Bir insanın aydınlanmaya ve akıllanmaya başladığının işareti, başına gelen her şeyden kendini sorumlu tutmasıdır. İyiliklerini de kötülüklerini de kendinden bilmesidir. Bütün yaptıklarına sahip çıkmasıdır. Düzelmek, ancak bu şekilde mümkün olur. Kendi sorumluluğunu ve rolünü yüklenmeyene, kimse yardım edemez. İyileşmek istemeyene, kimse yardım edemez. Düzelmek istiyorsak, yaptıklarımızın sahibi olduğumuzu anlamalıyız. Kendi hatasını gören ve kabul eden kişi ancak onu değiştirebilir. Başkasından bilen, düzelemez.
İnsan, elindeki güç ve imkânlardan sorumludur. Kimseden gücünün üstündeki bir şeyi yapması istenemez. Bunu istemek, akla ve mantığa aykırıdır. Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez, onu, yapamayacağı şeyden sorumlu tutmaz. Neyi yapabilip neyi yapamayacağını en iyi, yine insanın kendisi bilir. Kendisinden bekleneni yapmadığı duygusu, insanı rahatsız eder. “Ben elimden geleni yaptım, daha fazlası mümkün değil.” derse, kendini suçlamaktan vazgeçer. Sorumsuzluk duygusu gibi aşırı sorumluluk da iyi değildir.
İçinde yaşadığımız topluma ve bütün insanlığa karşı sorumluluklarımız vardır. İnsanlar, bir vücudun azaları gibidir ve toplum hâlinde yaşamaya muhtaçtırlar. Herkes, toplumun düzgün bir şekilde yürümesine katkıda bulunmalı, görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. Görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmezsek, haklarımız da olmaz. Bir madalyonun iki yüzü gibi, haklarla görevler, ayrılmaz bir bütündür.
Vicdani, ahlaki, dini, mesleki, toplumsal ve siyasal çeşitli sorumluluklar vardır. Kur’an’da bahsedilen “emanet”, esasında sorumluluk duygusudur. Sorumluluk, anlamaya ve yapabilmeye bağlıdır. İnsandan başka varlıklar, bu iktidara sahip olmadıkları için sorumlu değillerdir. Onların aklı ve iradesi yoktur. Seçmek ve tercih etmek durumları yoktur. Zorunlu olarak hareket ederler. Âdeta kalbin ve midenin çalışması gibi… Hayvanlar, deliler ve çocuklar sorumlu değildir. İnsan, sorumluluk hissinin geliştiği oranda insan olmaya başlar.
*
Cuma Özusan
Kaynak: Bilgece Yaşamak
www.gencgelisim.com