Cengiz Erengil
www.gencgelisim.com
Beyin ile ruhsal deneyimler arasındaki karşılıklı etkileşimleri anlamaya yardımcı olacak çeşitli dar sokaklar/geçitler vardır. Bunların bazıları şunlardır:
Beyin ve Ruhsal Deneyimler :
Sol – sağ beyin ikiliği,
Beynin işlevsel tabakaları,
Bir hemisfer / yarımküre köprüsü olarak kullanılan visual/görsel sistem,
Bilincin Evrimi / Algının eşzamanlı süreci,
Farkındalığın evrimi / Budist Psikolojinin Beş Skandha’sı.
SOL – SAĞ BEYİN İKİLİĞİ
Beyin, sağ yan ve sol yan olarak iki yarım küreye sahip olarak ele alınabilir. Birçok insanın ortak görüşüne göre, sol yan dil ile sağ yan ise görsel algı, imgelem ve duygularla bağlantılıdır. Beynin sol yanı, milyonlarca yıllık evrim sırasında dil üzerinde uzmanlaşmıştır ve başlangıçtaki bazı işlevleri şimdi sağ yanın işlevleri olmuştur. Beynin sağ yanının ya da ilk zamanlardaki yanının başlıca özellikleri holistik süreçler üzerindeki vurgulamasıdır. Yani, birçok deneyin ortaya koyduğu gibi, sol yanın ayrıntılarla ilgilenmesine bir üstünlük olarak sağ yanı, bağlam ile ilgilenir. Öz olarak, sağ beyin büyük resim ile ilgilenir. Buna karşıt bir şekilde, sol beyin ayrıntılarla ilgilenir. Resimlerin ya da imgelerin parçalarının bulunması çalışmalarında sol yan, resim detaylarının ölçüldüğü testlerde her zaman sağ yandan daha başarılı olur.
Beynin sol ve sağ yarımküreleri arasında birçok başka farklılıklar da vardır. Örneğin, sol yan, geçici ya da dünyevi süreçlerde hakim olan yandır. Bizim edimlerimizi zaman içinde yönlendirir ve düzenler. Sol yan, olumlu duygular ve ritm algısı ile daha fazla işbirliği yapar. Sağ yan, bir an içindeki dikkat ile, imgelerin görsel hareketiyle ve müziğin tanınmasını sağlayan melodi, ses perdesi, ses tonu ve armoninin algılanmasında söz sahibidir. Sağ yan olumsuz duygularla daha fazla ilgili olduğu gibi duyguların denetlenmesinde de yönetici konumundadır.
BEYNİN İŞLEVSEL TABAKALARI : ÜÇ KATLI BEYİN
Beyin, üç katlı olarak da ele alınabilir.
En ilkel seviye alttadır ve saldırganlık, sürü içgüdüsü, yeniden üretim ve temel metabolik süreçlerle ilgilidir. Evrim içinde bu bölüm, sürüngen, yılan gelişim seviyesidir. Sonraki alan, orta tabakadır. Orta kat aile içgüdüsü, oyun becerisi, acı ve haz yargısı ve duygular alanıdır. Evrim içinde bu bölüm, memeli hayvanların gelişim seviyesidir. Son tabaka, en üst kat, dil, kendilik duygusu olarak ego, başkalarının bakış açılarından bakabilme becerisi, başkalarının deneyimlerini anlama becerisi, düşünme ve plan yapma becerisi alanıdır. Evrim içinde bu bölüm, primatların yüksek seviyeleri olan şempazelerden insan düzeyine kadar ki gelişim seviyesidir.
BEYNİN İKİ YARIMKÜRESİNİ BİRLEŞTİREN VİSUAL/GÖRSEL SİSTEM
Üçüncü bir sistem, beynin sağ (eski) ve sol (yeni) yarım kürelerin ilişkisiyle, iki yanlı işlev gören bir görsel sistem olarak ele alınmasıdır.
Eski döneme ait görsel yan, hareketi tanır, renkleri iyi tanıyamaz ve görsel alanın periferisinden gelen dataları alır. Bazı ruhsal pratikler (Dzogchen’in “Büyük Gök” meditasyonu gibi) bu sistemi, zihnin birincil alanlarına derin bir şekilde inmekte kullanır.
Daha yakın zamana ait görsel işlev, ayrıntıların çözümlenmesidir. Gölge ve renklerin ince farklılıkların çözümlenmesidir. Gölge ve renklerin ince farklılıkları tanınır ve bir nesneye yönelerek üzerinde birden bire odaklanmaya hazırdır. Görsel meditasyonlar Yantra ya da Mandala olarak kullanılan bir sembol üzerine odaklanırken, doğrudan bu Yeni Sistemi temel alarak kullanırlar. Çünkü Görsel Sistem iki yarımküreyi bir köprü gibi birleştirmeye yönelir. Bu, Tantrik pratiklerde kullanılır ve Hikmet (sağ beyinin boşluk deneyimi, sol beyinin egosu ile kendini kimliklendirmeyen) ve Kutsamayı (sol beyinin derin yoğunlaşma/ konsantrasyon deneyimi) bütünleştirmeye yöneliktir.
FARKINDALIĞIN EVRİMİ : BUDİST PSİKOLOJİSİNİN BEŞ SKANDHA’SI
Binlerce yıl önce Budist öğretmenler farkındalığı, birbirini takip eden beş zihinsel işlemin terimleriyle açıklamışlardır. Çağdaş araştırmalar şimdilerde bu binlerce yıl önceki buluşları onaylama eğilimindedir.
İlk adım, tad ve ses gibi basit duyum nesneleriyle ilişkiye girmektir.
İkinci adım, bu başlangıç izlerinin, beynin orta katındaki duygusal merkezde kaydedilmesidir. Bu merkez, bir duyumsamanın haz verici ya da acı verici olduğuna karar verir.
Üçüncü adım, beynin en üst katında, temel duygusal sinyallerin üzerinde çağrışımsal düşünme edimidir. Duygusal sinyalleri kimliklendirir, tanımayı sağlar. Örneğin, şefkat dolu bir dokunuş, bir başka anı ile birleşir ve şu düşünce ortaya çıkar: “ Oh, ne güzel bir his bu. Bana çocukluğumda evimizin kapısında oturduğum günleri anımsattı.”
Dördüncü adım, kimliği belirlenen olgu üzerine zihinsel olarak özenli, dolu dolu düşünmektir. Bu düzey zihinsel refleksiyonu, planlamayı ve kişiliğin ifadesini içerir. Bu seviyede düşünceler duygularla birleşir, bir demet oluşturur ve kişisel kimlik damgasını belirler. Çoğumuz bu düzeyin, insan olmaktan ne anlaşılıyorsa onun iletişimini ve ifadesini sağladığına inanırız.
Beşinci adım, doğrudan farkındalıktır. Düşünceyle ilgili kendini düşünmeyi içermez. Bu düzey, Vipassana meditasyon geleneğinde Açık Farkındalık olarak isimlendirilen olguya benzerdir. İnsanın deneyim alanına giren her şeye yönelik bir farkındalıktır. Bu farkındalığın kendisini bildiği sübtil/latif bir duyum vardır. Bu ise egonun kendini bilme yolu olan düşünceler, duygular ve duyumlar demetinden farklıdır. Dahası, bu farkındalık kendisini sübtil enerjiler ve gerçekliğin daha derin seviyelerinin doğasının işbirliğiyle bilir.
BİLİNCİN EVRİMİ : ALGININ EŞ ZAMANLI SÜRECİ
Beynin işlevsel tabakalarının ve sol-sağ modellerinin birlikte alınması, bizi şimdi ele alacağımız taslağa ulaştırır. Bizim uzak atalarımız genellikle kesin bilme biçimlerini kullanıyorlardı. Hayatta kalma şanslarını arttırmak için içgüdüsel ve alışkanlığa dönüştürülmüş edim kalıplarını, davranış kalıplarını kullanıyorlardı. Edimler ve taklitçilik bu görevin başarısını sağlıyordu, hareketler tekrarlanıyor ve vurgulanıyordu. Bundan sonra, insanlar tedricen hayatta kalma temel konusundan, soyut toplumsal sorunlarla ilgilenebilecek aşamaya geçtiler. Bu geçiş, sol beyinin öne çıkmasına yol açtı. Sol beyinin becerileri dil ve uygarlığın gelişmesi için gerekli olan yakıtı sağladı. Olaylar ve sahneler temsil edilebiliyor, dil olarak ifade edilebiliyordu. İnsan türü olarak bugün bizler, düşüncelerimizin esiriyiz. Kültürlerimiz ve değerlerimiz, sol beyinin işlevlerinin bir yan ürünü olan kendi ya da ben çevresinde dönüyor. Ve sol beyin, düşüncelerin gürültüsüyle işliyor. İstenen ve istenmeyen düşünceleri ve fikirleri sürekli yaratıyor ve bunlarda kendilerine karşılık gelen duygulara ve duyumlara yol açıyor. İnsanın evriminin önceki safhalarında belki bu, hayatta kalmak için yararlı bir hüner olarak görülebilir. Bir kaplanın yaklaşması gibi çevre koşullarındaki değişikliklere karşı alarmda kalmayı kolaylaştırıyor olabilirdi.
Kendilik ya da ego, bu sonsuz düşünceler selinin kendini temsil etmesinin sonucudur. Kendilik duygumuz için yapılacak araştırmalar bizi düşünce, duygu ve duyum demetlerine, gruplarına götürecektir. Yani, ego, sol beyinin kendisi üzerine düşünme kabiliyetinin geçici bir etkisidir. Herhangi bir anda, ego, kendisiyle ilgili şimdiki ve önceki zihinsel, duygusal ve duyumsal verilerin bir birikimidir. Metaforik olaraksa herşeyi yolunda gittiğini bilme gereksinimi ile ego her zaman kendisine: Bununla ilgili olarak ben şunu düşünüyorum ve hissediyorum, demekte ve kendisini dinlemektedir. Sonraki an ise belirli duyguların ve düşüncelerin, bu söze karşılık vermek için doğallıkla ortaya çıkmasıdır. Ego bunları işitir ve hisseder, sonra şöyle der: “Oh, güzel, güzel, Ben halen buradayım ve her şey bir an öncesinin aynı.”
Bu demetin egoya geri dönüşü, bir grup deneyimle karışır. “Tamam, ben halen düşünüyorum, hissediyorum ve hareket ediyorum” sinyalleri egoyu sürdürür. Ego gerçekte sol beyinin suni bir ürünüdür.
Özetlersek, zihinsel işlev düşünceler üzerinde sürer gider. Normal olarak, bu düşünceler selinin kaotik doğası üzerinde çok az kontrolümüz vardır. Bununla ilgili olarak bizim öznel deneyimimiz filtrelenmiş ya da pürüzlerden temizlenmiş bir şeydir, dolayısıyla daha durağan bir zihinsel hal deneyimleriz. Fakat belirli bir seviyede bu gürültüler, bizim zihnimize dolar. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğu, açık bir sorudur. Fakat insan kültürünün tarih boyunca kayıtlanmış izleri bize ‘kişisel bilincin’ bu seviyenin üzerine çıkamadığını, ortalama olarak, kararsız ve zarar verici bir toplumsal seviye oluştuğunu gösteriyor. Bitmeyen savaşlar, cinayetler, sefalet ve yanlış anlamalar, bu olguya şahit olma mirasımızdır.
Beyin araştırmaları bize beynin iki yanının, ayrı bilinçlere sahip olduğunu gösterdi. İnsan evriminde bir sonraki adım, eski sağ beyin hikmetlerinin, bizim tümüyle sol beyin doygunu toplumumuzla bütünleştirilmesidir. Sol ve sağ beyin edimleri arasında gerçekleştirilecek böyle bir uyum, birey ve grup olarak gereksinimlerin karşılanmasına yönelik insan bakışaçısını dengeleyecektir. Metafizik çalışmalarda bundan bir sonraki adım tinin, beden, kalp ve zihin ile yeniden bütünlenmesidir.
Bir olgu olarak Budizm, normal yetişkin psikolojisinin ve davranışlarının, insan potansiyellerinin yalnızca bir kısmını doyurduğunu göstermiştir. Kişilik ve egonun sınırlılıklarının ötesine hareket etme kabiliyetine çok az rastlanmaktadır. Ortalama insanlar buna çok az teşebbüs etmektedirler. Yalnızca kısmen doyurulmuş bir yaşam sürmek yerine, kendini daha fazla gerçekleştirmiş bir yaşam için zorluklara katlanmak gerekir. Bu harikulade olgu, bilinçdışı koşulların gücü sayesinde ortaya çıkmaktadır. Bilinçdışı bizim tüm edimlerimiz için yön veren bir güçtür.
f. Bilinçdışı Zihin
Çağdaş akademik psikoloji iki farklı bellek ve edim tipi tanır:
Açık ve kesin (explicit),
Dolaylı ve örtülü (implicit).
Açık ve kesin olan etkinlikler bizim bilinçli olarak doğrudan deneyimlerimizdir. Buna karşıt olarak, dolaylı ve örtülü etkinlikler daha çok otomatik yaptığımız ve sıradan uyanık zihinle yapmadığımız etkinliklerimizdir. Popüler psikoloji bunu bir adım öne çıkartır ve yarı-otonom bilinçdışı zihnin, dolaylı ve örtülü insan davranışlarının çoğununun sorumlusu olduğunu söyler. Bu popüler kavramla uygunluk içindeki mistik öğretiler, bilinçdışı zihnin otonomisi üzerinde daha fazla vurgu yaptıkları için, onlardan ayrılırlar. Bununla birlikte her ikisi de bilinçdışı güçlerin denetlenmesini öğrenmenin büyük öneminin altını çizerler. Alışkanlıklar, dolaylı ve örtülü etkinlikler için en güzel örnektir. Alışkanlıkların, bir kişinin bu dünyadaki mutluluk şansını kolaylıkla yok edebileceklerini söylemek, abartı olmaz. Dolayısıyla, mistik öğretiler, pop psikoloji ile uyum içinde şunu söylerler: “Bir insanın yaşamındaki sonuçlarla ilgili sorumluluk, insanın kendi omuzlarındadır.” Düşüncelerimiz, sözlerimiz ve inançlarımız yaşamlarımızı biçimlendirir.
Tüm ruhsal geleneklerin başlangıç düzeyleri, öğrencinin düşünceleri ve inançları üzerinde yeniden çalışmaya yöneliktir. Kısacası, onların amacı kötü zihinsel alışkanlıkları örneğin öfke, korku, hırs ve sıkıntıyı kaldırmak, iyi zihinsel alışkanlıkları örneğin saygı, cesaret, denge ve kararlılığı yerleştirmektir. Tüm bu zihin halleri, tekrar tekrar yapılmanın gücüyle dolaylı ve örtülü zihne kazınmış alışkanlıklardır. Yani, bir şey tekrar tekrar ortaya çıkarsa, bizim doğamıza bir tohum gibi ekilir. Hepimizin bildiği gibi, bir kere alışkanlık oluştuğunda, onu değiştirmek için çok çalışmanız gerekir. Böyle bir değişimin anahtarı, alışkanlıkların, kişiliksiz olduklarını bilmektir. Yani, mekanik bir süreçle geliştirildikleri için, yine mekanik bir süreçle ortadan kaldırılabilir ya da yeniden yazılabilirler.
Bilinçdışı zihin ya da gerçekliğin en derin düzeyleri, seçim ya da tercih yapmazlar. Bu şu anlama gelir: Bizler, bireyler olarak, kendi mutluluğumuzdan ve başkalarının mutluluğundan sorumluyuz. Tüm mistik öğretiler bu olguya dikkatleri çeker. Hindu geleneği şöyle der: “Sizin çabalarınız %25, ruhsal öğretmeninizin sizin için gösterdiği çabalar %25 ve Tanrının lütfu (prasad) sizin için %50 oranında etki eder.” Bu klasik bir ruhsal tutumdur. Tanrısalın lütfu olmadan hiçbir şeyin olamayacağı kabul edilse de, olgun bir insan olarak sorumluluklarımızı üstlenmeliyiz.