Gerçekleri Açığa Çıkarmak İçin: Son Umut

0
944

Son Umut filmi hakkında kritikler ve önemli bir yorum. Seren Muyan yazdı.

Biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, Avrupa ülkelerinin birinde ya da A.B.D.’de yıldızı sönmüş, popülerliği bitmiş bir “ünlü” geldiğinde yer yerinden oynuyor, “Kebaba bayıldı”, “Türkleri seviyorum dedi”, “Mekanda içip eğlendikten sonra tuvalete 34 adım yürüdü, o sırada garsona çarptı ve özür dileyerek nezaket örneği oldu” gibi abartılı şekilde haberlerini yapmadan duramıyoruz.

Kendi ülkesine gitse, cast çekimlerinde eskisi gibi rol alamamanın yanı sıra figüran rolü bile zor verilen bu “ünlü”, bizim ülkemizde dizilerde başrol konuk oyuncusu olur, milli bir davaymış gibi tüm kanallarda rastlarız. Tabii ki “ünlü kişi” “Türkiye çok güzel, boğaz çok güzel, Türkler süper, kebap harika” demez mi kral gibi ağırlandığı ülkede?

Bu şekilde “yabancı hayranlığı” beslerken, elimizdeki baklavanın, yoğurdun değerini bilemeden kaptırıyoruz. Yunanlılar “Yoğurt bizim” derken, baklavaya da “Baklavai” diyerek dünyaya kendi milli tatlıları gibi duyuruyorlar. Öyle ki, Ege’de balla, susamla satılan müthiş lokma tatlımızı da “Greek Donut” (Yunan çöreği) diye piyasaya sunabiliyorlar.

İşte böyle bir ortamda düşük bütçelerle çekilen Kurtuluş Savaşı’nı anlatan filmlerimizde ise gözlerimizden yaşlar akarak fondaki müzik eşliğinde gururlanıyoruz. “İşte böyle milletin evlatlarıyız” diyoruz. İyi de ediyoruz ama “Sübjektif olarak mı böyle hissediyoruz ve objektif olarak bunlar bu şekilde dünya tarafından görülüyor mu?” diye de düşünmeden edemiyoruz.

Türkler “kötü, barbar, fena” bir millet olarak gösterilirken, “Lobilerin işi”, “X milletinin lobisi güçlü” vs. demeye de başlıyoruz. Ben hiç “Türk lobisi güçlü” lafını duymamıştım. İşte bu nedenledir ki, bazen kendimi yalnız hissettim.

Ta ki düne kadar… Dün ne mi oldu? Türkçe’ye “Son Umut” olarak çevrilen “Water Diviner” filmini izledim. Russell Crowe’un bildiğim kadarıyla Türklükle uzaktan – yakından ilgisi yok. Anneannesinin dıdısının amcasının yengesigilin bilmem nesi Türk’tü de diyeceğimizi sanmıyorum. Adam dünyaca ünlü Avusturalyalı bir oyuncu ve yönetmen.

Russel Crowe’un yönettiği ve Cem Yılmaz ile Yılmaz Erdoğan’ın da rol aldığı filmde 1915 – 1916 yılları arasında Çanakkale Gelibolu’daki savaşa çok uzaklardan gelerek hiçbir ilgisi olmamasına rağmen katılan Avusturalyalı askerler anlatılarak bir nevi tarihsel özeleştiri yapılmış.

Türk topraklarının nasıl farklı milletler tarafından paylaşıldığı, cennet vatanın cehenneme döndüğü oğullarını arayan bir babanın gözünden öyle güzel anlatılıyor ki, seyirci neredeyse kendini cephede gibi hissediyor.

Gelibolu’nun cehenneme dönerek, üzerinde ruhların dolaştığı, kafataslarının üst üste konularak dağları kıskandırdığı görüntülerle karşılaşınca ve bu filmin bir Türk tarafından değil de, Avusturalyalı bir yönetmen tarafından çekildiğini görünce “lobiye ne gerek” deyip, tarihin gerçekleri er ya da geç açığa çıkaracağına olan inanç insanı mutlu ediyor.

Çocuklarının ikisinin savaşta öldüğünü, birinin ise yaşadığını öğrenince Anadolu yollarına Kuvay-ı Milliye askerleri Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz ile düşen baba, gördükleriyle şaşkına dönüyor. Tüm köylerin Yunanlılar tarafından yakılıp yıkıldığını görürken, silahlı saldırıya uğruyorlar. Son anda kurtulan baba, Türk subayıyla (Yılmaz Erdoğan) oğlunu bulmak için Afyon’a doğru gidiyor.

Sonrasını anlatmayayım heyecanı kaçmasın fakat şu replik ile tüm filmi özetlemem gerekiyor. Kardeşlerini koruyamadığı için vicdan azabı çeken Avusturalyalı askere babası: “Tüm suç bende… Hiçbir ilgimizin olmadığı bu topraklara sizi göndermemeliydim” diyor.

İnsani duygularla çekilen bu filmde mikro düzeyde bir bireyin gözüyle savaşı görürken, Türklerin kahve fallarından türkülerine kadar her şey öyle gerçekçi işlenmiş ki, hayran kalmamak elde değil.

Hele bir de Cem Yılmaz’ın “Hey Onbeşli” türküsünü söyleyip, Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’e kaldırılan kadehleri Avusturalyalı babanın “kime kadeh kaldırıyorlar?” şeklinde sorması ve “Türkiye’nin İstikbaline” cevabını alması sonrasında ölüme bile coşkuyla giden mangal yürekleri anmazsak olmaz.

“Son Umut” filmi mutlaka izlenmeli… En azından tarihin hiçbir zaman yalanla işinin olmayacağını ve gerçeklerin her zaman açığa çıkacağını bilmek için… İzleyin!

 

*

Seren Muyan

www.gencgelisim.com

 

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız