GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE

0
907

 

Telefonda kibar bir ses -bir beyefendi- evliliğinde başından beri yaşadığı sorunları anlatmaktaydı. Ama farklı olarak kendisinde de değişmesi gerekenler olduğunun altını önemle çizerek ne zaman aile olarak görüşebileceğini sordu. Ardından eşiyle birlikte Adıyaman’dan Ankara’ya gelerek kendisini ve eşiyle olan uyum sorunlarını birer birer dile getirdi.

Yaşadığı ortam ve kültürel değerler itibariyle özellikle bir erkek olarak karşı cinse olan ifade güçlüğünden yakındı. Çünkü bulunduğu düzende çocuklarını kendi anne ve babasının yanında sevmenin dahi ayıp sayılması söz konusuydu. Kız çocukları ise sanki bu topraklar İslam diniyle şereflenmeden öncesindeymiş gibi eksik muameleler görüyordu. Mesleği imam olan beyefendi işi gereği etrafında da aynı sorunlara sıklıkla şahit oluyor ve bu iki toplumsal yarayı yakından tanıyordu.

Köken ailesi yani anne babasının yanında kendi öz çocuklarını sevmek neden utanç verici sayılmaktaydı?

Bir çocuğun sevilmekten daha çok neye ihtiyacı olabilirdi ve daha önemlisi çocuklukta ihtiyacı olan sevgiyi göremezse gelecekte bunu nasıl telafi edecek, içindeki boşluğu nasıl doldurmayı başarabilecekti?

“Biliyor musunuz?” dedi beyefendi, aynı kibar konuşması ve içli bir ses tonuyla:

“Babam benim başımı bir kez okşasın diye hep bekledim ve hep merak ettim babam tarafından sevilip sevilmediğimi… Şimdi hayatta olmadığına göre artık hiçbir zaman da bilemeyeceğim. ” Derin bir nefes aldıktan sonra ise şöyle devam etti:

“ Ben on üç kardeşin on ikincisiydim, bana sıra hiç gelmedi. Şimdi düşünüyorum da aynı film devam ediyor; bugün de hayatımda bana yine sıra bir türlü gelmiyor, gelemiyor…”

Toplum olarak hiç sorgulamadan sürdürdüğümüz ve doğru sandığımız, değişemez zannettiğimiz önyargılarımız mevcut. Hepsinden beteri de bu yargıların çoğunun kendi inançlarımızda yeri bulunmayışına karşın konuyla tamamen ilgili sayılması. Araştırmadan, okuyup öğrenmeden mevcut davranış kalıplarını kabul etmek belki bazı zihinler için kolay seçilebilir bir yol olarak düşünülüyor olabilir. Ancak bir yanlışın nesiller boyu devam ederek toplumda ruhsal yaralar açmaya devam etmesine izin vermek de hepimizin toplum olarak ilerlemesini önleyip çok gerilere çekilmemizde temel bir neden teşkil ediyor olduğu kanaatindeyim.

Yukarıda bahsi geçen ve asırlardır süregelen bu önyargının altındaki nedenler üzerinde beyefendiyle konuştuğumuzda:

“ Çocuğuna veya eşine sevgi gösterirsen şımarır.”şeklinde bir görüş yattığını fark ettik. Sonra karşılıklı sorduk:

“ Sevgi insanı büyüten, olgunlaştıran bir olgu ve gereksinim olduğuna göre aslında sonuç tam tersi olamaz mı?”

Ardından beyefendi, âlemlere rahmet ve örnek bir insan olarak bizzat Hz. Resul’ün (A.SV.) kendi çocuklarıyla torunlarına karşı olan özel sevgisini ve bu sevgiyi açık bir şekilde ifade edişiyle nasıl bambaşka bir model çizdiğini aktardı. Ve şöyle ekledi başı önünde, fısıldar gibi:

“İşte biz bir doğruyu unutup yerine zıddını koyduğumuzda bunun ağır bedelleri oluyor.”

Danışanlarıma yıllardır baktığımda aynı sevgi yoksunluğunu yaşayan kişilerin kendi çocuklarına da aynı muameleyi ister istemez gerçekleştirdiğini, bundan suçluluk duysalar bile sevgisizliği istemeden de olsa miras bıraktıklarını görmekteyim. Kısacası öğrenemediğini aktaramıyorlar yani sevgiyi ifade etmeyi bilmiyor olduklarından bunu çoğu zaman gösterebilmeyi başaramıyorlar. Ama karşımdaki düşünebilen, araştırabilen, dönüp yaşanılanları inançlarında yerine oturtmaya çalışan beyefendi gibi azınlıktaki bazıları ise birden bire olamasa da zamanla önyargılarının tersini hayata geçirebiliyorlar.

Beyefendinin ardından eşiyle yaptığımız görüşmede de gün ışığına çıkanlar yukarıda bahsi geçen konuşmaların sanki doğal bir sonucundan ibaretti:

“Sahi kadın olarak ben kimim?”

Kız çocuk olduğu için sofraya en son oturabilen, evin tüm işlerini yaptığı halde sonunda yine de eksik etek muamelesi gören birisinin ağır güvensizlik ve fıtratına ilişkin kuşku ve öfke duyması şaşırtıcı bir durum olarak nitelendirilebilir miydi?

“Ben kimim?” sorusu elbette bir kimlik arayışı, kendi var oluşundan, kendi değerliliğinden habersiz olan bir yüreğin sorusuydu. Cevap da en harikulade şekilde yine inançlarımızda saklıydı:

“Ey insanlar, sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz takvada en ileri olanınızdır.” (Ayet)

İşte takva, yüce Yaradan’a ne kadar yakın olduğumuza ilişkin bir kavram iken bizler o yolda ufka bakmak yerine birbirimize ve farklılıklarımıza odaklanarak hem ilerlemekten kendimizi alıkoyuyor hem de birbirimizi incitmekle zaman kaybediyoruz. Oysa yol bizi bekliyor, yolun sahibi bizi çağırıyor.

“Peki” dedi, o ürkek ses:

“Sizce ben değişebilir miyim? Bu güvensizliğimi değerliliğimle değiştirebilir miyim?”

İnsanların sadece ses tonundan sayısız analizler yapılabilmesi ve tüm ruh halinin algılanabilmesi mümkündür. Ses tonunda bir kişilik gizlidir ve aslında bir parça bütün resmi aynalayabilir. Burada da güvensiz, kendisini ifade edemeyen, suskun ve çekingen bir kimlik duruyordu. Sordum:

“Sizce değişebilir misiniz?”

Sessizlik aramıza girdi ve bir süre odada kaldı. Ardından biraz daha güçlü bir şekilde konuşabildi:

“Bana bağlı sanırım.”

Cevabın içinde farkındalık, cevabın içinde yaşanmışlık ve sanrının ötesinde bir biliş hali gizliydi. Sustum. Sessizlik yine oradaydı, bize eşlik etti ve bu konuşmaya üçüncü kişi gibi şahit oluverdi.

Aslında cevapların daima bizde; bizim seçimlerimizde, davranış modellerimizde gizli olduğunu bilmek ne hoş bir varış yeridir. Suçlamadan sorumluluk alabilmeninse her bireyin başaramadığı bir durum olduğunun altını çizmek gerekir. Ancak suçlamak hep daha kolaydır:

“Urfa’da Oxford mu vardı ki; okuyalım?” bahanesi kolaydır, rahattır, herhangi bir eylemi gerektirmez. Ancak her şeye rağmen Urfalı olduğu halde ideallerini gerçekleştirenleri görmekse zordur; düşünmeyi, şartları zorlamayı, risk almayı, cesareti ve etrafta olup bitenlerden çok kendi değiştirebileceklerine odaklanmayı gerekli kılmaktadır. Peki, doğru seçim hangisidir ve bu kiminle ilgilidir? Belki biraz zorlansa da bunu itiraf edebilen bayan haklıdır:

“Bana bağlı sanırım.”

O gün bürodan çıktığımda yürüdüm uzun uzun. Yürüyüş yapmak benim için en büyük terapidir. Ardından bir parkta oturup dinlenmek yaşamın içinde olduğumu hissettiren en önemli anlardan biridir; insanların ve doğanın sesini dinlemek, ağaçları, çiçekleri tüm renkleriyle seyretmek, parkta oynayan çocukları izlemek, çığlıklarını duyabilmek sonra bazen bir külah dondurmayla da bu anları tatlandırmak ve hiçbir şey düşünmeden öylece anda kalmak yani hem merkezde olmak hem de her şeyi ve herkesi bir pencereden seyreder gibi seyretmek… İşte böylece ruhumu bir süreliğine yıkayıp arındırabilmek, zamanı unutup önemli ve gerekli gördüğüm her şeyden bir süreliğine izin isteyip tümüyle görev formundan çıkabilmek… Nihayet artık durabilmenin de eyleme geçebilmek kadar önemli olduğuna inanıyorum. Ağaçları seyrederken de onlarla konuşuyorum, bana şöyle sesleniyorlar:

“ Bizim nasıl büyüdüğümüzü incele; sakince ama bilgece.

Köklerimize bak; yerin derinliklerine kök salmış, kim olduğunu bilen bir şekilde, dimdik ve ayakta.

Rüzgârların deviremediği ama rüzgârlarla esneyebilen.

Herkesle birlikte sessizce büyüyebilen ama herkesin ancak başını kaldırarak bizi seyredebildiği.

Buradayız tüm heybetimizle, sadece görebilenler için.”

Adıyamanlı çiftle ilerleyen zamanlarda ifade üzerine çalışmaya devam ettik. Kendi geçmişlerinden getirdikleri sorunlar benzer olmakla beraber kendi aralarındaki iletişimi de olumsuz yönde etkilemekteydi. Çünkü bir bayan için sevgi sözcükleri duymak elzem bir durum olmasına karşın beyefendi içinse söz konusu durumda konuşabilmek tam bir eziyetten ibaretti.

Geçmiş; biz onu fark edip, irdeleyip doğrularını ayıklamadıkça o da bizim yakamızı bırakmayıp bugünkü kararlarımızda, ilişkilerimizde ve geleceğimizde bize eşlik etmektedir. Üzerimizden geçmişin ellerini çekebilmemizin yolu önce o elleri sıkmak ve ardından saygıyla yani öfkelenmeden ve üzülmeden diyalog kurarak bugünkü bilinç seviyemizle ve gözümüzle o deneyimleri yeniden gözden geçirmektir. Hiçbirimiz her ana sevinci, sevgiyi ve huzuru yerleştirememiş olsak da bazılarımız acı, yalnızlık, çaresizlik, sevgisizlik çukurlarından çıkıp kendisine ne öğrettiğine dair kazanımını keşfetmeyi başarabilmektedir. Tüm çaresizlikleri çare üretmeye çevirebilen, yalnızlığı kendisiyle dostluğa dönüştürebilen, sevgisizliğinde değerliliğini, acılarında gücünü görebilen işte bu bazıları kendisini değiştirip yenileyebilen, şekillendirip büyütebilen bir yaşama da imza atabilmektedirler.

“Ben sevgimi ifade edemem çünkü ben de görmedim.”

Bu itiraf gerçek ise de bugün değişim için kişiyi kimin durdurduğunun cevabı olamaz. Peki, ifade aslında nedir? Sadece sözel anlatım mıdır? Yoksa kendisini başkaları ne der kaygısından uzak, doğal ve olduğu gibi ortaya koyarak yeteneklerini ve hayallerini icra etmek midir? Bu tanım doğruysa ifade yoksunluğu çeken kişi hem iş yaşamında hem de tüm sosyal ve ikili ilişkilerinde aynı sorunla karşılaşacaktır. Tabii evliliğinde de sıklıkla eşinden şu cevabı duyacaktır:

“Sen beni sevmiyorsun çünkü bunu hiç söylemiyor, göstermiyorsun.”

Toplumumuzdaki aile modeline baktığımızda bu manzarayla yoğun olarak karşılaşmak mümkündür. Çünkü yukarıda da özetlendiği gibi sebebi yine kendi geçmişimiz; oradan öğrendiklerimiz yahut öğrenemediklerimizdir. Özellikle karşı cinse karşı sevgiyi ifade dahi genellikle ayıp veya günah şeklinde nitelendirilmektedir. İşte bugün yaşadığımız her şey; zamanın getirdikleri, tüm ilişki döngülerimiz ve eylemlerimiz bizim geçmişimize dair kabuğumuzu kırmamızı, bizi özümüzden alıkoyan her sanrıdan kurtulup fıtratımızdaki gerçekliğimize dönmemizi, inançlarımızı pusula kılıp daha iyi araştırıp anlamamızı sağlatmaya çalışmaktadır. Kendi özümüzde ise sevgi, güven, güç, kararlılık, zekâ, yetenekler, ifade, neşe ve huzur gibi güzelliklerden başka ne olabilir ki? Zaten inançlarımız da bize her çocuğun İslam fıtratı üzerine doğduğunu ancak sonra ailesi ve çevresi tarafından öğrendikleriyle olumsuz şekilde değişebildiğini, özünden uzaklaşabildiğini bildirmektedir.

Adıyamanlı çiftle yaptığımız tüm seanslar boyunca hanımefendiyle ruhsal dünyasında özellikle kadın kimliğinde değerlilik ve güven tuğlalarını inşa etmesinde köprü olmaya çalışırken beyefendiyle de özellikle baba sevgisinin gereksiniminin öfkeye varan dışavurumunun sakinleşmesi ve ifade yeteneğini geliştirmesi için pek çok çalışma ve uygulamalar yaptık. Ama en çok da geçmiş öğretilerle, bugün yaşamın bize öğretmeye çalıştıklarını etraflıca gözden geçirmeye çalışarak beraberce sorduk:

“Değişebilir miyim?”

“Peki, hangi konuda kendimi yenilemeliyim?”

“Söz konusu kararlarımda inançlarım beni nasıl destekliyor?”

“Sahi beni engelleyen kim ya da nedir?”

“Bir düşünür şu sözüyle haklı mıdır yoksa değil midir:

Sen kendine inanırsan sana tüm kâinat inanır…”

SÖZ

Üzgünüm;

Korkularım ve güvensizliklerim için

Tüm suçlamalarım, şikâyetlerim için

Üzgünüm;

Ertelediklerim için

Üzgünüm;

Yanlışlarımdan bu kadar çok utandığım için

Üzgünüm;

Bir yerlerde unuttuğum halifelik tacım için

Üzgünüm…

 

Bırakıyorum;

Bana ait olmayan sorumlulukları, ağırlıkları

Bırakıyorum artık;

Yorgunluğumu, korkularımı

Bırakıyorum;

Bitmeyen telaşımı

Bırakıyorum;

Değersizliğimi, ifadesizliğimi

Ezbere yaptığım dualarımı

İçine yüreğimi sığdıramadığım her şeyi

Şimdi bırakıyorum…

 

Hatırlıyorum;

Kim olduğumu,

Hatırlıyorum;

Dengeyi, orta yolu

Hatırlıyorum;

Unuttuğum hayallerimi

Hatırlıyorum;

Fıtratımı, tüm armağanları

Hatırlıyorum…

 

Söz veriyorum;

Halifelik tacımı yeniden sahiplenmeye

Bir halife gibi yürümeye

Bir halife gibi konuşmaya

Söz veriyorum;

“İsteyin” çağrını artık kendim için duymaya

Söz veriyorum;

Bana ruhundan üflediklerini hatırlamaya;

Aklı, zekâyı, yetenekleri,

Güveni, sevgiyi, değerliliği

Söz veriyorum;

Kendi yolumdan çekilmeye ve

Kendime yer açmaya…

 

 

Şükrediyorum;

Karar alabildiğim ve uygulayabildiğim için

Şükrediyorum;

Kararlarımı hayata geçirebilecek fırsatlar için

Şükrediyorum;

Bana böylesi çok güvendiğin için

Şükrediyorum ve bırakıyorum…

Hatırlıyorum ve söz veriyorum;

Huzurunda sana ve kendime Sevgili Yaradanım…

Söz veriyorum, söz veriyorum.

 

ASLI HATİCE ARUSAN
Psiko-zihin Uzmanı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız