Sessizliğin sesini dinlemek de ne oluyordu?
İnsanın kendine, yani içe doğru yolculuğu bu kadar mı keyif verici olurdu? Doğayla dostluk olmadan, insan kendi doğasına uygun ve uyumlu yaşayamaz mıydı? Yalnızlık denen duygu, düşüncenin anası mıydı? Yani özgün ve özgür aklın bir tür memesi miydi? Yalnızlık, insanın kendine doğru hicreti miydi?
Yoksa yalnızlık, insanın kendine yabancılaşması mıydı?
Kentler, insanların gönül damarlarını ne diye kuruturdu?
İnsanların içi hangi hallerde kuruyup çölleşirdi?
Salt eşyaya ayarlı olmak nasıl bir şeydi?
Çağımızın en belirgin özelliği eşya çağı olması mıydı?
İnsan, eşyanın tam da burgacında mı dönüp durmaktaydı?
Eşya, ne ki? Eşya hep insan için değil miydi?
Çağımızda insan, daha çok eşyaya mı yapışıp kalmıştı?
Bu çağ, eşya çağı mıydı?
Bungunluk, bunaltı, boğuntu hep bundan mıydı?
İnsan ve kent.
Binalar üst üste tabutlar mı?
Nerede horoz sesiyle uyanan gönüller?
Seher vakitleri nasıl yeğnileştirir yürekleri?
Nisan yağmurlarında solumakta ne?
Ne diye insanlar, ağrılı ve sancılı yüreklerini Mayıs güneşlerine tutmazlardı?
Beni yüreğinle dinle!
Sana yine geleceğim.
Sana yakası açılmadık sorular soracağım.
Biliyorum, bana içinde bir iyice demlenip buğulanan yanıtlar vereceksin. Ve ben bu yanıtları, dünyanın bir ucundan bir başka ucuna muştucu güvercinler gibi uçuracağım. Yüreklerde uyuyan güneşleri uyaran sesteşlerim, yolda yoldaşlarım olacak.
*
E. Ali Okur
Beni Yüreğinle Dinle kitabından
Kitabı satın almak için: http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=676083&sa=153365773