Cengiz Erengil
Olumsuz davranışlar nelerdir? Şikayet etmek, dedikodu yapmak, suçlamak vb. Bunların temelinde korku vardır ve korku egonun, benliğin çocuğudur. Eğer egonun
gerçekten ne olduğunu anlarsanız, kötü davranışları olanları daha iyi anlarsınız. Onlar kim olduklarını bilmiyorlar. Korku buradan kaynaklanıyor. Geçen hafta birisi, ‘sanki kendisi mükemmelmiş gibi’, herkesi eleştiriyordu. Kendi kendime, ‘Ne büyük ego!’ dedim. Sonra yanıma geldi ve bana hayat hikayesini anlattı. Hayatı boyunca beklentileri gerçekleşmemişti. Onun için kendisinin ‘haklı’, tüm ötekilerin ise ‘haksız’ olduğunu göstermek istiyordu. Acı içindeydi. O insanı ve onun gibileri değerlendirirken, ‘acı içinde olduklarını’ unutuyoruz. Evet, bu kötü davranışların altında korku vardır, ego vardır. Entelektüel olarak bunu anlasanız da, bu insanlara sevgi ve saygı duyup, onların iyi niteliklerine odaklanmalısınız.
Tepki Nedir?
Bugünkü konumuz şu: Egomuz tehdit altına girdiğinde nasıl tepki veririz?
Duygularımızla tepki veririz. Bizi mutsuz eden bir sıkıntıyla tepki veririz ve bu tepkiler, kontrolümüzün dışındadır. Bu olumsuz duygular, bilincin enerjisinin rahatsızlığıdır. Çünkü bağımlı olduğum şey tehdit altındadır. Diyelim ki ben, sana bağımlıyım. Sen hem benim dışımdasın, hem de içimdesin. Sonra beni bırakıp giderseniz ya da başkasıyla arkadaşlık etmeye başlarsanız, benim bilincimin enerjisi iniş çıkışlar yaşamaya başlar. Duygularım iniş çıkışlar yaşamaya başlar.
Sevgi hissi ise bundan farklıdır. Kalbimizden gelir. Asıl ve asil niteliklerimizdendir. Sevgi bir histir. Yukarıdaki paragrafta betimlediğimiz ise bağımlılıktır ve duygudur.
‘Seni seviyorum’ diyen insanların çoğu aslında ‘Seni arzu ediyorum’ demek istiyorlar. Duygular birer uyuşturucu gibidirler. İnsanlar duygusal iniş çıkışlarının tiryakisi oluyorlar. Çeşitli filmleri seyredip heyecanlanıyoruz, haz duyuyoruz. ‘Bu duyguları, heyecanları yaşamasam ölü gibi olurum’ derler. En büyük korkuları ise sıkıntıdır. Halil Gibran, ‘Tüm günahların kaynağı sıkıntıdır’ demişti. O eksiklik duygusunu doldurmaya çalışıyorlar. Duygular acele yenen abur cubur gibidir. Sizi bir anda doldurur. Kendinizi bir an için iyi hissedersiniz. Fakat bu gerçek bir doygunluk değildir.
Zamanla bu duygulara ‘bağımlı’ hale gelirsiniz. Buna duygusal bağımlılık denir. Bazı insanlar gerçekten ‘yapışkan’ gibidirler. Ya ne yapmaları gerektiğini bilemezler, ya da bilirler de yapamazlar.
Yaşamımızla ilgili gerçek hisler nelerdir? Yaşamımız boyunca hangi hissi arzuluyoruz? Gerçek hisler sevgi, huzur, mutluluk, güçlülük hisleridir. İyi hislerdir. Bunları nasıl elde edebiliriz?
Meditasyon yaparken biz bu ‘gerçek hisleri’ içimizde deneyimliyoruz. Ve bunları yansıtıyoruz, yayıyoruz, ifade ediyoruz.
Peki kötülükten, kötü düşünce ve duygulardan nasıl korunabiliriz? Eğer öteki insanlara hizmet ediyorsanız, onlarla paylaşıyorsanız, onların olumlu niteliklerinin gelişmesiyle ilgileniyorsanız başka şeylere zamanınız kalmaz. Dolayısıyla ‘Ben yalnızım, yalnızım’ diyen aslında şöyle demekte? ‘Ben bencilim, bencilim.’ Şöyle demeliyiz: ‘Ben nasıl yardım edebilirim?’ Eğer bunları düşünürseniz, hiç yalnızlık hissetmezsiniz.
Dün vapurdaydım. Kimse birbiriyle konuşmuyordu. Londra Metrosu da böyledir. Tanımadığın insanlarla yan yana düşersin. Kimsenin gözünün içine bakamazsın. Anlaşma böyledir. Eğer birisi bir şey söylerse, herkes konuşmaya başlar. Vapurda da
birisine ‘Merhaba’ dediğinizde, o da size ‘Merhaba’ der. Bir gün vapurda gidiyordum, çarşaflılar yanımdaydı. Sigara içmedikleri için yanlarına bilerek oturmuştum. Benim bozuk Türkçe’mle konuştuk. Ertesi gün tüm aileleriyle beni ziyarete geldiler. İnsanlara gülümseyin, insanlarla konuşun, iletişim kurun. İyi hislere sahip olmanın yolu budur. İyi hisleri yaratan sizsiniz. Duygular ise durumlara bağlıdır. İyi hislerinizi deneyimleyip açığa çıkarın, insanlarla paylaşın. Kendinizin efendisi olmanızın yolu budur. Sevginizi herkesle ve herşeyle paylaşmanızdır.
Batıda kutlanılan Christmas Günü, bayramdan farklıdır. Çocukluğumda biz ailece hep bu günün gelmesini beklerdik. Holyday (tatil) aslında Holly Day’dir. (Kutsal Gün). Bugün ise şöyle düşünüyorum: Özel bir günü beklemenize gerek yok! Her gün ‘iyi hisler’ yaratabilirsiniz. Bugün insanların Love (sevgi, aşk) dedikleri şey aslında bağımlılık, bağlanma, kendini özdeşleştirmedir. ‘Ben senim, sen bensin!’ derler. İnsanlar genellikle bu duyguların peşinden koşar. Mutluluk ise güzel bir yemek yemek, birşeyler satın almak, ya da bir şeyler kurtulmak gibi algılanır. ‘Tanrım, sonunda sustu!’ gibi.
Duygusal Kölelik ve Kendinin Efendisi Olmak:
Kendinin Efendisi olmak ile ‘köle olmak’ arasında bir fark vardır. Bazı insanlar ilerledikçe yoldan çıkarlar. Aslında birer ‘ruhsal varlık’ olarak hiçbir şeye ihtiyacımız yok. ‘Sizin tek ihtiyacınız sevgidir’ der bir şarkıda (All you need is love) oysa aslında ‘Siz sevgisiniz!’. Sevgi dilenmenize gerek yok. Yalnızca onu içinizde deneyimleyip dışarıya yaymanız, ifade etmeniz yeterlidir.
Duygusal Kölelik Döngüsü şöyledir:
1. Dikkatiniz bir insana ya da nesneye yönelir (attention).
2. Çekimine kapılırsınız (atraction).
3. Bağlanırsınız (attachment).
4. Bağımlılık oluşur (addiction). (‘Sensiz yaşayamam!’ derler.)
5. Pişmanlık duyulur (atonement). Acı hep bunu takip eder. (‘Senle de olmuyor, sensiz de!’ derler.)
Bağımlılıktan kurtulmaya çalışmak acı verebilir.
Kendinin Efendisi Olmanın Beş Özelliği şunlardır:
1. Kendini bir şeyle, bir insanla Özdeşleştirmemek (dis-identify). Özdeşleşmemek. ‘Buna ihtiyacım yok’, ‘Ben bu değilim’ demek. Yoksa benim kimliğim (Identity) dostlara, arkadaşlara bağlanır. Ait olma durumuna bir son vermeliyim. Bunu koparmak istersem, ‘Galip başka, ben başkayım’ derim, ‘ Galip, Celâl ile arkadaş olursa, ben kendimi kaybetmiş hissetmem. Herkesin dostluğundan zevk duyar hale gelirim. ‘Ben meditasyonu düzenli yapan biriyim’ dersem, yalnızca benim gibi ruhsal çalışmalar yapan insanlarla beraber olmaktan hoşlanırım. Eğer ‘Ben sadece elit insanlarla görüşürüm’ diyen bir zenginsem, kendim gibi olanlarla birlikte olmaktan hoşlanırım ve ötekilerden sıkılırım.
Bir şeye ya da kişiye bağlanmak, bir markete girip bir soğana tutulmak gibidir. Aslında o soğanı elinizden bıraksanız, muzu vb. alabilirsiniz.
Sınırlı kimliklerinizden kurtuldukça, her yerde ve herkesle birlikte olmaktan zevk alabilen birisi olursunuz. Benzer ihtiyaçları var insanların benzer deneyimleri var. Ben böyle topluluklarda konuşurken, bana daha önce onları görmüşüm gibi geliyor.
Yaşantılarımızdan konuştuğumuzda, farklı ülkelerden geldiğimiz unutuluyor. Sık sık yanıma birileri gelir ve bana ‘Sizi daha önce görmüştüm’ derler. Havaalanlarında vb. yanıma gelip, ‘Nasılsın, aynı mahallede oturuyoruz!’ diyenler var. Demek ki insanlara tanıdık gelen bir yüzüm var. Seri üretilmiş yüzler gibi. Sınırlarınızdan, kimliklerinizden kurtulma çalışması yaparsanız daha evrensel hale gelirsiniz.
Kendilerini iyi hisseden insanlar, kalabalık karşısında daha iyi konuşurlar. Onlarda korku duygusu yoktur. Korku insanı bloke eder. Korkularımızdan ve maskelerimizden kurtulmalıyız.
Bazı insanlar kendilerini bana yakın hissediyorlar. Bu vibrasyonla, ruhun yaydığı titreşimle ve onun kalitesiyle ilgili bir şeydir. Sınırlı kimliklerimizden, bağlanmalarımızdan, korkularımızdan, egomuzdan kurtuldukça yaşamımız daha zenginleşir.
2. Bağlanmalardan Kurtulmak ya da Kimlik Ötesi (Detachment). Eğer kendinizi hiçbir şeyle, hiçbir kimseyle özdeşleştirmezseniz, gerçekten bunu başarabilirseniz, doğal olarak bağlanmalardan kurtulabilirsiniz.
3. Ayırdetmek (Discern). Ayırdetme gücünüzü kullanabilirseniz, herşeyi Açıklık içinde görebilirsiniz. Duygusal anlarımızda bu gücü tam kullanamayız. Bu yüzden, duygularınızla karar vermeyin. Benim bir arkadaşım boşandı (erkekti). Vejeteryan olmak istiyordu, meditasyon yapmak istiyordu. Karısı ise istemiyordu. Değerleri farklıydı. Rol yapmaya fazla dayanamamıştı.
4. Doğru Karar Verebilmek (Right Decision).
5. Kararlılık (Determination). Bir karanınızdan dönersek, arzular çıkar. Öfke, kıskançlık, arzu fırtınaları içinde buluruz kendimizi. Her şey ortalıkta savruluyorsa, ‘karar vermek’ için en kötü zamandır. Ne yapmalı? Fırtına geliyorsa ve biz küçük bir teknenin içindeysek ne yapmalıyız? Birçok insan benzin dolu bir tekneyle, fırtınanın dışına kaçmayı düşünür. Fakat teknemiz hızlı değilse?
Bu konuda örnek olarak anlatılan gerçek bir hikaye var. Kaptanı Türk olan bir Norveç gemisi çok büyük bir fırtınaya yakalanmış. Kaptan hemen geminin rotasını ‘fırtınanın merkezine’ çevirmiş. Bu noktaya gemiciler ‘fırtınanın gözü’ derler. Otuz kilometre çapında bir hortumun merkezinde durmuşlar. Fırtına ve hortumun gittiği yöne doğru, merkezde kalarak ilerlemişler. Sağ salim karaya ulaşmışlar.
Peki, Duygusal bir Fırtınayla karşılaştığımız zaman ne yapabiliriz? Genellikle yaptığımız şey bir insana ya da bir nesneye koşmaktır. Ama koştuğunuz şey de tam olarak güvenli değildir. Tavanın içinden kaçan bir balığın, ateşe atlaması gibidir. Kendi fırtınalarımızdan kaçarken, bağımlılıklara, mevki hırsına vb. sığınırız. Oysa ki kendi dışımızda hiçbir güvenli yer yok. Güvenlikli olan tek yer içimizde. Ruhunuzun içinde derinliklerde. Gündelik yaşamlarımızın iniş çıkışlarının erişemediği bir yerde. ‘Ne yapacağımı bilemiyorum’ dediğinizde, aslında biliyorsunuz. Başka bir arzu ile uğraştığınızı biliyorsunuz.
Kendimizi Duygusal Fırtınaların içinde bulduğumuzda şu beş şeye dikkat etmeliyiz:
1. Duygusal bir fırtınaya yakalandığımızda ilk olarak onun ‘farkında’ olmalıyız (aware). Bazı insanlar farkedemezler ve normal bir şey zannederler. Londra caddelerinde araba süren gençler, RAM BAM – RAM BAM – RAM BAM diye sonuna kadar açarak dinlerler müziği. Kullandıkları araba bile sallanır. Ruhları bundan rahatsız olur. Dinledikleri müzik ve dinleyiş biçimleri o andaki ruhsal durumlarıyla benzerlik gösterir. Meditasyondan sonra çok yavaş bir ses tonuyla konuşuruz. Daha güçlü, kararlı, dengeli oldukça Duygusal Fırtınaları daha iyi anlamaya başlarız.
2. Duygusal Fırtınaların bilgisini edinin. Öfkenin bilgisini edinin.
3. Duyguları ‘yargılamadan’ kabul edin. Genellikle insanlar önce öfkelenirler, sonra da ‘neden öfkelendim’ diye öfkelenirler. Karşılaştığımız her olayı bir Bağımız Gözlemci gibi (Detached Observer) gözlemleyin. Öfkelendiğinizde şöyle deyin: ‘Sayın öfke, gel otur bakalım şuraya. Seni daha iyi tanıyayım. O kadar da kötü biri değilmişsin. Bir zamanlar sen bir güçtün. Sonra aldatıldın. Gücünü başkaları üzerinde kullanmak istedin.’ Başkaları üzerinde güç kullanırız çünkü onları kontrol edemeyiz. Çünkü herkesi ve herşeyi kontrolümüz altına almak isteriz. Sonrada Öfke (Anger) çıkar ortaya. Zamanla öfkenin altındaki nedeni görebilmeye başlarsınız.
4. Duygusal Fırtınaları Aşmak (Ascend). Anlayınca aşıyorum. Öfkenin nedeninin ego ve korkular olduğunu kavrayınca aşmaya başlarım. Eğer öfkeye saldırırsanız, büyür.Zihindeki rahatsızlık duygusunu kamçılar. Onu yalanlarsanız, daha da büyür. Onu yargılamadan kabul edin. Ona şöyle deyin: ‘Merhaba öfke, gel yanıma otur ve bana hikayeni anlat!’ Çünkü aslında kimse öfkeye ne olduğunu sormuyor. Muhtemelen şöyle diyecek : ‘Tek isteğim huzurlu olmak. Onun için herşeyi kontrol etmek istiyorum! Sonra da asıl formuna, Güce (Power) dönüşecek.
Uzakdoğu savunma sporlarında, müsabakaya başlamadan önce birbirlerini önünde saygıyla eğilirler. Birbirleriyle kucaklaşırlar. Aslında rakibini kabul etmiş oluyor. Çünkü o da bir Enerji. Onun enerjisini kabul etmiş, ona saygı göstermiş oluyor. Tek yapmamız gereken şey Doğru bir Duruş almak (right position) ve rakibinizin enerjisiyle, gücüyle onu fırlatmak. Diğer bir deyişle kişiyi, enerjiyi Yeniden Yönlendirmek! Öfkeyi öldürmeye kalkarsam, kendimi öldürmüş olurum: Özetle, öfkenin nedeni bir şeyleri kontrol etme çabasıdır. Öfke sizin ‘gerçek kendiliğiniz’ (real şelf) değildir. Fakat bu öfkenin arkasındaki Güç sizsiniz. Anlayışınızdaki eksiklikten dolayı enerjinizi yanlış yönlendiriyorsunuz. Meditasyon yapın. İçinize yönelin. Enerjinizi içinize yöneltin. Aklınıza yeni bir duruş kazandırın (reposition). Duygular değişir. Olumsuz enerjiler değişir. Güçlü öfkeniz (strong anger), Güçlü sevgiye (strong love) dönüşebilir.
5. Kendinizi Akort Edin (Atune). Kendinizi yüksek bir dalgaya ayarlamak için, . merkezinize yönelmek için, özünüze dönmek için bir Duygusal Fırtınanın gelmesini
beklemeyin. Fırtınanın içinde yüzerken, ‘Neden böyle oluyor’ dersiniz. Bunlara nokta koyun. Noktaya dönün (?) yapmayın. (!) yapmayın (.) yapın. Bir saniyede kabul edin. Kontrol çabanızdan kaynaklanan öfkenizin enerjisini, düşüncelerinizle yeniden yönlendirebilirsiniz. Anlayış gücüne yöneltirseniz ardından hoşgörü gelecektir. Bunu anlamanız karanlık bir odada ışık yakmaya benzer. O zaman odada canavar olmadığını görürsünüz. Canavar kaybolur.
Memnuniyetsizlik duygusu, güneşi engelleyen Bulutlara benzer. Bu sabah, konferansı düşündüm ve kendimi memnuniyetsiz hissettim. Kötülük bana gelme!, dedim. Hayır! dedim. İyi bir şeyler yaptım. İyi bir şeyler düşündüm.
Duygusal olduğum anlarda mutlaka bir şeye bağlanmam vardır. Duygusal olduğumda Zeki olamam. Dolayısıyla Duygusal Zekâ, saçma bir sözdür. Bundan şunu anlamalıyız: ‘Duyguları nasıl anlayabilirim?’ ‘Olumsuz duygulardan nasıl özgürleşebilirim?’ Zekâ tüm bunları anlamak ve gündelik yaşamımızda uygulamaktır. Kim olduğunuzu anlamanızdır.
Duygusal Zekâ’nın özelliklerini tekrarlarsak:
1. Kendinin farkındalığı ve yaşamınızın bir amacınızın olması.
2. Kendini kontrol, öz denetim.
3. Motivasyon sahibi olmak.
4. Empati sahibi olmak.
5. Toplumsal beceriler sahibi olmak.
Berkeley Araştırması
Berkeley’deki California Üniversitesi’nden Jack Black, Benliğin Dayanaklılığı diye adlandırdığı ve Duygusal Zekâ’ya oldukça benzeyen, temel sosyal ve duygusal yeterlilikleri içeren bir ölçüt kullanarak, kuramsal açıdan Yüksek IQ’lu kişiler ile Gelişmiş Duygusal Yetenekleri olanları karşılaştırmıştır. Bulduğu farklar oldukça aydınlatıcıdır. Saf yüksek IQ tipi, yani Duygusal Zekâ’dan ayrı tutulmuş olan zihin dünyasında uzman, kişisel dünyada ise yetersiz olan bir entellektüelin karikatürüdür. Profiller kadın ve erkeklerde farklılık göstermektedir.
Yüksek IQ’lu erkek, geniş bir entellektüel ilgi ve yetenekler dizisine sahiptir. Hırslı, üretken, istikrarlı, sebatkâr ve kendi sorunlarını dert etmeyen birisidir. Eleştirici, tepeden bakan, titiz, duygularına gem vuran, cinselliklik ve duygusal deneyimler konusunda tutuk, kendini açmayan, mesafeli, duygusal açıdan kayıtsız ve soğuktur.
Duygusal Zekâ’sı yüksek erkekler sosyal açıdan dengelidir, dışa dönüktür, neşelidir, korkak değildir. İnsanları ve davalara bağlanma, sorumluluk alma, etik bir görüşe sahip olma özellikleri dikkat çeker. İlişkilerinde sevecen ve ilgilidirler. Zengin bir duygusal yaşamları vardır. Kendileriyle, başkalarıyla ve yaşadıkları sosyal dünyayla barışıktırlar.
Salt yüksek IQ’lu kadınlar, kendilerinden beklenen entellektüel güvene sahiptir. Düşüncelerini akıcı bir şekilde ifade edebilir. Entellektüel konulara değer verir. Geniş bir entellektüel ve estetik ilgi alanına sahiptir. Bu tip kadınlar aynı zamanda kendi kendilerini tahlil edebilen, kaygıya, derin düşünmeye, suçluluk duymaya yatkın, ayrıca öfkelerini açıkça belli etmekten kaçınan ve bunu dolaylı yoldan yapan kişilerdir.
Egonun ne olduğunu, korkunun ne olduğunu anladığımda, kendimi ve ötekileri daha iyi anlamaya başlıyorum. Bu anlayışı elden ele nasıl iletebileceğimizi anlıyorum. Tepki vermiyorum. Sorunu büyütmüyorum. İnsanlar kendilerini yanımda iyi hissediyorlar. İyi niteliklere odaklanıyorum, kendimde ve ötekilerde. Böyle bir anlayışla yaşamaya başladığınızda size ‘Duygusal Zekânız ne kadar da yüksek!’ demezler ama siz insanlarla iyi geçinmeyi başarabilen birisi olursunuz.
Bu yolculuğun sonunda kendinizle baş başayken ve başkalarıyla birlikteyken hep bir tatminkarlık, memnuniyet hissi içinde olursunuz. İnsanlar da sizin yanınızdayken kendilerini tatminkar ve memnun hissederler. Ruhsal yolculuk içindeki her yolcu, kendini geliştirmekle ilgilenir. Duygusal Zekâ sadece buna konulmuş yeni bir etikettir. Belki sonraki haftalarda Ruhsal Zekâ (Spritual Intelligence) çalışması yapmalıyız.”