Özlem Kocukeli Özbay
Deha ve psikolojik sorunlar paranın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz parçalar adeta. Süper bir beyniniz varsa, bu durum her zaman olmasa da çoğu kez sizi psikolojik çıkmazlara sürükler. O her şeyi anlayan beyniniz, ruhunuzun labirentlerinde kendine bir yol bulamaz olur. Genel kanı o ki; bunalımlı ruhlar yüksek bir yaratıcılık potansiyeline sahipler. Kendileriyle, çevreleriyle, aileleriyle bir türlü uyumlu bir ilişki tutturamamış olsalar da edebiyatta, bilimde, müzikte, resimde, siyasette harikalar yaratıyorlar. İşte zihinsel ve ruhsal psikoz yaşayan ancak bunu yaratıcılıkta tetikleyici bir güç olarak kullanmayı başarabilen dahilerden birkaçı:
Albert Einstein
Bilimde devrim yaratan en meşhur fizikçi Albert Einstein 3 yaşına kadar konuşamamış, 13 yaşına kadar ayakkabı bağcıklarını bağlayamamıştı. Okulda öğretmenlerinin ağzından onun hakkında iyi bir şeyler duymak neredeyse imkansızdı. Çarpma işleminde zorlanıyor, iyi okuyamıyor, birçok yazım hatası yapıyordu. Bir gün öğremeni Einstein’ın babasına bu çocuğun hangi alanı seçerse seçsin başarı kazanmasının imkansız olduğunu söylemişti. Tabi ki öğretmen haksız çıktı; çünkü sınıfın o günkü başarısız öğrencisi büyüdüğünde dünyayı değiştirmeyi seçmiş ve bunda da başarılı olmuştu.
Charles Darwin
Evrim kuramını ileri süren bilim adamı Charles Darwin, okulda dersleri son derece yavaş öğreniyordu. Çok utangaçtı ve iyi konuşamıyor, kekeliyordu. Kelimelerin, özellikle de “w” ile başlayan sözcüklerim ilk hecelerini telafuzda güçlük çekiyor, karşılıklı konuşma esnasında dikkatini toplayamıyordu. Araşırmaları dışındaki konular hakkında konuşmak ve kendisini ifade etmek onun için dünyanın en zor işiydi.
Winston Churchill
İngiliz devlet adamı Winston Churchill “siklotimi” adı verilen, manik uyarı ve melankolik depresyona kadar uzanan periyodik dönemler gösteren psikoz durumundan muzdaripti. Depresyon anında tren istasyonlarında yolcu platformunun kenarına yaklaşmaktan son derece çekinir, trenin kendisine vuracağı konusunda aşırı endişe duyardı. Manik uyarı anlarında ise kahramanca işler başarmak üzere seçilmiş olduğuna inanır, yoğun bir akiviteyle çalışırdı.
Lord Byron
Hırçın ve agresif bir yapıya sahip olan İngiliz şair Lord Byron, yaşadığı “bipolar” diğer deyişle “manik depresif” bozukluk nedeniyle ruhsal iniş-çıkışlarla dolu bir hayat sürdü. Bipolar bozuklukta kişi depresyon ve aşırı coşku yaratan mani arasında gider gelir. Belki de bu durum Byron’un edebi zekasının kaynağıydı; zira ortalamanın üstünde bir yaratıcılık bipolar sendromun semptomlarından biri olarak kabul edilir. Ünlü şairin libidosunun yüksekliği ve kadınlara düşkünlüğü de bu rahatsızlığının bir sonucu olabilir.
Vincent van Gogh
Biz onu değeri geç fark edilmiş Hollandalı bir ressam olarak tanısak da o usta bir yazardı aynı zamanda. Van Gohg aşırı yazma düşkünlüğü hatta çılgınlığı olarak tanımlanan ‘hipergrafi’den muzdaripti. Durmaksızın yazmak ve yazmak istiyordu; bu arzuya eşlik eden epilepsi ve mania da cabası. Hayatı boyunca yazdığı 800’ü aşkın mektup bu rahatsızlığa atfediliyor. İlginç olan bir nokta daha var; Van Gogh kimi zaman tersten yazıyor, kimi zaman da yazı stili aynı kişiye ait olduğu fark edilemeyecek ölçüde değişiyordu. Ve tabi ki bir süre sonra bu rahatsızlığa depresyon ve paranoya eşlik etmekte gecikmeyecekti. Ta ki geçirdiği nöbetler sonucunda kulağının bir kısmını kesene, sonrasında da intihar edene dek…
Isaac Newton
İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom ve mucit Newton son derece ketum yaradılışlı biriydi. Zaten sınırlı sayıda olan arkadaşına karşı da hırçın ve kırıcı bir tutum sergiliyordu. Kendini tamamen işine vermiş, başka bir şey düşünemez durumdaydı. Öyle ki, bazen yemek yemeyi bile unutuyordu. Zaman zaman dersler verse de, dinleyicilerine karşı oldukça saygısız ve küstahtı. Sözün kısası, büyük dahi Newton, iş insanlarla iletişim kurmaya gelince fena halde çuvallıyordu. Bir türlü sosyalleşemiyor, toplum içine karışamıyor, kimseyle diyalog kuramıyordu. İddiaya göre tüm bunların altında bir tür sinir hastalığı yatıyordu.
Ludwig van Beethoven
Büyük bestekar Beethoven’ın zihinsel değil psikolojik kaynaklı sorunlarla başı dertteydi. Ve daha da önemli olanı, bu durum bir müzisyen için en önemli duyu olan işitme yetisini olumsuz yönde etkilemişti. Henüz 23 yaşındayken tuhaf sesler duymaya başladı. Bu felaketin ilk habercisiydi. Bu durumu çevresindekilerden sakladı. Ta ki durum artık gizlenemeyecek kadar ilerleyinceye ve ünlü bestekar iletişim kurmak için yazıyı kullanmak zorunda kalıncaya dek… Durum böyle olunca Beethoven tüm enerjisini bestelerine yoğunlaştırdı ve en güzel eserlerini sağırlığın ilerlediği dönemde verdi. Başyapıtı olarak değerlendirilen 9. Senfoni’yi bestelediğindeyse tamamen sağırdı.