DUYGUSAL ZEKÂ, EGO VE SEVGİ

0
919

Cengiz Erengil

www.gencgelisim.com

Duygusal Zekâ üzerine üç konferans:

Konferans Notları. 1

” Sağduyuya (common sense) verilmiş yeni bir isim Duygusal Zekâ (Emotional Intelligence). Daniel Goleman’ın bu isimle yayınlanan kitabında şu beş noktanın üzerinde duruluyor:

1. Kendinin Farkındalığı (Self Awareness): Kendinin farkında olmalısın ki Değişebilesin!

2. Kendini Kontrol etme ya da Özdenetim. (Self Control).

3. Kendini Yönlendirme ve Motivasyon. (Self Direction, Motivation). Amacınızı belirlemelisiniz ki, ne yapacağınızı tasarlayabilesiniz.

4. Empati (Emphaty). İnsanların duygularını doğru hissedebilmelisiniz. Eğer satıcıysanız, kendinizi müşterilerinizin yerine koyabiliyor musunuz?

5. Toplumsal Beceriler (Social Skills). İnsanları eleştiriyor musunuz yoksa onları överek ilerlemelerine destek mi oluyorsunuz?

Duygusal Zekâ

Salovey, Gardner’ın Kişisel Zekâ yetenekleri kavramını da kendi temel Duygusal Zekâ tanımının içine katarak, bu yetenekleri beş ana başlık altında toplamaktadır:

1- Kendinin Farkındalığı ya da Özbilinç.(Self Awareness)

Kendini tanımak, bir duyguyu oluşurken farkedebilmek Duygusal Zekâ’nın temelidir. Duyguların her an farkında olma yeteneği, psikolojik sezgi ve kendini anlamak bakımından şarttır. Gerçek duygularımızı fark edememek bizi onların insafına bırakır. Duygularını tanıyan kişiler yaşamlarını daha iyi yönetirler. Kiminle evleneceklerinden, hangi işe gireceklerine kadar kişisel karar gerektiren konularda ne düşündüklerinden emindirler.

2- Kendini Kontrol, Özdenetim, Duyguları Yönetebilmek.(Self Control)

Duyguları uygun bir biçimde yönetebilme yeteneği, kendinin farkındalığı temeli üzerinde gelişir. Kendini yatıştırma, yoğun kaygılardan, karamsarlıklardan ve alınganlıklarda kurtulma yeteneğidir. Temel duygusal beceridir. Bu yeteneği zayıf olan kişiler yaşamlarında sürekli olarak huzursuzluk ile mücadele ederler. Bu yeteneği güçlü olan kişiler ise yaşamın tatsız sürprizleri ve terslikleri ile karşılaştıklarında kendileini daha kolay toparlayabilirler.

3- Kendini Harekete Geçirmek, Motive Etmek. (Self Direction, Motivation)

Duyguları bir amaç doğrultusunda toparlayabilmek, dikkat edebilmek, kendini harekete geçirebilmek, kendine hakim olabilmek ve yaratıcılık için gereklidir. Doyumu erteleyebilmek ve fevri davranışları zaptedebilmek gibi duygusal özdenetim, her başarının altında yatan özelliktir. Tıkanıp kalmamak ve akış halinde olmak her türlü yüksek performansı mümkün kılar. Bu beceriye sahip kişiler, yaptıkları her işte daha üretken ve daha etkili olurlar.

4- Başkalarının Duygularını Anlamak. (Empathy)

Duygusal farkındalık temeli üzerinde gelişen diğer bir yetenek empatidir. İnsanlarla ilişki kurmada temel bir beceridir. Hayırseverlik hislerini canlandırır. Başkalarının ihtiyaçlarına karşı daha duyarlıdır. Bu yetenek insanları öğretmenlik, satıcılık ve idarecilik gibi mesleklerde başarılı kılar.

5- Sosyal Beceriler ve İlişkileri Yürütebilmek. (Social Skills)

İlişki sanatı büyük ölçüde başkalarının duygularını yönetebilme becerisidir. Sosyal yeterlilik için gereklidir. Popüler olmak, liderlik, kişilerarası etkililik konularında başarılı olmanın altında yatan unsurlardan biridir. Bu unsurlara sahip olanlar, insanlarla sürtüşmesiz bir etkileşim sürdürmeye dayalı her alanda başarılı olurlar. Parlak bir sosyal yaşam sürdürürler.

Güney Methodist Üniversitesi’nden James Pennebaker’ın bir dizi deney sonucu, insanları kafalarını en fazla meşgul eden düşünceler konusunda konuşturabilmenin, genelde olumlu bir tıbbi etkisi olduğunu göstermesi, Robin’in öğüdünü bilimsel açıdan desteklemektedir. Pennebaker’ın kullandığı yöntem son derece basittir:

İnsanlardan beş günlük bir süre boyunca, günde 15-20 dakika tüm hayatlarının en sarsıcı deneyimi ya da o andaki en büyük endişe kaynakları hakkında bir şeyler yazmalarını istemektedir. İstedikleri takdirde yazdıkları saklı kalmaktadır.

Bu itirafların etkisi oldukça çarpıcıdır. Bağışıklık işlevinin güçlenmesi, sonraki altı ay içinde sağlık merkezi vizitelerinde gözle görülür bir düşüş, işteki devamsızlığın azalması ve karaciğer enzim fonksiyonunun iyileşmesi. En çalkantılı duygularından söz edenlerin bağışıklık sistemlerinde en fazla iyileşme görülmüştür. Sıkıntılı hisleri açığa çıkarmanın en sağlıklı yolu olarak belirli bir model de ortaya çıkmıştır. Önce yüksek düzeyde üzüntü, kaygı, öfke gibi duyguların dışa vurulması; ardından birkaç gün boyunca geçirilen sarsıntıya anlam yükleyen bir anlatının kurgulanması.

Nasıl Duygusal Zeki insan olunur? Bu soru bağlamında ego ve duyguları ele

almalıyız:

1. Benlik ya da Ego nedir? Ego, bizlere nasıl bu kadar çok oyun oynayabiliyor? Nasıl bizi ‘zeki olmayan’ yapabiliyor? Egoyu parçalara ayırıp bakmalıyız. Utangaçlık bile egodandır. Farklı negatif davranışlar vardır.

2. Duygular (emotion) ile hisler (feelings) arasındaki fark nedir? Sevgi duygu mudur yoksa his midir? Mutluluk duygu mudur yoksa his midir? Kendi vahşi duygularımızı (wild emotions) nasıl kontrol altına alabiliriz?

Benlik ya da ego nasıl tanımlanabilir?

Ego olmayan bir yere gitmiş olsaydınız, egoyu tanıtmak için hangi cümleyi seçerdiniz? Davranışlarımız ego tarafından belirlenir, genellikle. Ego için şu tanımı yapabiliriz: “Benlik ya da ego, benim, kendim hakkında yanlış bir imgeye ya da

inanca bağlanmamdır.” (Ego is attachment to a wrong image or belief about myself.)

Kimlik Nedir?

Eğer ben ‘gerçekten kim olduğumu( bilmiyorsam, başka bir deyişle ‘hakiki kimliğim’ olan ‘ruhsal kimliğim’ (spritual identity) yoksa, o zaman bu eksikliği gidermek için başka yerlerden ‘ödünç kimlikler’ alıyorum. Onlar bana koltuk değneği oluyor. Ben kendimi yanlış tanımlıyorum. Yanlış imgeler, yanlış inançlarla. Bunlar bazen daha dışarıdan geliyorlar.

İnsanlar kimliklerini neye dayandırıyorlar?

1. Mevkiye, statüye (position) dayandırıyorlar.

2. Sahip oldukları şeylere (possession) dayandırıyorlar. Önemli bir markası olan, lüks bir araba satın alıyorsunuz. O arabayı kullanırken kendinizi ‘iyi’ hissediyorsunuz.

3. Bedenlerine dayandırıyorlar. Gençlik elden gitmeye başlayınca, kimliğimiz de yok oluyor gibi geliyor.

4. Paraya dayandırıyorlar.

5. Takdir görme duygusuna dayandırıyorlar. İnsanlar acaba sizin hakkınızda ne düşünüyor?

6. İlişkide oldukları insanlara dayandırıyorlar. “Ben şununla evliyim”. Boşandıktan sonra bile devam edebiliyor: “Filancanın eski karısı”.

7. Sahip oldukları güce dayandırıyorlar.

8. Becerilerine, yeteneklerine dayandırıyorlar.

Bunların hiçbirisi benim Gerçek Kimliğim değil! Ben bunlardan birine bağlandığım , zaman ‘sahte ben’ olan ‘ego’ oluşuyor. Halim bir yukarıya çıkıyor bir aşağıya iniyor. ‘Ben beceremem, ben utanırım’ diyen egodur. İmge kolayca yaralanabilir. Stres başlar. Her şeyi kontrol etme arzum artar. İmgem tehdit edilirse kendimi kötü hissederim. Yukarıdaki sekiz bağlanmanın boyutları hiçbir zaman ‘yeterli’ olmuyor. Daha fazla güç, daha yüksek mevki istiyorum. Bunları kaybetme korkusu ‘sahiplenme duygumuzu’ arttırıyor. Dolayısıyla egomuz bizim Kırılgan Maskemizdir. Sahte kalemizdir, bu sahte kalenin içinde yaşarız. Hep ‘Ben şu anda kendimi iyi hissediyorum’ duygusunu ararız. Nasıl göründüğüm, neyi iyi yaptığım kendimle ilgili imgeyi belirliyor. Her şey iyi gitse bile içimde hep bir ‘güvensizlik’ duyuyorum. Hakiki kendiliğimi unuttuğum için böyle oluyor. Dolayısıyla kim olduğumuzu bilmemiz gerekiyor.

Yüzlerinden estetik ameliyat olan kadınlar genç görünüyorlar ama ‘yüz hareketlerini’ kaybediyorlar. Emekliye ayrılanlar, işini kaybedenler kendilerini ‘kaybetmiş’ hissediyorlar. Çünkü kendilerinin ‘kim’ olduğunu bilmiyorlar. Bir aktör rolünü çok iyi oynadığı zaman ‘gerçekten o oldu’ denir. Ama oyun bitip perde kapandığında, kendilerine dönemezlerse bu ‘normal’ değildir. Bizler de bu ‘yaşam dramasında’ kendimizi oynadığımız rollerden ayıramıyoruz. Gerçek kendiliğini kimdir, bir adım öne çıksın.

İnançlarımız ve Bakış Açılarımız:

İnançlarımıza, bakış açılarımıza bağlanıyoruz, bağımlı oluyoruz. Herkes ‘farklı’ algılıyor. Hangimizin ki ‘doğru algı’? Egom diyor ki : ‘Ben çok akıllıyım, benim algım doğrudur.’ Başkalarına da ‘Sen doğru anlamamışsın’ diyor. Kendimize ‘Benim felsefem şudur’, ‘Benim bakış açım, görüşüm budur’ gibi imgeler geliştirmişizdir. Telefonla konuşurken insanların en çok kullandığı kelimeleri araştırmışlar, ‘ben’ ve

‘benim’ sözcükleri çıkmış. Dünyadaki insanlar ‘endişeli’, ‘huzursuz’ ve ‘stresli’. Ben ve benini sözcüklerini çok kullanıyorlar.

Kendimle İlgili İmgem(Self Image):

Bedenimle ilgili imgem dolayısıyla aynaya bakmak bana stres verebilir. Kimliğimi dayandırdığım bu bağlanmaların hiçbir ‘garantisi’ olmadığından, hep ‘korkarım’. Birisi sizin düşünceleriniz için ‘Bu çok aptalca bir fikir’ diyebilir. Eğer bu düşüncelerinize bağlanmışsanız, tanımlarınıza, bunlara dayandırdığımız sahte kimliğinize dayandırmışsanız ‘nefret’ etmeye ve ‘öfkelenmeye’ başlarsınız. Kendimizle ilgili iyi imgemizin arkasına sığınırız. Her nefretin ve öfkenin arkasında hep korku vardır. Her korkunun arkasında da bağımlılık ya da bağlanma vardır. Egomuzun yanlış şeylere sarılması, korku yaratır. Bu iyi değildir, doğal değildir.

Korkunun temeli yanlış anlayıştır. Eğer ‘kim olduğunuzla ilgili doğru bir anlayışa’ sahip olursanız, korkmazsınız. Hiçbir şeye tutunmazsanız, kaybedecek bir şeyiniz de olmaz. Tabi, zihinsel olarak tutunmamaktan söz ediyoruz. Bu arada sahibi olmaktan vazgeçin, demek değil.

Egonuz yüzünden ya birine bağlanırsınız, ya da onu bırakırsınız. ‘Beni çok kırdın’ vb. dersiniz. Bu konferansa katılan neredeyse herkes birisi tarafından incitilmiştir.

Yanımda oturup, tercüme yapmakta olan Galip Abdullah, sadece aynı dramadaki başka bir aktördür. Bir anda melek ya da şeytan rolü oynayabilir. Bana ‘Sen neler konuşuyorsun bakayım böyle’ derse, ben de bu söze alınırsam, kendimi kötü hissederim. ‘Benim iyi bir konuşmacı olmadığımı’ vb. söylerse, daha da kötü hissedebilirim. Böyle durumlarda çoğu kişi, incindiğinin farkında olmadan saldırıya geçer: ‘Sen kendine bak!’ vb. der. Dolayısıyla yaralarımızı sarmak için ‘nefrete’ ve ‘öfkeye’ sığınırız. Aslında incinmeme izin veren benim!.

Ben, incinmeme izin veriyorum. Aslında beni inciten nedir? Benim egomdur. Benim, kendim hakkındaki imgemdir. ‘Sen iyi bir konuşmacı değilsin’, denildiğinde benim ‘İyi konuşmacı’ imgem kırılır. Kimliğim tehdit edilmiş olur. Aslında şöyle yanıt vermeliyim: ‘ Galip Abdullah, sana çok teşekkür ederim! Neden? Çünkü, benim egomu yok etmeme yardımcı oluyor. Şöyle düşünmeliyim: ‘Vay canına. Demek ben kendimle ilgili yanış bir imgeye bağlanmışım!.

Kişilik:

Kişiliğiniz bile büyük bir bağlanmadır. Birisi yanınıza gelip size ‘Çok bencilsin!’ derse, ne olur? Bazı günler de sizin için ‘Bu aziz biri!’ diyebilirler. Ama her zaman kendinizle gurur duymazsınız. Kişiliğiniz devamlı değişir. Kendi Kişiliğimizin İmgesine (Image of Our Personality) bağımlı olamayız.

Gündelik yaşamlarımızda karşılaştığımız olumsuz, kötü davranışlar nelerdir?

1. Kendini başkalarıyla karşılaştırmak ‘Ben ondan daha iyiyim!

2. Kendini ve başkalarını yargılamak. Halbuki Tanrı bile Son Gün’e kadar kimseyi yargılamıyor.

3. Olaylardan şikayet etmek.

4. Öfkelenmek.

5. Öfkeden kendini kaybetmek.

6. Takıntıların oluşması.

7. Eleştirici olmak.

8. Olumsuzlukları biriktirmek.

9. Yalan söylemek.

10. Konuyu saptırmak (manipulating).

11. Herkese patronluk taslamak.

12. Kıskanmak.

Diyelim ki, bir arkadaşınız size yalan söyledi. Yalan söylemenin arkasında ne var? Korku var. Yalan söyleyen, ne kadar iyi bir insan olduğuyla ilgili imgeyi kaybetmekten korkuyordur. Kendimle ilgili imgem: ‘Hiçbir zaman hata yapmam’.

Diyelim ki, iş arkadaşınız şirkette sizi eleştirdi. Bunun arkasında da korku var. Senin projen kabul edilebilir, benimki kabul edilmez, korkusu.

Gündelik yaşamlarımızdaki korkuların nedenlerini görebilmek, evdeki çocuğu ‘Şu küçük karanlık odada ölü var’, diye korkuttuktan sonra odanın kapısını ve ışığını açıp, ‘Bak, öyle bir şey yokmuş!’ demeye benzer.

Senin, benim bir parçam olduğuna dair bir imgem olabilir.

Yalnız tek bir kişinin kazanacağını düşünmek rekabetçi davranışlara yol açar, korkuya neden olur. Bir şeyi gerçekleştiremeden ölmek düşüncesi, hırslı davranışlara ve korkuya neden olur. Bunların nedeni şu: çünkü ben insan olmayı, ‘varolma’ değil de ‘sahip olma’ olarak düşünüyorum. Kim olduğumu değil de, ne yaptığımı düşünüyorum. Bir çok insan sıkıcı bir işte çalışmayı yıllarca sürdürüyor, çünkü o işi iyi yapıyorlar. Eğer egonuz büyükse, hata yapmak istemezseniz. İş değiştirmek demek, hata yapmayı göze almak demektir. Bunun içinde ‘ego engeli’ aşılmalıdır.

Bu bilgiyi aldıktan sonra, çevremizdeki insanlarda egoyu gördüğünüzde, tanıdığımızda, ‘Bak, bu senin egon, benliğin, kendine ait imgen’ mi diyeceksiniz? ‘Sen imgene bağlanmışsın!’ (You attach to your image!). Bunu söylemeniz bir işe yarar mı? Hayır!

Buradan aldığınız bilgiyi böyle mi kullanacaksınız?

Eğer işyerinde patronunuz size sert ve hoşgörüsüz davranıyorsa, onda ‘korku’ vardır. Ona ‘saygı’ ve ‘merhamet’ duymalıyız.

Eğer birisinin egosuna dokunursanız, ya kendini savunacak ya da size saldıracaktır. Bir yakınınız egosundan kurtulmasına nasıl yardımcı olabilirsiniz? Bunun için, önce sizin egodan kurtulmanız gerecektir! Benim patronum bana ‘Beni sinirlendiriyorsun’ diyordu. Oysa ki ben bir yogiydim. O öfkelendiği zaman, ben onu bir çocuk gibi görüyordum. Eğer egomla tepki gösterseydim, tartışma çıkardı. Ben, karşımda bir çocuk varmış gibi, ‘Evet, evet’ derdim. 10 yıldır birlikte çalışmamıza rağmen bana hala güvenmiyordu. Bu yüzden çok sekreter değiştirmiş biriydi. ‘Şu telefon görüşmesini yap!’ derdi. Sonra, ‘telefon görüşmesini yaptın mı’ diye defalarca sorardı. Yanlış bir imgeye bağlanmayla oluşan ego, hoş olmayan davranışlar yapmanıza neden olur. Patronumun, mükemmel olduğuna dair bir imgesi vardı. Bu yüzden her şeyi kontrol etmek istiyordu. Bu kontrolü kaybetmekten korkuyordu.

Eğer siz alçakgönüllü olursanız, ilişki kuramayacağınız kişi yoktur. En kötü patron bile saygı ister. Eğer saygı gösterirseniz, size güvenirler.”

Daniel Goleman’ın ‘Duygusal Zeka’ adlı kitabında bir raporun verileri yer almaktadır. Rapora göre okulda başarısız olan çocukların hemen hemen tümü (ayrıca öğrenme güçlüğü gibi bilişsel zorlukları olsa da olmasa da) Duygusal Zekâ’nın bu öğelerinden bir ya da birkaçından yoksundur.

Ulusal Klinik Bebek Programları merkezinin Raporu, çocuğun okulda göstereceği başarıyı tahmin ederken belirleyici olanın, Bilgi Dağarcığı ya da Okuma Yeteneğinin erken gelişmesinden çok, Duygusal ve Sosyal ölçümleri olduğunu gösteriyor :

1. Kendinden emin olması, 2. İlgi göstermesi, 3. Kendisinden nasıl bir davranış beklenildiğini bilmesi, 4. Yanlış davranma dürtüsüne nasıl hakim olacağını bilmesi, 5. Bekleyebilmesi, 6. Verilen talimatlara uyabilmesi, 7. Öğretmenlerinden yardım isteyebilmesi, 8. Diğer çocuklarla iyi geçinmenin yanında ihtiyaçlarını da ifade edebilmesi.

Bir çocuğun okula hazır olması, tüm bilgilerin aslı olan NASIL ÖĞRENECEĞİNE bağlıdır, raporda bu yeteneğin 7 Anahtar Öğesi şunlardır :

1. GÜVEN : Kişinin kendi bedeni, davranışları ve dünyası üzerinde bir denetim ve egemenlik kurduğunu bilmesi. Başarı olasılığının yüksek olduğuna ve yetişkinlerin/ebeveynlerin kendisine yardımcı olacağına inancı.

2. MERAK : Bir şeyleri keşfetmenin olumlu ve keyif veren bir deneyim olduğu hissi.

3. AMAÇ GÜTME : Bir etki yaratma arzusu ve yeteneğiyle birlikte, bunu hayata geçirmek için sebat etme. Bu Etkililik ve Yeterlilik hisleriyle ilişkilidir.

4. ÖZDENETİM : Yaşına uygun bir biçimde kendi hareketlerini ayarlayıp kontrol edebilme; içsel bir deneyim hissi.

5. İLETİŞİM KURABİLME : Diğerleri tarafından anlaşıldığı ve diğerlerini anladığını hissederek başkalarıyla temasa geçebilme.

6. İLETİŞİM YETENEĞİ: Sözel olarak fikir, his ve kavram alışverişinde bulunma.

7. İŞBİRLİĞİ YAPABİLME: Bir grup faaliyeti içinde, kendi ihtiyaçlarıyla başkalarınınkini dengede tutma yeteneği.

(Bir çocuğun anaokulun ilk gününde bu yeteneklerle donanmış olup olmadığı, anne-babasının (parents) ve okul öncesi öğretmenlerinin, eğitime olan KAFASINDAN başlamak yerine ne ölçüde KALBİNDEN başladıklarına bağlıdır.)

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız