Döngüsel Hedefler ve Zaman
Ağaç kesicisi, keresteci, hayvan yemi tüccarı, işletme yönetimi danışmanı, tarım sanayii mühendisi veya çöp toplayıcı yahut hangi mesleğin adamı iseniz ona göre yüklenme – bırakma itiyadınız söz konusudur. Mesela ben yazarak geçim eden biri olarak bir yüklenme bir de bırakma kuralına bağlıyorum çalışmamı. Herhangi mesleğin özeline inerek örneklendirmeye gerek mi var, canım. Her iklim şartının getirdiği; hanelerin, iş yerlerinin çekilip çevrilmesine dair mesela yaz hazırlığı, kış hazırlığı işte bu döngüsel hedeflerdendir. Ya bir takım kıyafetler kaldırılır başkaları çıkarılır. Ya kurutma, kaynatma, ezme, tuzlama işleri gündemimize girer. Takım tezgahın bakımı. Satın alma takvimi, alış veriş vakti. Eğer ziraatçi değil ama bahçenize ekip dikiyorsanız mahsul zamanı. Bunların hepsi bir yüklenme – bırakma, yani hazırlanma işidir. Birer döngüsel hedeftirler.
Burada da, zaman mekan ve hareket kavramlarına indirgeme yapabileceğiz. Günlük hedefler bahsinde temellendirmeyi “ilk soyut algılayış” üzerine yapmıştık. Döngüsellikte ise temele yerleşen “mülkiyet”, “sahip olma” kavrayışıdır. İçinde olduğumuz bilincine erdiğimiz dünyada etrafımızdaki olayların sıralanışını, farkedilebilir ayrılışını ve birinden diğerine geçişini gözlemlemek yanı sıra idrak ve katılışımız; en özde “sahip oluş” ve “sahip olduğumuzu korumak” arasına sığanlar bütünüdür. Değişme takvimine, yıpranma telef olma sürecine sığanlar yani. Yıl, mevsim gibi…
Her anlamda, maddî manevî biriktirdiklerimizin büyük bir kısmının yıl içinde yapageldiklerimiz toplamından olduğunu söyleyebiliriz buradan. Yani genellikle sakıncak şeylerimizin ve sunacak şeylerimizin meydana gelmeye başlayışı; “edinme” çağımızdan “adam olacak çocuk” çağımıza oradan “adam sınıfına girme” çağımıza kadar hep inşa halindedir. Bu yüzden yılın veya mevsimin olayları alışkanlık haline gelir. Bir önceki bölümde dile getirdiğimiz gibi burada yine, bir zorunluluk bir de seçimlik ayırımını yapabileceğiz. Yani, yılın mevsimin olaylarının çoğunluğu zarurîdir. Giderek zarurî olmayanların toplamı zaruret içerenlere eşitlenir. Zaruret içersin içermesin yıl yahut mevsim içinde oldurulacak, başlayıp bitecek kadar ömrü olup; “tekrarlı karakterde” toplanır olay ve durumlardır. Bunlar gün içine sığmazlar. Çünkü içerikleri ve özellikleri bunu dayatır. Zaten yılı, mevsimi kaplayan; bir diğer ifadeyle tekrarı süreç alan, takvimlik olaylardır bunlar. Takvimli oluşları dolayısıyla da onları sürelerine sığdırmak yaklaşımı işe yaramaz. Onlara yetişmekten bahsedebiliriz. Sığdırmaktan değil.
Tam burada bazı kararlar almış olmalıyız. Böylece takvime yetişebilmiş olacağız. Bu tür olayları, işleri yarım bırakmaklık yoktur. Ya yetişebilinmiştir ya yetişememişizdir. Hedef yetişmek yani. Yetişmek şartına bağlanacağız. Yüklenme – bırakma yani hazırlanma dediğimiz işler ise birer alt hedef oluyorlar bu halde. Yine aynı sonuca vardık: Döngüsel zorunlu ve döngüsel seçimlik ayırımı ile değilse bile sezişiyle takvime bağlanmış hedeflerimiz olacak.
Döngüsel Zorunlu Hedefler: Edin, muhafaza et, artır, kullan.
Döngüsel Seçimlik Hedefler: Aktar, geliştir, biriktir, kolaylaştır, güzelleştir.
Abartılı olmamıştır umarım. Hep kendine yontan, başkasıyla ilgilenmeyen birinin ilkelerini saymışız gibi de gelmesin. Şöyle soralım kendimize, “bizler dünyaya gelmeden önce mülkiyet, edinme diye bir şey var mıydı acaba?”. Burada zorunlu hedeflerdendir diye sıraladıklarımız, yıl ile mevsim ile zaten tekrar tekrar yüklenene – bırakılana, girene – çıkana kendini hazırlayan ve o yüklenen – bırakılan ile hazırlayan insanoğlunun tabiatından kaynaklanıyor. Bulduğunu yemez mesala insan. Yanında bulundurduğunu yer. Bulundurmak edinmek demektir. Edindiğimiz şeyler, ilkin, tabiatta temel kodlar halinde hazır duran, hazır olan enerjilerin çokluk olanlarından idi. Böğürtleni ele alalım. Öyle çoktur ki, böğürtleni meydana çıkaran enerjinin sonucu olan meyveyi bulundurmayla, toplamayla yetinebilir. Yine de insan bir kuşun böğürtlen yemesi gibi yemez onu. Yani kuş yiyeceği böğürtlenin başına gelir. Fakat insan yiyeceği böğürtleni toplar. Yani hasadını yapar. Şimdi üretmenin aşamalarını, üretme hacminin genişleme sebeplerini konuşmanın yeri değil. Yine de hatırlamamız gereken kadarını analım. Hani hüda nabit, kudretten yetişme deriz ya. Yani biz insanın hiç dahli olmaksızın meydana çıkan ürünlerin enerjilerini dönüştürürüz ve kendinden ortaya çıkmayan ürünleri hasıl ederiz. Mesela, böğürtlen şurubu yaparız. Odunu yakar ısınma sağlarız. Bu enerji dönüştürme gailesi en masumane izahla şundandır. Bir kere insanın bitirebileceği miktar ve bitirme süresi tabiattaki meydana gelme miktar ve hızından geri kalmaktadır. Yani erikler, insanın, o meyvenin vakti geçip gidene kadar yeyip bitirebileceğinden çoktur. Erik, erik haliyle kalmaya ise uzun süre dayanmaz. Haliyle o eriği değerlendirme dürtüsü uyanır insanda. Yani israfın, tabiatın israfının önüne geçmek dürtüsü. Hem bu dürtü hem insanın, öyle ki cemiyet olarak kalabalıklaşması gerekçesiyle meyvenin kullanılabilirlik süresini uzatmaya çare bulmak zorunluluğu duyması enerji dönüştürme gailesini getirmekte. Fakat, insan kendisini hem en iyi tanıyandır hem en kolay kandırabilendir. Biriktirmenin ve enerjiyi dönüştürmenin, isteklerimiz uyarınca yapıldığı gerçeği de yadsınamaz. Sahip olma hırsı ya da bir eser meydana çıkarma aşkı, merakı…
Kendini emniyete alma. Yapabilme, edebilme yetisini yüksek ve çeşitli tutmakla neslinin devamını sağlamaya hazırlanma. İşte “edinme” kavrayışının saikleri… Dedik ki, insan, insan olmaklığıyla yani bir kuş olmamaklığıyla; barınmasına, yemesine, korunmasına ilişkin hazırlık yapmaya şartlıdır. Bu sebeple edinir. Sonra kaygıları onu enerjiyi dönüştürmeye zorlar. Ve yetersizliklerinin ayırdındadır insan. Yetersizliklerini kapatan unsurlar kazanmak gerçeğiyle karşı karşıyadır. Bunu organize olarak geçerliliğe kavuştururken makine edinimiyle de kolaylaştırır, yeterlik gözetir.
Bütün şu söze kattığımız cihetleriyle, döngüsel hedeflere yönelim, esasta, insanın içinde bulunduğu ortama uymasıdır. Hem o ortamı kendisine uydurmasıdır. Bu gerçek. Bir işin takvimine yetişmek; o işin yılın, mevsimin, durumun neresine yerleşeceği bakımından geçerlik kazanır. Tabiatımız icabı, yiyeceğimizi ağzımıza götürmekliğimiz edinme işimizi belirliyor. Yiyeceğimizi kazanmamızın onu muhafaza etmemizin takvim içindeki yerini belirliyor. İkinci, üçüncü ve başka sıralardaki edinmelerimizi yine takvim belirliyor. Neslin, canın, ırzın, dinin aklın hem korunması hem artırılması. Bunlar da takvimle yerini buluyor, bir iş olarak. Bu işlerin yapılabilmesi ise edindiklerimizin kullanılacağı yeri belirliyor takvimi içinde.
Barınma işimiz için ya ağaç ya taş ya toprak kullanıyoruz. Onların kullanımı bakımından bir takvime bağlıyız. Eğer ağaçtan bir barınma yeri edineceksek ağaç gövdesinden suyun çekildiği takvimi kollayacağız. Taştan bir barınma yeri edineceksek o taşın ısındığı takvimi kollayacağız. Aksi halde hem taşı kırma işi hem taşı kırma yeri yerindelik ilkesine uygun düşmeyecek. Toprak için ise soğumasını… Et türü gıdalar için, hayvanın etini doldurma mevsimini, en az bir kere üremesi takvimini gözeteceğiz. Yoksa et kaynaklarını telef etmiş oluruz. Giyinme, örtünme için de böyle. Eşyalarımızın; bitki lifi, hayvan derisi, odun, vb.’lerinin işimize uygun hale getirilmesi takvimi var bir de. Hem kullanıma olgunlaştırılması var. Keza kullanma süreleri…
Sanki bin yılın kitabını okuyorsunuz şu anda. Burada bahsettiğimiz takvimi gözetmeksizin gıda temin ediyoruz bu çağda çünkü. Giyim için ve barınma için de böyle. Ayrıca gıda, giyim, barınma, vb. konular bu çağda kaç kişinin işi ki değil mi? Köylük yerde dahi böğürtlen suyu, hayvan eti, bitki lifi çıkarma işi kalktı. Bu işler sanayi komplekslerinde yapılıyor ve ne takvimi bekleniyor ne de bu ürünleri edinenler takvim gözetiyorlar. Ee kimin işini konuşuyoruz o halde de hangi çağın zamanı hem… İzahı şöyle. İnsanoğlunun şu hali, “yetişmek” değil “geçmek” hali ve iş yapmayıp “işte görünme hali”. Bu yüzden döngüselliğe mahal kalmadı. Bir durum var ve bu hep sabit. Aynıyla bir et çiftliği hayvanı durumu içinde insanlar. Tabiatıyla iki senede tutacağı eti altı ayda tutturma yarışına sokulu-çakılı durmakta 4,5 m²’lik planktonunda. Hiç yer değiştirmiyor. İşi yemek, yemek, yemek. Işık altında ayakta, ışık sönünce yatar vaziyette. Altı kuru tutuluyor. Yağıştan, soğuktan korunaklı. Güneşten korunaklı. Üç yeri var bütün altı aylık ömründe. Doğumhaneden et tutma yerine yürüme yolu, et tutma yeri, et edileceği yere yürüme yolu. İşini, niyesini ve neyi meydana getireceğini bilmeksizin yapıyor, yaşıyor. Çiftleşmiyorlar. Tüp bebek doğuruyorlar. Sperm sağlayıcılık yapıyorlar. Şırıngayı döllüyorlar, şırıngadan dölleniyorlar.
Kaba bir benzetme (mi) oldu (!?). Kendimize keyf bağışlamayalım, adil olalım, kayırmacılık etmeyelim. Gladyatörden farkı yok insanın şimdilerde. Toplamışlar bir siteye. Dövüşmeyi öğretiyorlar. Öncelik iş bu. Sonra arenada icra-i sanat arzediyorlar. İşlerinin başarı ölçütü, diğerlerini geçmek. Geçemeyen ölüyor. Yani ölümden hızlı olacaksın ki seni yakalayamasın. Başarmak eşittir, öldürmek demektir bu.
Sorunumuz vardı. Zaman kavramını alt üst ettiğimizi ifade ettik. Bu tanıma katıldığınızı beyan ettiniz, en azından tanımlamamızın nereye varacağına merak kesildiniz. Ve buraya kadar sohbet ettik. Dedik ki algımızın veyahut önemsemelerimizin zaman adlandırmasıyla ilişkisi var. Bu ilişki de hem mekan hem hareket ile kuruluyor. Cinsi ve ortamı onlar. Mekan ve hareket oluş-bozuluşun hem sahnesi hem rolü. Buna en kapsayıcı kelimeyle iş dedik. Yani yapmanın zamanı vardır. Çünkü, yapılanı algılamak önemsemek damarı çalışıyorsa zamanla eşleştirme doğuyor. Sonra, bir çıkış yolunu deneyelim bakalım demedik mi? Madem zamanla sorunumuz var o halde iş yapış tarzımıza eğilip çözüm arayalım. Anlaşmamız bu yönde idi.
Eskilerimiz bir takvime yetişirlerdi. Zira iş yapışları bir takvimle bağlantılıydı. Şimdi ise başı nere sonu nere hiç belirsiz bir “durumdan ibaret” bütün işlerimiz. Sürekli tokluk sağlayıcılar girse hayata ve sürekli uyanıklık yaşanabilir kılınsa günlük hedefler de çekilip gidecek dünyamızdan. Şimdilik durum o kadar vahim değil. Henüz, döngüselliği kalkmaya yüz tutmuş bir yaşayışla karşı karşıyayız. Başı sonu belirsiz durumdan ibaret yaşayış bütün toplum kesimlerinin şartları haline gelmemiş ise de başka şartlar, tarzlar içinde olan toplum kesimlerinin öykündüğünü görebiliyoruz. Kişinin kendine ait bir telefon numarası bildirememesi yadırganıyor. Bir, şehrin şu şebekesi aboneliği veya elektrik şirketine aboneliği olmayan ev düşünülemiyor. İşte şu durum, çığırdan çıkmışlık mıdır yahut başka nedir iyice incelemeye değerdir. Fakat biz burada, tablonun etkileri altında bir zaman algılaması inşa edebilir miyiz yönünde kafa yoruyoruz. Bu sebeple neredeyse terkedilmiş iş yapış tarzından, yani tabiatın ve fıtratımızın takviminden tesbitler yaparak şimdinin iş yapış tarzına ilişkin takvim çıkarımına çabalamayı önemsiyoruz.
Bir tesbite ulaşmıştık: Yetişmek, varmak yok artık; geçmek, önde olmak var şimdi diye. Bu, mahsurlar taşımakta aynı zamanda. Hem mahsurlardan uzak hem yeniden zaman algısını kazanmış olmak kavrayışını kazandıran iş yapış tarzı sahibi olmalıyız şu halde. Bütün soyut ele alışlarımızda gerçekle eşleştirme sağlamasını gözetiyoruz, gözetmeliyiz demiştik, hatırlayınız. Kılavuz edineceğimiz gerçeklememizde hataya yer bırakmadan şuna yönelebiliriz diyorum. Müsaadenizle: eskinin iş yapış tarzına dönmek kararını almak pek kolay değil. Belki bir musibete uğrasak, ihtimal, dönebiliriz. Fakat bunu kendi elimizle yapmak, gerçeklemenin hatası olur. Gerçek dışılık durumu kimsenin izaha güç yetiremeyeceği bir şey olduğuna göre; bir musibeti beklemek ya da musibeti getirmek akla aykırı. Hem eskiye dönmek halinde yani mahsulü tabiatın takvimine bırakmak halinde, dünya nüfusunun doyurulamayacağı aşikar. Şöyle yapabiliriz:
İlgi alanlarımızı genişletmeyi iş edinerek, bir yönümüze / yönelişimize çeşitlilik katmayı iş edinerek, heves ettiklerimizden eserler çıkararak “durumdan ibaret” iş yapış tarzını terk edip yeni iş yapış tarzı başlatabiliriz. Böylece durum donmuşluğu yüzünden kaybettiğimiz zaman algımıza; önemlilikler edinmekle doğurduğumuz gerçek ve geçerliklere eşleştireceğimiz oluş-bozuluş / hareket sahibi olabiliriz.
İyi de çelişme doğmadı mı? Hani çağın kodları hız, konfor, kolay, yeni, değişik, başka olanlardı ve takvime yetişememenin sebebi bu kodlara dayalı iş yapış tarzı idi. Bunlardı zaman algımızı yok eden. Şimdi, değişmelerimizi esasa alan iş edinimleri önermekle durumu hepten kötüleştirmiş olmaz mıyız? Hayır. Çünkü o kodların ürünlerinin dayatmasına karşılık, kendi tercihlerimizi egemen kılmaya yönelmeyi önemseyeceğiz. Böylece finansal organizasyonlardan doğan pazarlama-propagandaya hayatımıza girecekleri yerleri azaltabileceğiz. Onlara en iyi angaje olmayı; kaliteden, donanmışlıktan ve cesaret duyurucudan bilmeyeceğiz. Mahpusluğundan tahliye edeceğiz kendimizi. Eser arzeden olabileceğiz. Fiyat belirleyebileceğiz. Kimseye de dayatmayacağız. Bu güzel. Güzel olmaya, nasıl oldu da; iş görenler ve hatta iş sahipleri “bir durumdan ibaret” iş yapışa kapılıverdiler? Çünkü onlar “bir yere kapılanmayı”, “kapak atmayı”, “siparişin nereden geldiğine bakmamayı”, “nasıl olup da sipariş aldıklarını sorgulamamayı”, “üzümünü yeyip bağını sormamayı” adet edinmişlerdi. Bu adetle gözü gönlü körelmişlerin sorunu değil zaten şu zaman algısını kaybedip kaybetmemek. Onlar için ne “zaman yetirememe” ne “zamanı algılayamama” gündem değil. Hiperaktivite hastaları gibi bir ona sarılmak, bırakıp bir buna sarılmak gayet tabiilik. Onlar için bir şeye yetişmek, varmak hatta geçmek diye bir şey de yok. Öyle ki, teknoloji ürünleri satan organizasyonların çalışanları, bu ürünleri üreten işyerlerinin çalışanları için de durum bu. Onlar, bir akan bandın üzerinde gelen malzemeyi elle gözle izlemek çiftliğinin et biriktireni. Birinin es geçilmesinde mahsur yok, nasıl olsa arkasından bir tanesi daha gelmekte.
İlgi alanlarımızı genişletmekle, yönelişimiz içinde çeşitlilik bulundurmakla, heveslerimizden eserler çıkarmakla kuracağımız iş yapış tarzımız; her genişleyenle her çeşitlilikle her hevesten doğan eserlerle kendi takvimimizi kendimiz tesbit edecek ve o takvime yetişmek tabiatı kazanacağız. Zamanla “o işi yapmasam da geçim edebilirim” diyebilecek tahlil ve tercih yetkinliğine ulaşacağız. “Şuraya önerdiğim iş zamanı doğmuştun oğlum”, “şu şirkete iş yaptığım zaman gitmiştim Amerika’ya”, “şu projeye başladığımda 40 yaş merdivenine bastım”, vb. zaman eşleştirmeleri yerleşecek hayatımıza, dilimize, hatıralarımıza.
Satışçısınız diyelim. “Züccaciye sektörüne çalıştığımda” ya da “iletişim sektörüne çalıştığımda” dili kazanacaksınız. Proje doğurma mevsiminiz olacak. Patent almak hazırlanışı yer edecek yılınıza. Bu gidişle, kendi siparişiniz olan ayakkabı giyecek, proje yönetmenliğini sizin yaptığınız en azından koordinatörlüğünü sizin yaptığınız evde oturacaksınız. Kendi elektriğinizi, mazotunuzu kendiniz üreteceksiniz… Bu insanların çoğalmasıyla, her isteyen kendi frekansını bildirecek sorana, telefon numarası yerine kim bilir.
Zaman algımla, önemsemelerimle, iş yapışımla falan biriciklik sahibi olmak derdinde değilim diyenin zaman sorunu yoktur. Onun sorunu pazara dayatmada bulunan ürünün sürüm hızına koşuşturmakta beceri – beceriksizlik sorunudur. Bu sorun da iki türlüdür. Birincisi, çevresinin edinimleri onları hızlandırmış iken kendi edinimleri o hıza ulaşamıyordur. Yapması gereken de bir iş yerine kapak atıp böyle edindiği durumun kefaletiyle kolayca borçlanıp yeni eşya edinmek ve elindekini evvelde kendinden daha yavaş olanlara satmak. Tabi onların kefalet sağlayıcı duruma girememiş olması gerek. Sorunlarının ikinci türü ise hırsları ile ilgilidir. Hırsları dolayısıyla bir birim zamana çok kazanç getirici yollar aramaları dolayısıyladır. Daha başladıkları bir iş bitmeden başka alanlardan da olsa yeni meşguliyetlere girerler. Hadi bitmesini geçtik daha yoluna girmiş değilken elindeki işler onlara yenisini ekler. Bırakıp terkettikleri, bitirdiklerinden çoktur onların. Çünkü endeksleri işlerinin getirisidir. İşin yürümesini yahut işin ömrü kadar gidip sonra bitmesini gözetmezler. Maymun iştahlı avcı gibidirler. Bu yüzden ne bir şeye yetişirler ne de bir şeyi geçerler. Ama o kadar çok şeyi yapıyor, bitiriyor görünürler ki! Aslında durum sadece dostlar alış verişte görsün misalidir.
Yazan: Tahsin Yılmaz Kaynak: AKİS KİTAP