Belirtiler hastalıklar değildir, sadece hatırlatıcılardır. Farkındalık sahibi insan bu çağrıyı duyar ve hatırlatıcıların söylemek istediklerini anlar.
Şifacılık, doğduğumuz andan itibaren hepimizde var olan bir güçtür. Evrendeki tüm canlılar doğal birer şifacıdır. Gerçekte tedaviyi meydana getiren kişi şifacı değil, hastadır. İyileştirici güç bize dışarıdan zorla kabul ettirilmiş, zorla benimsetilmiş olan bir şey değil, içimizde var olan kudrettir. Başka bir deyişle, hasta, kendi kendisini iyileştirebilecek tek kişidir; bir başkası (şifacı) iyileşmenin meydana gelebilmesi için yalnızca bir “aracı”, “kanal” rolü oynar. Hasta kişinin izni olmadan şifacının o kişiye şifa vermesi mümkün değildir. Bu nedenle kısaca şifacı, gerçekte var olan şifa enerjisini açığa çıkaran kişidir.
Aslında hiç kimseyi “şifacı” olarak isimlendirmemeli, bu kişileri daha ziyade iyileşmenin gerçekleşmesi için enerjiyi bir başkasına aktararak onun enerjisini güçlendiren bir aracı ya da dönüştürücü olarak görmeliyiz. Şifacılar, şifa enerjisinin akmasına yardımcı olan kanallardır.
İnsanın kendi kendisini iyileştirebilen iyi bir şifacı olması için olağanüstü psişik güçlere ya da durugörü yeteneğine sahip olması gerekmez. Bedeniyle ilintili bir farkındalığa sahip olması yeterlidir.
İyi şifacılar, iyi ve uyumlu insanlardan çıkar. Bu şifacılar, şifalarını gerektiğinde sevgiyle verilmiş bir armağan olarak sunacaklardır. En iyi şifacılar bütün hastalıkları bir çırpıda ortadan kaldırmaya çalışmaz, kişinin kendi kendisini iyileştirmesine yardım ederler. Hastaya evrenin yaratıcı enerjileriyle ya da Tanrı’yla olan bağını hatırlatırlar.
Gerçek bir şifacı olabilmek için, daha ziyade iç sükûnete nasıl kavuşacağımızı ve karşılıksız sevgiyi nasıl geliştirebileceğimizi öğrenmek gerekmektedir. Şifacılığın birinci kuralı, insana hizmet etmektir. Kendini sevmeyen insan, başkalarını da sevemez. Karşısındakini sevmeyen, şifacı olamaz. O hâlde işe kendimizi sevmekten başlamalıyız ancak, bunu ego yapmakla karıştırmamalıyız. Şifacı asla karşısındaki kişiyi yargılamaz. Onunla ilgili fikir beyan etmez. O kişiyi olduğu gibi kabul eder. Ancak bu şekilde şifaya kanal olabilir. Bunun aksi davranan kişi asla şifaya kanal olamayacaktır.
Şifacılık gösteriş yapma ya da kendini abartma fırsatı değildir. Şifacılık, farkında olma ve inançtır. Gerçek bir şifacı, iyileştirme gücüne sahiptir, çünkü kendi sağlığıyla ya da rahatsızlığıyla ilgilidir. Hem kendisine hem de başkalarına karşı dürüsttür. Kendisini yetiştirmiştir; hem iyileştirme metotları üzerinde hem de kendi yaşamında önemli çalışmalar yapmıştır.
Şifa çalışmaları, çakraların dengeli hâle gelmesini ve yüksek amacınızı anlamanızı sağlar. Enerji şifacılığında şifacılık, tedavi ederken öğretme ve öğrenme sanatıdır. Şifa, pozitif enerjiyi devreye sokmaktır. Bu durumda şifacı, hem kendini hem de hastayı pozitif enerji akımından yararlandırmış olur ve olumsuz etkilerden kendini soyutlar. Olumsuzluğu aşan kişi, potansiyelini artırarak dengeye ulaşır.
Ellerinizle beyniniz arasında gelişmiş bir bağa sahipsiniz. Avuç içlerinizdeki enerji, bir jeneratör gibidir. Fiziksel bedenin güçlü bir uyarıcısıdır. Ellerle şifa uygulaması yapanlar bu nedenle daha kesin ve tesirli sonuçlar alırlar.
Ellerle şifa verme çok eski bir sanattır. Hasta olan veya yaralanmış bir kişi gördük mü doğal bir içgüdüyle ellerimizi ağrıyan veya yaralanan yere koyarız. İnsan dokunuşu, şifa veren bir sevgi iletir.
Ellerle ve uzaktan şifa enerjisini kullanan birçok sistem mevcuttur. Bunların hepsi tüm evrene nüfuz eden evrensel yaşam enerjisinden yararlanırlar. Kukai, Reiki, Shambala, Biyoenerji bunlardan bazılarıdır. Bu enerjiyi kullanarak şifa veren sistemlerin tamamına enerji şifacılığı denmektedir. Bu sistemlerin faydalandıkları tek bir evrensel enerji vardır. Bu enerji, enerjiyi kullanan sisteme göre farklı isimlerle bilinir. Prana, mana, chi, ki, orgon enerjisi, biyoenerji, plazma, ilahi nefes, kozmik nabız, ruach, hayat ateşi vs.
Reiki, Kukai, Deeksa, Karuna Reiki, Shambala gibi enerjisel şifa teknikleri; kişi hasta olmadan önce koruyucu etkiler göstererek bedeni korumaktadır. Hastaya uygulanan seansla, kişinin enerji ve aura sistemi dengelenir.
Farkındalıklı insan, en az bir şifa tekniğini öğrenerek acil durumlarda kendine müdahale edebilen insandır.
Kukai bilgisi nereden geliyor?
Shingon Budizmi (眞言, 真言 “gerçek söz”) Japonya’da önemli Budist okullardan biridir; “Japon ezoterik Budizmi” olarak da adlandırılır. Günümüzde Tibet Budizmi ile birlikte Vajrayana Budizmi’nin önemli kollarından birini oluşturur. Shingon kelimesini oluşturan kanjiler, Çincede “zhen yan” şeklinde okunur ve mantra anlamında kullanılmaktadır. (Kanji, Çin’de kullanılan bir alfabe ve bu alfabede yer alan şekillerdir.)
Shingon okulunun kurucusu Kukai adında, Çin’de öğrenim görmüş bir Japon rahiptir; 9. yüzyılda Tang Hanedanı döneminde Çin’in başkenti Xi’an’da tantrik teknikleri öğrenmiştir. O dönemde yaygın olan Vajrayana metinlerini, tekniklerini ve mandalaları Japonya’ya getirmiştir. Bu soyağacı Tang Hanedanlığı’nın sonuna doğru Çin’de yok olmaya yüz tutmuş; ancak Japonya’da korunmuş ve geliştirilmiştir.
Shingon mezhebinin kurucusu Aziz Kobo Daishi, Şikuku Adası’nın Sanuki kentinde, aristokrat bir ailenin çocuğu olarak 774 yılında doğdu. Gökyüzü ve deniz anlamındaki “Kukai” lakaplı Daishi, Çin klasikleri ve Konfüçyüs öğretilerini okuyarak büyüdü. 15 yaşında girdiği okulda Budizm öğrenimi gördü. 18 yaşında, rahip gibi yaşamaya karar verdi. 31 yaşında, ezoterik Budizm Dainichi-kyo (Mahavairocana Sutra) adlı bir kitabı okuması, düşünce gelişiminde büyük etki yarattı. Ezoterik öğretiye derinlik katmak için Çin’e gitmesi gerektiğini biliyordu. 804’te, Çin’in başkenti Xi’an’a gitmeyi başardı. İki yıl Tibet Vajrayana Budizmi’ne benzeyen karmaşık bir öğreti üzerine çalıştı. Bu anlayışı yaymak için Japonya’ya döndü. Akademisyenliğin yanı sıra iyi bir mühendis, mucit ve yetenekli bir hattattı. Kobo Daishi’ye “Japon kültürünün babası” denir. Kurduğu Shingon Budizmi, ruhsal aydınlanmaya yaşarken de ulaşılabileceğini savunan yegâne mezheptir. Daishi ayrıca ilk Çince-Japonca sözlüğü düzenledi. Japon yazısını kolaylaştıran heceli yazma sistemi “Hiragana”yı oluşturdu. 835 yılında ölünce, sonsuz bir meditasyona girdiğine inanıldı. 921 yılında, İmparator Daigo tarafından bugünkü adıyla onurlandırılarak, Kobo Daishi adı verildi. “Kobo”, Budist öğretilerini geniş kapsamlı olarak kitlelere yaymak anlamına gelirken “Daishi” yüce öğretmen veya aziz anlamına geliyor.
Kurduğu sisteme Kukai denmesinin nedeni de gerçek isminin Kukai olmasından kaynaklanıyor.
Japon Shingon rahibi olan Mikao Usui’nin, Shingon Sistemi dışındaki insanların da fayda sağlamaları ve Shingon geleneklerinde gerçek ismini kullanamayacağı için, yeni bir isim kullanarak Reiki Evrensel Yaşam Enerjisi formuyla dış dünyaya lanse ettiği enerjisel şifa sisteminin gerçek Japon Shingon-Tibet Vajracana ismi Kukai’dir. Kukai’nin, Reiki’nin klasik bir versiyonu olduğunu söyleyebiliriz.
Tüm enerji sistemleri kaynağa bağlanmakla alakalıdır. Kukai bilgisi ruhumuzdaki tanrısal enerjiyi harekete geçiren içsel bir hafızadan kaynaklanır. Tibet-Vajracana ve Japon-Shingon okullarında kullanılan bir enerji sistemidir. Tüm enerji sistemlerinin atası olan Kukai, kadim bir ırkın bizlere bırakmış olduğu; bir tedavi ve kendini bulma yöntemidir. Kukai bilgisinin amacı, ruhunuzun vibrasyonunu yükselterek, enerji alanınızı güçlendirmek ve auranızı negatif olaylara karşı korumak için kullanılan enerjisel çalışmaları uygulamaktır.
Kukai herhangi bir din ya da inanç şekli değildir. Her inanca sahip insan tarafından kolaylıkla uygulanabilir. Uygulayıcı olmak için belli bir disiplinle çalışarak 21 günlük insiye süreci tamamlanmalıdır. Kukai şifa sistemi diğer enerji şifa sistemleri gibi inisiye yöntemi ile ustadan öğrencisine bilgilerin aktarılması şeklinde öğretilmektedir.
Peki, inisiye olmak ya da inisiyasyon nedir? Herkese açıklanmayan, herkese öğretilmeyen gizli bazı bilgiler öğretmen tarafından öğrenciye aktarılır. Diğer kişilerden saklanan ve ustanın çırağına verdiği bilgilerle aktarılan bu bilgiler, genelde sır olan konular ve gizli öğretilerdir. Bir üstat ve öğrenci ilişkisi vardır. İnisiyasyon metodu ile öğrenme işlemi yapılır. Yani öğretmen, belirli eğitimlerden geçen öğrencisini dener, test eder ve ona göre bu bilgileri yavaş yavaş öğretir. Bilgiyi alan kişi, bunu araştırmaya devam eder ve kendi öğrencisi oluncaya kadar saklı tutar. İnisiyatörler, binlerce yıldır böyle bir yöntemle ellerindeki bilgileri kuşaktan kuşağa aktarmaya çalışmışlardır.
İnisiyatik çalışmalarda, öğrenciye verilen bazı bilgiler, onun kendisini büyük görmesine neden olabilir. Kimsenin bilmediği bilgileri bilmesi ve bazı sırlara sahip olmaya başlaması, öğrencide bir büyüklük kompleksi yaratabilir. Bu şekilde egosuna yenik düşen öğrenciler, inisiyasyonu asla tamamlayamazlar. Bu tür bir eğitime başlayacaksanız her şeyden önce egonuzu yenmeyi öğrenmelisiniz. Zaten bu tür bilgileri içselleştirerek alan kişi, zaman içinde egosunu yenmeyi ve kendinden vermeyi öğrenecektir.
Öğretmen (inisiyatör), her insanın içindeki biricik ve tekil olanı bulmasında yardımcı olan ruhsal bir yol arkadaşıdır. Öğretmeniniz kendi egolarını tatmin için sizi kullanıyorsa, size yanlış enerji aktarıyor demektir. Ondan uzak durmalısınız.
Her öğrenci kendi hocasını seçer. Çünkü hepinizin kendine ait bir enerji frekansı var. Bu frekansa uymayan kişi size rehberlik edemez. Hepinizin yaşam enerjiniz, kendi içinizdeki üretim değeriyle alakalıdır. Bu değeri besleyecek kişi size rehberlik edebilir. İçinizde negatif enerji varsa, istediğiniz kadar sprit yetenekleriniz olsun, pozitif rehberiniz bunu ortaya çıkartamayacaktır. O zaman kendinize kendiniz gibi bir rehber bulursunuz. Çevrenizde bu tür negatif insanları çok fazla göreceksiniz. Benim tavsiyem, onlardan uzak durmanızdır.
Bizler size sadece yolu gösterebiliriz. O yolu izleyecek, yolda ilerlerken önünüze çıkacak ayrımlarda kararı verecek yine sizsiniz. Kendi öz varlığınız, size her zaman doğru olanı iletecektir, endişe etmeyin ve yola devam edin.
Ruhsal ve bedensel tüm rahatsızlıkların sebebi negatif düşüncelerden kaynaklanmaktadır. İnsan, hastalıklarının sebebinin kendi inanç ve negatif düşünce kalıplarından oluştuğunun, gerçek anlamda farkına varıp kabul ederek onayladığında, kişinin hastalığa karşı tutumu değişeceğinden, frekansı da değişir. Ve hastalık artık o frekansta kendine yer bulamaz.
Bu da gösteriyor ki doğru frekanslarla hastalıkları iyileştirmek mümkündür.
Her organın kendine has bir titreşimi vardır. Beden titreşimi dışında organlar da kendi aralarında farklı hızlarda titreşirler.
Hastalık olarak tezahür eden, ruh ve bedenin bozulan titreşimini düzenlemede mantraların rolü büyüktür.
Japon Shingon Kukai sisteminde ruhunun vibrasyonunu yükseltmek amacıyla mantralar yoğun kullanılır. Mantra kelimesi Sanskritçeden gelir. Sözcük olarak “cilalanmış, düzenlenmiş, kusursuzlaştırılmış” manalarını taşımaktadır. Mantralar, genellikle Sanskritçe sözcüklerden oluşan, enerjik etki yayan kalıplaşmış spiritüel ses ve hecelerdir. Mantra denince, sizi zihin ve onun karmaşalarından özgürleştirecek, ruh ve beden girdabındaki çıkmazlardan sizi kurtarabilecek sihirli sözcükler akla gelmelidir.
Mantra, rutin ses tonlamalarıyla, düşünceden özgürleştiren ve bilinçaltı tıkanıklıklarından kurtaran güçlü bir araç ve konsantrasyon sağlayıcıdır. Mantra, bilinçaltınızda çalışarak kuantum âlemindeki frekansınızı ilgili konuyla aynı hâle getirmek için kullanılır: Burada, “benzer benzeri çeker” yasası uygulanmaktadır. Mantra, klevet, esmalar olarak da bilinen Yaratıcı isimleri ya da diğer kadim metinlerde, Sümerce, Sanskritçe, Aramice, İbranice, Keltçe, Etrüskçede geçen özel duaların kuantsal vibrasyonu yüksek kelimelerin tamamına verilen isimler de mantradır. Bir mantra tek bir kelime olabildiği gibi, iki kelime veya tüm bir cümle de olabilir. Daima bir kelime veya bir deyiş olan mantra kuvvet yüklüdür ve kendi içeriğini gerçekleştirir. Ses ve oluşan titreşimler aracılığı ile kişinin daha yüksek bir bilince ulaşmasını, zihni boşaltma ve konsantrasyonu artırmayı sağlayan mantralar, tekrarlanan hece, sözcük ve sözcük gruplarının melodiyle birleşmiş hâlidir.
Söylenen ya da dinlenen mantranın frekansı, sizin frekansınızla evrenin frekansının aynı seviyeye çıkmasını sağlar, böylece hastalık artık o bedende yer bulamaz. Mantra bilinçaltınızda çalışarak kuantum âlemindeki frekansınızı ilgili konuyla aynı hâle getirmek için kullanılır. “Evren enerjiden oluşur, frekanslar ve titreşimler, şeyleri ve olayları oluştururlar. Mantra ve esmalar, yarattıkları ses vibrasyonları ile auranızı belli bir frekansta titreştirir. Esmanın ve mantranın sözsel karşılığından ziyade titreşimsel karşılığı önemlidir.”
Bununla birlikte, mantra söylemek ve izlemek dinî bir inanış gerektirmez ve herhangi bir dinî inanışla çakışmaz. Kukai’nin ana mantrası “Om Mani Padme Hum (Om)”dur. Bu, şifa yönü çok kuvvetli bir mantradır.
Kukai şifa sistemini sizlere tanıtmamdaki amacım, hepinizde mevcut olan güçlü manevi mekanizmayı keşfetmenizi sağlamak. Bu yolla tekâmülünüzde sizlere yardımcı olmak ve sizlere farkındalık kazandırmaktır.
Bu sistemde şifa, hasta yanınızdayken verilebildiği gibi hasta uzakta iken ya da koma gibi kendisine ulaşılamayacak bir durumdayken de verilebilmektedir.
Şimdi her zaman duyduğum bir soru sizin de aklınızdan geçecektir: “Uzaktan şifa verilir mi? Bu nasıl mümkün olabilir?” Ya da “Uzaktan şifa gönderilmez, bunu yapıyorum diyenler sahtekârdır, yalancıdır” vs. Öğrencilerim de sıklıkla bana bunu soruyorlar. Sanırım bu konular sizin de aklınızı karıştırıyordur. Bu nedenle bu konuda bir şeyler yazma gereği duyuyorum.
Uzaktan şifa gönderilir mi? Bu soruyu cevaplamak için bir miktar fizik bilgisine ihtiyacımız var. Şimdi “şifa ve fiziğin ne alakası var?” dediğinizi duyar gibiyim. Elbette çok alakası var. Size bilimsel olarak uzaktan şifanın nasıl gönderilebileceğini anlatacağım. Bunun için size kuantumdan bahsedeceğim.
“Kuantumu anlamak için öncelikle bazı kuantum kavramlarını anlamak lazım. Atomaltı parçacıkların kuantum dünyasında, elektron gibi kuantum bir nesne aynı anda birden fazla yerde var olabiliyor. Biz onu parçacık olarak algılayıncaya kadar o, zaman-mekân algımızın dışında davranır. Basit bir anlatımla, iki nokta arasında hareket etmeden yer değiştirir. Bizim bildiğimiz bir hareket oluşmaz. Sanki bir noktada kaybolur ve aynı anda bir başka noktada belirir. Buna kuantum sıçrama deniyor.
Kuantum fiziği ayrıca herhangi bir insanın holografik bilgisinin içine nasıl girebileceği ve aradaki mesafeyi göz ardı ederek, herhangi bir yerden onun nasıl etkilenebileceğini de izah ediyor. İşte bu da uzaktan şifa vermeyi mümkün kılıyor. Herkesin ve her şeyin bilgisi iç içedir ya da birbiri ile bağlantılıdır. Atomaltı seviyede kuantum bir nesne, aralarındaki mesafe ne olursa olsun ikizini aynı anda etkiler. Buna, mesafe ötesinde kuantum eylem deniyor. Mekânsızlık fenomeninin ve dolayısıyla kuantum, şifanın temelini oluşturuyor. Fizikçiler bunun nasıl gerçekleştiğini gösterdiğine göre bu konu artık teorik olmaktan çıkmış bir olgu oluyor.
Her fiziki nesne, kendi kuantum hologramını ya da kendi geçmişiyle, şimdiki durumu ve geleceğiyle ilgili bilgiyi yayar. Tüm parçacıklar temel olarak diğer tüm parçacıklarla bağlıdır. Bu kuantum bilgi alanı, her şeyi birbirine bağlayan bir ağ veya şebeke gibidir.”
İşte biz birisine şifa gönderirken bu alandan faydalanıyoruz. Bu şekilde zaman ve mekânı göz ardı ederek şifa bilgisini bu şebeke aracılığı ile kişiye ulaştırıyoruz.
Fazla bilimsel bir açıklama oldu, farkındayım. Belki bahsedilen pek çok şeyi anlayamadınız, sorun değil. En anlayacağınız şekliyle, bilim de uzaktan şifa gönderileceğini kanıtlamış durumda. Kısacası evet, uzaktan şifa gönderilebilir ve gönderilen şifa, yerine ulaşır.
Kukai tekniklerinden oluşan çalışma programının amacı, vücutta Chi veya Ki dediğimiz, evrensel yaşam enerjisini doğru kullanmak ve dışsal negatiflere karşı koruma kalkanı sağlamaktır.
Sırf Chi enerjisiyle hastalıkları yenmek mümkündür. Önemli olan Chi kanallarınızı açık tutabilmektir. Chi bedeninizde ne kadar doğru bir şekilde akarsa o derecede anlayışınız, farkındalığınız artacaktır. Aynı zamanda Chi tüm ağır gezegen etkilerini de yok eder veya hafifletir.
Bedenimiz Chi enerjisini çakralar aracılığı ile alır ya da verir. Kendi bedenimizde enerji ürettiğimiz gibi dışarıdan da enerji çekeriz. Yani çakralar bu noktada anten görevi görürler. Ancak, bu merkezlerden herhangi birinin çalışması yavaşlarsa, Prana dediğimiz yaşamsal enerji akışı engellenir. Daha çabuk yaşlanırız. Çakralar yavaş dönerse bedenin o bölümünün bozulmasına neden olur, daha hızlı dönerse sinirliliğe ve yorgunluğa yol açar Çakralar psikolojik ve fizyolojik hastalıklarla ilgili bize bilgiler verirler. Mesela, boğazımızda bir daralma hissi veya midemizde rahatsızlık, kalp sancısı gibi… Çakralarımız psikolojimizle iç içedir. “Hayat ne kadar güzel.”, “Bugün çok güzel bir gün geçireceğim.” diyorsak, enerji merkezlerimiz dengelidir.
Mantralar yedi enerji merkezinin dönüşünün uyumlu olmasını sağlar. Yani çakraların titreşimleri salgı bezlerini harekete geçirip hormon salgılanmasına neden olur.
Sorunlu çakralarda oluşan problemler ve çözümleri:
Taç çakra: Uyku sorunları, bedenlerden ya da başkalarından ayrılma hissi, meditasyona girememe, ruhsal rahatsızlıklar.
Temiz havaya çıkın, bol bol güneş ışığı alın ve doğayla bir olmayı unutmayın.
Üçüncü göz: Depresyon, zayıf görüş, hormonal dengesizlikler, zayıf sezgi.
Mor sebze ve meyveler yenmeli. Mor patates, mor erik, mor üzüm, böğürtlen bol bol tüketin.
Boğaz çakrası: Tiroit hastalıkları, boğaz ağrıları, bademcik, duygusal ifade edememe.
Yaban mersini, mavi ahududu, incir, su yosunu bol bol tüketilmeli.
Kalp çakra: Akciğer ve kalp sorunları, astım, alerji, korkuya kapılma.
Brokoli, pazı gibi yeşil yapraklı sebzeler bol bol tüketilmelidir.
Göbek üstü çakrası: Gaz, şişkinlik, karaciğer sorunları, mide ülseri, mide problemleri, yeme bozukluğu, güven eksikliği.
Sarı biber, sarı mercimek, sarı kabak, muz, mısır, yulaf, buğday bol bol tüketilmelidir.
Göbek altı çakrası: Erkeklerde kısırlık, cinsel işlev soğukluğu, duygusal dengesizlikler, yaratıcılıkta azalma.
Fındık, portakal, havuç, bal kabağı ve tohumlu besimler bol bol yenmelidir.
Kök çakra: Kolon, bağırsak sorunları, bel ağrısı, varis, duygusal sorunlar, maddi manevi güven sorunları.
Kırmızı pancar, şalgam, elma, nar ve polenler bol bol tüketilmelidir.
Kişi Kukai şifa enerji sistemi ile şifa verirken bunu para için yapmamalı ancak, alma-verme dengesine de dikkat etmelidir. Bir şeyden duygusal, zihinsel veya başka bir şekilde etkilenmemiz için onunla aynı frekansta olmamız gerekir. Radyo dinleyebilmemiz için alıcı ve vericinin aynı frekansta olması gereklidir. Bu, hayatımızdaki her şey için geçerli. Bir öğrencinin, öğretmeninden bir şeyler öğrenebilmesi için de onunla aynı frekansta olması gereklidir. Frekans değiştiğinde öğretmen, öğrencisine artık bir şey katamaz. Bu durumda yollarını ayırmak en doğrusudur.
İnsan doğası benmerkezcidir. Hep almaya odaklıdır. Oysaki evren, verme üzerine kuruludur. Bu nedenle çoğumuz onu algılayamayız. Peki, evreni algılamak için ne yapmalıyız? Doğamızdan vaz mı geçeceğiz? Elbette ki doğamızı tamamen terk etmemiz mümkün olmayacaktır. Bunun yerine, alma güdümüzü dengeleyecek, bir verme isteğine ihtiyacımız olacaktır. Doğamız karşılıksız bir şey vermekten bizi hep alıkoyacaktır. Kazanç sağlamadan bir harekette bulunmak için özel bir enerjiye ihtiyacımız vardır. Bizi motive edecek bir şeye ihtiyacımız olacaktır.
Bir bebek doğduğu zaman duymaya, görmeye başlar ve bu, tepki vermesine neden olur. Sizi izleyerek gördüğü, algıladığı örneklerden öğrenmeye başlar. Doğan bebek hangi ortamda büyür ise o ortamı taklit eder. Ormana bırakırsanız, hayvanları algıladığı için onlar gibi davranır. Unutmamak gerekiyor ki içgüdülerimiz ve reflekslerimiz dışında her şey öğrenme ile oluşur. İnsan büyüdükçe ve olgunlaştıkça en çok neden yaşadığını merak eder. Yaşamın ötesinde neler olduğunu merak eder. Yapabiliyorsa bu bilgiye, hatta yaşamın ötesine ulaşmak ister.
Dünyevi gelişimde kişinin alma duygusu ve buna bağlı egosu gelişir. Manevi yana yöneldiğinizde ise artık verme isteği gelişmeye başlayacaktır. Bu süreçte elbette ki rehberlere ya da manevi öğretmenlere ihtiyacınız olacaktır. Bu uzun ve zorlu bir eğitimdir. Disiplin gerektirir, istek gerektirir, azim gerektirir. Bu eğitimin bir yerinde ego baskın gelirse öğrenci, öğretmeninden uzaklaşacaktır. Egoyu yendiğimizde ise nasıl vereceğimizi daha fazlasıyla öğrenmeye başlarız. Bunu öğrendikçe evrenin tüm gücüne, sevginin ve vermenin gücüne erişiriz. Ancak, yine unutmayalım ki biz insanız. Evrenin çekimine kapılıp bu dünyadan vazgeçemeyiz. İşte tam da bu nedenle alma ve verme dengesini iyi kurmalıyız.
Farkındalığınızı artırmak ve bilinçaltı kalıpları kırmak, size bugüne kadar öğretilmiş her şeyi doğru kabul etmek de sizi mutsuz eder. Bu mutsuzluğun sonucu yine hasta olmaktır. Kendi kendinizi hasta etmeyi bırakmak, şifalanmanın ilk adımıdır.
Eğer bile bile gücünüzün yettiğinden daha azını olmayı planlıyorsanız;
Bir şeyin sizi engellediğini hissediyorsanız, bunu nasıl değiştireceğinizi bilmiyor, yine de değiştirmeyi istiyorsanız…
Yaşamınızda aynı olaylar tekrar tekrar gerçekleşiyorsa…
İnandığınız şeyleri gözden geçirmelisiniz. Doğru bildiğimiz her şey doğru mu? Bize öğretilenlerin ne kadarında gerçeklik payı var? Belki de kendimizi formatlamamız ve yeni bir yazılım yüklememiz gerekiyordur. Denemekte ne sakınca var ki…
Bazıları her şey ters giderken birdenbire daha önce hayalini bile kurmadığı bir yolu olmalı…
İnanç sisteminizi değiştirdiğinizde, bazı şeyleri sorgulamaya başladığınızda ve yanlış bildiğiniz doğruların yanlış olduğunu kabullendiğinizde hayatınız her gün daha da iyiye gidecek ve bir daha asla eskisi gibi tıkanmalar, tam son anda bütün işlerin bir anda bozulması gibi yıpratıcı olaylar yaşamayacaksınız.
Bunu başarmak kolay mı? Elbette ki değil. Ancak, bir yerden başlasanız ne kaybedersiniz. Zaten yeterince şey kaybetmediniz mi? Zaten yeterince üzülmediniz mi?
Kendimiz olmamızı neyin engellediğini bulduğumuzda hayatta çok hızlı yol alırız. Bunu fark edip temizlemezsek hep aynı şeyleri yaşarız.
Öncelikle kendinizle yüzleşin. Hatalarınız neler? Nerede yanlış yapıyorsunuz? Hangi düşünceler sizi bu yanlışları yapmaya itiyor? Bunları isterseniz bir liste hâlinde yazabilirsiniz ve her gün yaptığınız yeni bir yanlışı bu listeye ekleyebilirsiniz. Unutmayın kendinizden başka herkesi kandırabilirsiniz ama kendinizi asla kandıramazsınız.
Hayattan şikâyet eden iç sesinizi susturun, elinizdeki imkânlarla en güzelini yapmayı, en iyiyi elde etmeyi öğrenin, önünüze çıkan imkânları algılamaya başlayın. Bakmayın, görün.
Hayatın bir oyun hamuru olduğunu farz edin. Ona istediğiniz şekli vermek, onunla istediğiniz şekilde oynamak sizin elinizde. Hadi yaratıcılığınızı kullanın ve ona şekil verin.
Hayat görüşünüzü genişletecek deneyimler yaşamayı tercih edin ve bunların gerçekleşmesine izin verin.
Ruhunuzun huzurla, kalbinizin mutlulukla dolmasına izin verin. Bu durum aklınızın, bedeninizin, düşüncelerinizin özgürleşmesini sağlayacak ve size yeni ufukları görme şansı verecektir.
Bugüne kadar asla yapamam dediğiniz şeyleri yapmaya cesaret edin. Bu konuda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip değilseniz bile siz bir adım atın. Göreceksiniz ki bilgi de tecrübe de adımınızı izleyecektir. Bu şekilde belki de potansiyeliniz olmasına rağmen bir türlü elde edemediğiniz kazançları da hayatınıza çekebilirsiniz.
Farkındalığınız arttıkça, artık dünyayı eski gözlerinizle göremezsiniz. Bunun sonucunda ihtiyaçlarınız ve beklentileriniz de değişecektir. Değişime hazır olun. Eski hâlinizi asla unutmayın ve onun yaptığı yanlışları yapmayın.
Gün içinde ne kadar çok negatif yüklenmiş cümle kullandığınızın farkına varın ve bunların hepsini pozitif cümlelerle değiştirin. “Bunu yapamam” yerine “yapabilirim”, “bu kadar borcu ödeyemem” yerine “ödeyebilirim” gibi cümleler kurun. Bu şekilde bolluk bereketi, mutluluğu ve başarıyı kendinize çekersiniz. İlişkilerinizde yaşadığınız tıkanıklık çözülür. Kendinizi olduğunuz hâlinizle ifade edersiniz. Yaşadıklarınızın nedenlerini daha net anlarsınız.
Enerji seviyeniz değiştiğinde artık eski arkadaşlarınız bu seviyede yer bulamaz. Hayatınızdan gitmesi gerekenlerin gitmesine izin verin. Görevini tamamlayanlar gidecekler ki yerine yenileri gelebilsin. Çevrenizde istediğiniz gibi, size bir şeyler katabilecek insanların var olmasına izin verin. Asla gidenler için suçluluk hissetmeyin.
İç dünyanızı düzenleyin, temizleyip berrak ve aydınlık bir hâle getirin. Kalbinizdeki hayat aşkının fitilini yakın, içinizdeki sönmeye yüz tutmuş son mum ışığının alevlenmesini sağlayın ve onunla milyonlarcasını tutuşturabileceğinizi asla unutmayın.
Bilinçaltı kalıpları değişmeye başladığında rüyalarınız da değişmeye başlayacaktır. Size ihtiyacınız olan bilgi rüyalar aracılığı ile belki bir kitabın bir cümlesinden, belki de bir arkadaşınızın size söylediği bir sözden gelebilir. Farkındalık bunları algılamanızı ve yorumlamanızı sağlayacaktır. Bu nedenle etrafınızın farkında olun, yaşanan hiçbir şey tesadüf değildir. Eş zamanlılıklar, size yapmanız gerekenleri gösteren birer yol işaretidir.
Niyet edin ve tüm hücrelerinizle isteyerek bunları gerçekleştirmeye çalışın. Harcadığınız her anın farkında olun ve bu gücü size verene teşekkür etmeyi ihmal etmeyin.
Kendinizi kabul edin ve bu kabullenişle hayatınıza güvenle devam edin.
Karma Astrolog, Kukai Eğitmeni
Esin ÖKTEM FIRAT
Vedat Delek