Ben eskiden bu şehri severdim… Burada doğup büyümüştüm. Birçok hayalimi bu şehirde gerçekleştirmiştim.
Hani “fırsatlar şehri” diyorlardı ya, birçok fırsat da altın tepsi ile önüme sunulmuş, kimini değerlendirmiş, kimini de değerlendiremediğime yanmıştım.
Aşkım öylesine güçlüydü ki, üniversite sınavındaki tüm tercihlerimi de bu şehir dışında hiçbir okulu yazmayarak yapmıştım. Her şeyin ilklerini de bu şehirde yaşadım. İlk işe girişim, ilk maaşım, ilk sahneye çıkışım, ilk yazarak telif hakkı kazanışım… İlklerimin şehri İstanbul!
Bana yıllar sonra bu şehrin beni yoracağını söyleseler, “hadi oradan!” derdim. Beş sene önce bir arkadaşım Antalya’ya taşınma hayalini benimle paylaşırken, tam da Kireçburnu’nda denizi izliyordum. “Ne kadar saçma bir seçim” diye içimden geçirerek, “Şu güzel manzara bırakılır mı?” diye düşünmüştüm.
Şimdi mi? “Ekmek Antalya’da ya da İzmir’de var mıdır?”diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü bu şehir beni gerçekten yormaya başladı. Tüm güzelliklerini sunup karşılığında kan emen bir varlık gibi. Hani kaşıkla verip kepçeyle alan cinsten!
En çok yoran da trafik oluyor. “Toplu taşıma araçlarına yönlendirme yeterli değil” diyemem çünkü o araçlar da öyle dolu ki, binemiyorsunuz bile.
Aracınızla bir yere gitmek için ise saatlerce önceden çıkıyorsunuz. Trafik öylesine tıkalı oluyor ki, bir adım gidince “vay be!” diyerek durumu mucize olarak gördüğünüzü belirtiyorsunuz.
Dün yaşadıklarım ise beni derin düşüncelere itti. Beşiktaş’taki işimden çıkıp, Bakırköy’deki evime gidecektim. Fakat insanların iş çıkışı saatine protokol geçişi denk gelmişti. Yollar protokole açılıp vatandaşa kapatılınca ara sokaklarda oluşan yoğunluktan kontaklar kapatılmaya başlandı. Eskiden “yol yapacağız” diyerek hizmet götüren protokol, şimdi “yol kapatarak” vatandaşa hizmet veriyordu.
Tuvaletin gelse gidemezsin, acıksan yemek yok… O zaman yola çıkmadan önce tuvalet için ördek alıp, çantanı da İpekyolu’nu geçen Ortaçağ tüccarları gibi yiyecek ve içecek stokuyla doldurman gerekiyordu.
Yolda ara sokaklara sapıp gidebildiğimiz kadar gittik. İTÜ’nün önüne geldiğimizde manevra yapmak için otoparkın bariyerini açmayan personel sayesinde 80 manevra yaparak yolun ortasına dikilen ağaca da sürtünmemeye çalışarak servis aracımızı çıkaralım derken çok da hareketli bir ortam oldu. Yolda saatlerce kalmanın verdiği sıkıntı, boncuk gibi dizilmiş araçlardan gelen kornalar, iki dakikada yapılacak manevra için otopark bariyerini açmayan personelin deli etmesi, ağaçlara göz kırpılmadan kıyılırken yolun ortasındaki ağacın varlığı derken millet birbirine girdi.
Resmen zombi filmi gibiydi. Sabah evlerinden özenle yapılmış makyajlarıyla çıkan kadınların rimellerinin ve göz kalemlerinin akması nedeniyle morumsu gözaltları, erkeklerin kirli sakallı yorgun yüzleri, bağırışlar – çağırışlar… Bu şehrin üzerinde kara bulutlar geçiyordu o an!
İki saat Beşiktaş’ta trafikte kaldıktan sonra zar zor Taksim’e çıktık. Tabii bu iki saatte ben projeler üreterek İstanbul’un trafiğinin nasıl çözüleceği konusunda maddeler çıkardım. 3. Köprü yoluyla İstanbul’un trafiğinin rahatlatılacağı söyleniyor ama benim projem de dikkate değer görülmeli. Böylece 3. Köprü yolu yapılırken katledilen ağaçlar ve yok olan ormanlık alanlar nedeniyle yabani hayvanların şehre inmeleri, domuzların denizde yüzerek Bebek Sahili ve bilumum yalılara dalmaları da önlenebilir.
1. Herkes gettolar şeklinde yaşasın. Herkesin işi ve evi arasında en fazla 1 km olacak şekilde kanun çıksın. Buna göre de evlerin yakınında o alanda yaşayan vatandaşın çalıştığı sektörlere göre istihdam oluşturulsun.
2. Kurulan gettoların okulu, hastanesi, postanesi en fazla 3 km uzaklıkta olsun. Bu alanın dışındaki okul, hastane, postane hizmetinden yararlanılamasın.
3. Vatandaşa haftada bir kez İstanbul’u baştanbaşa gidebilecek izin verilsin. Bu izin verilirken bir aracın içerisinde en az 4 kişi olacak şekilde kurgulansın.
4. Sevgililer gettonun içinden seçilsin ki, örneğin Çatalca’daki biri, Bahçelievler’deki sevgilisini görmek için yola çıkıp trafiği kilitlemesin.
5. Protokol geçişleri özellikle iş çıkışı saatleri yapılsın ki, gettoda yaşayanlar hallerine şükredip, “İşim ne de olsa 1 km uzakta, trafiğe girmiyorum” diyerek sevinsinler.
Bunları okuyup kafanıza oturtmaya mı çalıştınız? Çalışmayın Allah aşkına! Bu şehrin trafiğinin çözülmeyeceği belli… Beşiktaş’tan Bakırköy’deki evime 4 saate yakın sürede gelince kafayı yedim böyle. Yoruyorsun be İstanbul!
*
Seren Muyan
serenuyan@gmail.com
www.gencgelisim.com