KİŞİLİK ÖTESİ MODEL

0
901

Cengiz Erengil

www.gencgelisim.com

 

 

 

 

 

“Bizler ne düşünüyorsak oyuz.

Ne olduğumuz düşüncelerimizden ortaya çıkar.

Düşüncelerimizle dünyamızı kurarız.

İçsel konuşmalarımızla dünyamızı onaylarız.”

1969 yılında yayımlanmaya başlayan ‘Transpersonel Psychology’ (Kişilik Ötesi Psikoloji) dergisi, kendisini şu konularda yayın yapmakla tanımlıyordu : Kişilik ötesi süreç, değerler ve haller, bütünleşmiş bilinç, aşkın ihtiyaçlar, doruk deneyimler, vecd, mistik deneyim, varoluş, öz, mutluluk, huşu, merak, kendi kendini aşmak, kuramsal ve uygulamalı araştırmalar, deneysel çalışmalar, makale ve denemeler, meditasyon, ruhsal yönelimler, merhamet, kişilik ötesi ilişkiler, yaşayarak anlamak, gerçekleştirmek, etkinleşmiş…

Kaliforniya Üniversitesinde psikiyatri profesörü olan Roger N. Walsh ile Mill Valley’de klinik psikolog olarak çalışan psikoloji profesörü Frances Vaughan ‘Ego Ötesi’ adlı bir kitapta, kendi çalışmalarıyla birlikte birçok başka çalışmayı bir araya getirdiler. Doğu öğretilerindeki bilgi ve uygulamaları kullanarak bir ‘Kişilik Ötesi Model’ geliştirdiler. Böylece yalnızca hastalığın tedavisiyle uğraşmak yerine, bireylerin içlerindeki sevgi, mutluluk, huzur, sevinç gibi potansiyelleri açığa çıkarmalarına ve ‘aydınlanmış birey’, ‘yetkin birey’ ya da ‘kamil insan’ olmalarına yardımcı olacak bir model geliştirdiler. Sevgiyi, aşkı, mutluluğu, sevinci, huzuru doya doya yaşamak, kendi bencil egomuzun sınırlamalarından kurtulup, Bir ve Tek Olan Bilinç ile Külli akıl ile, Evrensel Daemon ile Evrensel Christ Bilinci ile bir olduğumuzu idrak ederek yaşamamız demektir. İsmail Emre’nin “Hiçbir arzum ve düşüncem yok, sırf hizmetçilik ve sevgi” sözü böyle bir ‘gerçekleştirme( realization) sonucu söylenmiş bir sözdür. Bu bir dönüşümdür.

Aşağıda ‘Kişilik Ötesi Model’ size sunulmaktadır. Umarız size yardımcı olur.

Kişi nedir? Tüm psikolojilerde karşımıza çıkan en temel soru budur. Farklı psikolojiler farklı bakış açılarına sahiptir ve farklı boyutlara vurgu yaparlar. Bunlardan yola çıkarak insan doğasının radikal bir şekilde farklı olan çeşitli görüntülerini inşa ederler. Çoğu zaman bu görüşler birbirlerine muhaliftir. Sanki karmaşık ve çok boyutlu olan bir bütünün parçalarını temsil ediyor gibi görünürler. Burada sunulan Kişilik Ötesi Modelin niyeti, diğerlerini olumsuzlamak değil, daha önceki psikoloji modelleri tarafından ele alınmamış çeşitli olguları, çeşitli sağlık düzeylerini ve bilinç hallerini de kapsayan daha geniş bir bağlam içine yerleştirmektir.

Bu modelin beş ana boyutu: Bilinç, Koşullanma, Kişilik, Kimlik/Özdeşleşme ve Kimlik/Özdeşleşmenin Ötesi’dir. Bu başlıkları kullanarak bir kişilik ötesi psikolojinin temel savları olarak görülen düşünceleri özetleyeceğiz.

a. Bilinç

Bu kişilik ötesi model bilinci tüm deneyimlerin temelini ve bağlamını sağlayan merkezi bir boyut olarak ele alır. Geleneksel batılı psikolojiler bilinçle ilgili olarak farklı duruşlar almışlardır. Bu farklı duruşlar, nesnel olarak araştırmanın zorluğundan dolayı bilinci gözardı eden davranışcılıktan, deneyimin bağlamı olarak bilincin kendisinden çok bilincin içeriklerine (konu/nesnelerine) daha fazla önem veren psikodinamik ve insancıl yaklaşımlara kadar uzanır.

Kişilik ötesi bir model, bizim her zamanki bilincimizi savunmacı bir biçimde kasılmış olarak görür. Bu alışılmış hal bizim ihtiyaçlarımızla ve savunmalarımızla uyum içinde ve büyük ölçüde kontrol dışı olan düşüncelerin ve fantazilerin süregiden akışının doldurduğu önemli ve tanınmayan bir genişliğe sahiptir. Ram Dass’ın sözcükleriyle “Bizler kendi zihinlerimizin tutsaklarıyız. Bunu anlamak, özgürlük yolculuğumuzun ilk adımıdır.

Optimum bilinç önemli ölçüde büyük ve her zaman ulaşılabilir olarak görülür. Ancak bunun için savunmacı kasılmanın serbest bırakılması gerekir. Gelişme hakkındaki temel görüş, bu savunmacı kasılmanın ortadan kalkmasını sağlamak (letting go), zihni sakinleştirme ve algısal çarpıtmayı azaltma yoluyla her zaman var olan potansiyelin tanınmasının önündeki engellerin ortadan kaldırılması gerektiğidir:

Birçok gerçekleştirmelerin / anlayışların anahtarını veren temel görev, zihnin sessizliğidir. Aslında her çeşit keşifler, zihinsel makinenin işlemesi durduğu anlarda yapılmıştır. Eğer düşünme gücü harikulade bir hediye ise, düşünmeme gücü ondan daha fazla harikuladedir.

Kişilik ötesi bakış açısı, farklı bilinç hallerinin geniş bir spektrumunu kapsar. Bunların bir kısmı potansiyel olarak yararlı ve işlevsel olarak özeldir.Sıradan hallerde sahip olmadığımız bazı işlevlere sahiptir. Bunların bir kısmı hakikaten yüksek hallerdir. Yüksek sözcüğü burada, daha alt hallerdeki nitelikleri ve potansiyelleri kapsamanın yanında onlara ek bazı niteliklere ve potansiyellere sahip olmak, anlamında kullanılmıştır. Dahası, çeşitli kültürlerin ve gelişim disiplinlerinin edebi yazılarında, bu yüksek hallere ilişkin satırlar yer almaktadır. Öte yandan geleneksel Batılı görüş, uyanıklık, rüya görme, sarhoşluk ve delilik gibi sınırlı sayıda bilinç halini kabul etmektedir. Bunların dışında kalan tüm farklı bilinç halleri zararlı görülmekte ve normallik en son düzey olarak kabul edilmektedir.

Kendi sıradan, her zamanki halimize, daha geniş bir bağlamdan baktığımızda, beklemediğimiz durumlarla karşılaşabiliriz. Geleneksel model psikozu gerçekliğin çarpıtılmış algısı olarak tanımlar. Bu çarpıtılmış algı, çarpıtmayı tanımamaktadır. Çoklu hallerin bakış açısından baktığımızda, kendi sıradan hallerimizin bu tanıma uyduğunu görürüz. Hallerimiz en son halin altındadır, gerçekliğin çarpıtılmış bir algısını vermektedir, bu çarpıtmayı tanımayı başaramamaktadır. Aslında bilincin herhangi bir hali zorunlu olarak sınırlı ve yalnızca göreceli olarak gerçektir. Dolayısıyla daha geniş bir bakış açısından bakıldığında psikoz, bağlanmak ya da tek bir bilinç halinin tuzağına yakalanmak olarak tanımlanabilir.

Her bilinç hali kendi gerçeklik resmini oluşturduğundan, bizim bildiğimiz gerçeklik yalnızca göreceli olarak gerçektir. Onu bilmemizin tek yolu da budur. Başka bir deyişle, psikoz tek bir gerçekliğe bağlanmaktır (attachment). Ram Dass’ın deyişiyle:

“Bizler gerçek diye adlandırdığımız bir varoluş düzleminde büyürüz. Bu gerçekliği tümüyle saltık bir gerçeklik olarak kimliklendiririz ve bununla tutarlı olmayan deneyimleri hesaba katmayız… Einstein’in fizik alanında kanıtladığı şey, tüm gerçekliğin göreceli olduğu ve bunun evrenin tüm diğer alanları için de doğru olduğudur. Her gerçeklik ancak verili sınırlar içinde hakikidir. Şeylerin yalnızca bir tek olma olanağı vardır, oysa ki gerçekliğin birçok yorumu vardır. Herhangi bir gerçeklikten uyanmak onun göreceli bir gerçeklik olduğunu tanımak demektir.

Bu nedenle, algıladığımız gerçeklik, bizim bilinç halimizi yansıtır. Kendimizi keşfetmeden, gerçekliği asla keşfedemeyiz. Çünkü bizler hem gerçeğiz hem de keşfetmeye çalıştığımız gerçekliği yaratırız.


b. Koşullanma

Koşullanmayla ilgili olarak kişilik ötesi bakış açısı, insanların beklediklerinden daha büyük ölçüde kendi koşullanmalarının tuzağına yakalandıklarını ve bu koşullanmadan özgürleşmenin olanaklı olduğunu kabul eder. Kişilik ötesi psikolojinin temel amacı farkındalığı zihnin bu koşullu diktatörlüğünden kurtarmaktır. Bu konu kimlik bölümünde daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Doğu disiplinlerinin ayrıntılı olarak inceledikleri koşullanma biçimlerinden birisi bağlanmadır. Bağlanma arzu ile yakından ilişkilidir ve bu arzunun doyurulmaması acıyla sonuçlanır. Dolayısıyla bağlanma, acının oluşmasında merkezi bir rol oynar. Bağlanmadan kurtulmak acının durdurulmasında temel faktördür.

Ne zaman bağlanma olsa

Onunla birlikte

Sonsuz ızdırap da gelir.

Ne zaman bağlanma içindeysek

Tutsağız demektir.

Birisinin tutsak olması,

Kendisinden daha güçlü bir şeyin

Varolduğunu gösterir.

Bağlanma olgusu dışsal nesneler ve kişilerle sınırlı değildir. Sahip olunun maddesel eşyalara, özel ilişkilere ve süregiden yaşam biçimine bağlanmanın tanıdık biçimleri yanında, özel bir kendilik imgesine (self-image, öz imaj), bir davranış biçimine veya psikolojik bir sürece bağlanmak da söz konusu olabilir. Bilinç disiplinlerinde altı çizilen en güçlü bağlanmalar arasında acı çekmeye ve değersizlik duygusuna bağlanmak ta vardır. Bizler kimliğimizin rollerimizden, sorunlarımızdan, ilişkilerimizden, bilincimizin içeriklerinden kaynaklandığına inandığımız sürece, kişisel sürekliliğimizin zarar görmesinden duyduğumuz korku, bağlanmamızı güçlendirir. Eğer tüm bağlarımdan kurtulursam, kim ve ne olurum ben?

c. Kişilik

Kişilik konusu, önceki psikolojilerde merkezi bir konumda olmuştur. Gerçekten de birçok psikolojik kuram insanın kendi kişiliği neyse o olduğunu kabul eder. Psikolojik sağlık ve refah üzerine yazılmış kitaplara verilen en genel başlık, Sağlıklı Kişilik’tir. Psikolojik sağlık konusu öncelikle kişilikte gerçekleştirilecek değişimleri kapsayacak şekilde ele alınmıştır. Kişilik ötesi bakış açısından bakıldığında, kişiliğe göreceli olarak daha az önem verilir. Kişilik, varlığın görünen yanlarından yalnızca birisi olarak ele alınır ve bireyin onunla özdeşleşebileceği ama bunun zorunlu olmadığı belirtilir. Psikolojik sağlık, kişiliğin değiştirilmesinden çok, kişilikle birebir özdeşleşmekten uzaklaşmayı kapsar.

Her kişinin kendisiyle ilgili anlattığı kişisel drama ya da hikaye de farklı bir bakış açısından değerlendirilir. Kişisel dramalar gereksiz lükslerdir ve kişinin tümüyle işlev görmesine müdahale etmektedir. Onlar bizim duygusal yükümüzün (klesha) bir bölümüdür. Kişinin kendi kişisel dramasından ve başkalarının kişisel dramalarından bir ölçüde bağımsızlaşması (detachment) ya da kendisini onunla kimliklendirmekten uzaklaşması (disidentification) genellikle yararlı olmaktadır.”

d. Kimlik ve Özdeşleşme

Kimlik önemli bir kavram olarak görülür ve kavramsal olarak geleneksel Batılı sınırların ötesine uzanır. Geleneksel psikolojiler kimlik konusunda, dışsal nesnelerle özdeşleşme olgusunu tanımışlar ve bu olguyu bireyin bir başka şeye ya da kişiye benzediği ya da kendisini onun gibi hissettiği bilinçdışı bir süreç olarak tanımlamışlardır. Kişilik ötesi ve Doğulu psikolojiler, dışsal özdeşleşmeleri tanısalar da, içsel olgu ve süreçlere daha fazla önem vermişlerdir. Burada özdeşleşme kavramı, kişinin bir şeyi kendisi olarak deneyimlediği bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Dahası, böyle bir özdeşleşme, çeşitli psikologlar, terapistler ve davranışçı bilim adamları tarafından tanınmamaktadır. Çünkü onlar da bu sorunun içine karışmış durumdalar. Kendilerini öylesine özdeşleştirmişler ki, soru dahi sormuyorlar. Değer verilen özdeşleşmeler tanınmadan varlıklarını sürdürüyorlar, çünkü sorgulanmıyorlar. Yapılacak böyle bir sorgulama, gerçekten dirençle karşılaşır.

Zamanından önce uyanma teşebbüsleri genellikle cezalandırılır. Özellikle de bizi en çok sevenler tarafından. Çünkü onlar uykudadır. Uyanan ya da gerçek olarak kabul edilen bir şeyin aslında bir düş olduğunu anlayan herhangi birisinin, delirmeye başladığını düşünürler.

Özdeşleşmekten kurtulma sürecinin çeşitli belirtileri vardır. Farkındalığın, zihinsel içerik ile kendisini özdeşleştirmesi, bu içeriği içeren daha geniş bir bilinç bağlamının bireysel bilinçdışını oluşturur. Farkındalık kendisini bir zihinsel içerik ile kimliklendirdiğinde, bu zihinsel içerik, tüm diğer zihinsel kapsamın ve deneyimlerin görülmesini belirleyen bağlam haline gelir. İçerik, bağlam olur ve diğer içerikleri yorumlar. Anlamı, algıyı, inancı, motivasyonu ve davranışları belirler. Her şey bu bağlamla tutarlı olacak ve onu güçlendirecek şekilde yapılır. Dahası, bu bağlam, psikolojik süreçlerin hareketinin içine yerleşerek, kendisini daha da güçlendirir.

Örneğin, eğer “Ben korkuyorum” düşüncesi oluşursa ve bu düşünce gözlemlenirse ve ne olduğu görülürse, örneğin başka bir düşünceden kaynaklandığı görülürse, etkisi azalır. Tersine, eğer “Ben korkuyorum” düşüncesiyle özdeşleşilirse, o andaki gerçeklik şu olur: bu birey telaşa kapılır, kendisine korku dolu bir düşünceler ve duygular serisi yaratır, kendisini onlarla özdeşleştirir. Tanımlanmamış çeşitli duyguları korku olarak yorumlar. Dünyayı korkunç bir yer olarak algılar. Davranışları korku dolu bir biçimde belirlenir.

Bundan dolayı, özdeşleşme kendisini kendisi güçlendiren bir hareketin içine yerleşir. Bu kendisini önceden belirleyen süreç içinde deneyimler ve psikolojik süreçler, özdeşleşilen şeyin gerçekliğini onaylar. “Ben korkuyorum” düşüncesi ile özdeşleşen kişi için herşey, onun korkusunun gerçekliğini ve geçerliliğini ispatlar gözükür Özdeşleşme ile birlikte kişinin bu algısının “Ben korkuyorum” düşüncesinden kaynaklandığının farkında olmadığını unutmayalım. Bu düşünce artık görülebilir bir şey değildir. Herşeyin görüldüğü ve yorumlandığı bir yerdir. Aşkın ve duruşsuz (positionless) farkındalık, şimdi, dünyaya yalnız kendini geçerli sayan bir bakış açısından bakmakla sınırlanmıştır. Bu ise daha önce anlatılan modellerde işleyen sürecin aynıdır.

Kendimizi özdeşleştirdiğimiz herşey bize hakim olur. Özdeşleşmediğimiz her şeye de biz hakim olabiliriz ve onları kontrol edebiliriz. Bir nesneyle özdeşleştiğimiz sürece bu bir bağdır.

Düşünceler ve inançlar, bilincin özdeşleşmeci yapısını sürdüren ve kendimiz olduğumuza inandığımız sınırlı modellere göre davranışlarımızı belirleyen işlemcilerdir. Gelişmek için özdeşleşmeye açık olmalıdırlar. Diğer yandan inançlar, hayatta kalmak ve en verimli şekilde işlev görmek için, kim ve ne olmamız gerektiğiyle ilgili olarak stratejik ve savunmacı kararlar almamızı da sağlarlar.

Zihinlerimizin genellikle özdeşleştiğimiz düşüncelerle dolu olduğu anımsanacak olursa, bizim sıradan bilinç halimizin, hipnoz hali olduğu açıkça ortadadır. Herhangi bir hipnoz halindeyken transın, farkındalık daralmasının ya da hipnozdan önceki kimlik duygusunun tanınmasına gerek duyulmaz. Transtayken, kim olduğumuzu düşündüğümüz şeyler, kendileriyle özdeşleştiğimiz düşüncelerdir. Başka bir deyişle, kendileriyle özdeşleşmekten kurtulamadığımız düşünceler, bizim bilinç halimizi, kimliğimizi ve gerçekliğimizi yaratırlar.

Zihnimizin içerikleri bireylere ve kültürlere göre farklılık gösterse bile, bizim sıradan halimizin hipnotik doğasını oluşturan genel mekanizmalar hepimizde benzerdir. Kültürlerin içinde genel inançlar ve gerçeklikler güçlü bir şekilde kök salar ve paylaşılırlar.

Neyin bilinçdışı ve neyin bilinçli olduğu, toplumun yapısına ve toplumun ürettiği duygu ve düşünce kalıplarına bağlıdır. Toplumun etkisi yalnızca bilincimize kurgular akıtmakla kalmaz, gerçekliğin farkındalığını da önler, bir peçe gibi öter. Her toplum kendi farkındalık biçimlerini oluşturur. Bu sistem toplumsal olarak koşullanmış bir filtre gibi çalışır. Deneyim, bu filtreden geçmeden farkındalığa ulaşamaz.”

Bu bakış açısından, farkındalık bir düşünceyle özdeşleştiğinde ego ortaya çıkmaktadır. Özdeşleştiğimiz bir dizi düşünceyi temsil eden bu ego, temelde sınırlı farkındalığın ürettiği bir yanılsamadır. Hem kişisel bulanıklıklar ve hem de bizim Batılı psikolojilerimiz için, bu yanılsama üzerine yapılan çalışmalar çok önemlidir.

e. Kimlik ve Özdeşleşmenin Ötesi

Uyanma görevi genelde zihin içeriklerinden ve özelde düşüncelerden kademeli olarak sıyrılmak, onlarla özdeşleşmekten kurtulmak şeklinde değerlendirilebilir. Öğrencilerin tüm zihinsel içeriklerini hızlı ve doğru bir şekilde gözlemleyip belirlemeleri üzerine eğitildikleri sezgi meditasyonu (vipassana) uygulamalarında bu açıkça ortaya konmuştur. Algının temizlenmesinin çoğu insan için uzun süren ve zorluklar içeren bu süreci, daha sübtil/ince özdeşleşmelerin soğan kabukları gibi farkındalıktan soyulmasıyla sonuçlanmaktadır.

Sonunda farkındalık artık hiçbir şeyle özdeşleşmez olur. Bilinçte gerçekleşen bu radikal ve kalıcı değişiklik, aydınlanma ya da özgürleşme gibi çeşitli isimlerle adlandırılır. Artık herhangi bir şeyle özdeşleşmek söz konusu olmadığından, ben ve ben olmayan ikiliği de aşılır. Böyle kişiler kendilerini hiçbirşey ve herşey olarak deneyimler. Onlar hem saf farkındalık (hiçbirşey) ve hem de tüm evren, herşeydirler. Hem mekansızdırlar ve hem de tüm mekanlardadırlar, hem hiçbir yerde hem de heryerdedirler, uzayı ve durumsallığı aşan deneyimler yaşarlar.

Benzer bir aşkınlık, zaman için de söz konusudur. Zihin sürekli bir akış halindedir. Meditasyon gibi uygulamalarda, algısal eğitimle en duyarlı algı düzeylerine ulaşılabilir. Tüm zihin ve tüm fenomenal evren sürekli bir hareket ve değişim olarak görülebilir. Her farkındalık nesnesi, saniyenin çok küçük bir diliminde boşluktan farkındalığa çıkar ve tekrar ortadan kaybolur. Budistlerin geçicilik (impermanence) öğretisinin temel görüşü budur. Herşey değişir, hiçbir şey aynı kalmaz. Bu anlayış / gerçekleştirme, gelişmiş meditasyon uygulayıcılarının, tüm zihinsel süreçleri aşıp, değişimsiz, koşulsuz nirvana haline ulaşmaları için onları motive eden bir güçtür.

Saf farkındalığın bu son halinde, artık zihinle özdeşleşme söz konusu olmadığından, değişimle özdeşleşme duygusu da yoktur. Zaman, değişimin bir işlevi olduğundan, bu en son farkındalık hali, zamanın dışına çıkmakla ya da onu aşmakla sonuçlanır. Sonsuzluk olarak deneyimlenir, Değişmeyen Şimdi’nin deneyimidir. Bu bakış açısından bakıldığında, zaman, özdeşleşmenin yanılsamalı bir ürünü olarak algılanır.

Zihinsel içerikler ve süreçler büyük ölçüde koşullanmanın bir sonucudurlar. Hem Batılı hem de Batılı olmayan psikolojilerin tanıdığı, kabul ettiği bir olgudur bu. Zihinsel içeriklerle özdeşleşmek, koşullanma tarafından kontrol edilen bir kendiliğin deneyimiyle sonuçlanır. Özdeşleşme aşıldığında, koşullanmanın etkileri ortadan kalkar. Koşullu düşünceler ve duygular yine zihinden geçmeyi sürdürseler de, onlarla özdeşleşmediği için farkındalık koşulsuz olarak deneyimlenir.

Koşulsuz saf farkındalığın deneyimi kutsama doludur. Hindu geleneğinde sat – chit – ananda olarak tanımlanır : farkındalık (awareness) – varlık (being) – kutsama (bliss). Acı veren düşünce ve duygularla özdeşleşme olmadığında, acı deneyimi de olmaz. Dolayısıyla bu bakış açısından acının nedeni özdeşleşmedir.

Bilinçdışının çarpıtmalarından, sınırlayıcı özdeşleşmelerden ve zihin içeriklerinden özgürleşen farkındalık, şimdi açık seçik algılamaya ulaşmıştır. Tibet Budizm’inde buna “kristal ayna” denilir. Çünkü artık gerçekliğin açık ve doğru yansımasına ulaşmıştır. Özdeşleşme olmadığı için, ayna ve algıladığı, özne ve nesne, bir ve aynı şey olarak algılanır. Farkındalık şimdi kendisini az önce gözlemlediği şey olarak algılar. Çünkü daha önce özdeşleşmenin yanılsamalı ürünü olan gözlemci ya da ego, artık ayrı bir varlık olarak deneyimlenmez.

Bu haldeki kişi, kendisini saf farkındalık, ‘herşeyle bir’ ama aynı zamanda ‘hiçbir şey’ olarak deneyimlediğinden, kendini diğer insanlarla aynı olarak görür. Bu farkındalık halinde mistiklerin “bizler biriz” sözü, yaşanan kusursuz deneyimi ifade eder. Kişi kendini tüm varolanlarla bir gördüğünde, ötekilere zarar verme düşüncesi anlamlı olmaz. Böyle düşüncelerin bu haldeki kişilerin aklının ucundan bile geçmediği söylenir. Bu halin başkalarına yönelik doğal ifadeleri sevgi ve şefkattir.

Bu halin deneyiminin tanımları, bunların ancak ‘zirve deneyimlerin’ aşkın sezgi anlarında bilinebildiğini göstermektedir. Bu nedenle anlayış kapasitemiz, haller arası iletişimin sınırları ve doğrudan deneyimin eksikliği tarafından daraltılmıştır. Bu hallerle ilgili açıklamaların insanlar için kısmen anlaşılmaz ve geleneksel psikolojinin bakış açısından da yorumlanamaz olduğu ortadadır. Bu yüzden bu tür olguları yüzeysel şekilde anlamsız, hatta patolojik diye gözardı etmek kolaylaşmaktadır. Önde gelen bir takım Batılı psikoloji uzmanlarının düştüğü hata budur. Öte yandan kişilik ötesi model, ilk kez dinsel deneyimleri ve disiplinleri anlamak için yetkin bir psikolojik bakış açısı sağlamaya yönelik çaba göstermektedir.

Aydınlanma diye bilinen bilinç halinin içinde olan insanlar, kendilerini saf farkındalık, herşey ve hiçbirşey, tüm evren, koşulsuz, değişmeyen, sonsuz ve başkalarıyla bir olarak hissettikleri gibi, Tanrı’yla bir olarak da hissederler. Tanrı’yı dışarıda olan bir kimse ya da varlık olarak görmezler. O, tüm varlıkların doğrudan deneyimini temsil eder. İnsan ruhunun en derinliklerinde tüm sınırlayıcı özdeşleşmelerden sıyrılınca, farkındalık kendini uzay ve zamanın sınırlarının ötesinde tanımlamak ve bunu doğrudan duyumsamak için sınır tanımaz. Buna insanlar geleneksel olarak Tanrı adını vermişlerdir.

Psikolojik sağlığın en üst düzeylerinde kişilik ötesi model, hem modellerin hem de kişiselliğin ötesinde yaratan bir şeye, yalnızca işaret edebilir.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız