Hava yumuşacıktı… Ne sert ve soğuk rüzgarlar esiyor, ne de bunaltıcı bir hava dalgası omuzlarıma biniyordu. Öyle hafif bir havaydı ki, nefes aldıkça ayaklarım yerden kesiliyor ve havalandığımı hissediyordum.
Seviyordum bu şehri… Yalnız, sevgimin hakkını verememiştim. Geçen mayıs ayında şehrin içinden transit bir biçimde geçmemi saymazsak, en son üniversitedeyken gelmiştim buraya. Askeri Hava Üssü’nün karşısındaki bir akrabamızın evinde kalmıştım. Şehrin merkezine uzak da olsa minibüs, vapur, otobüsle tüm şehri gezmiştim.
Bu şehrin eli maşalı, yürüyüşü işveli; yeri geldiğinde erkek olan, yeri geldiğinde dişiliğini en son haddine kadar sergileyen kadınlarına bayılmıştım. Bir o kadar özgür, bir o kadar kendilerinden emin, bir o kadar da güçlülerdi. İzmir’in kadınları, sırf cinsiyetlerinden dolayı kendilerini 2. sınıf görmeyen harika kadınlardı!
Bir Avrupa şehri gibi geniş sokaklar, kaldırımlar ve palmiye ağaçlarının fonu ile gözlerim de şenlenmişti.
İş için gelmiştim bu şehre. Gelir gelmez birçok toplantıya girmiş ve gittiğim ofislerde de karşılaştığım manzaralarla gözlerim daha da açılmıştı. İlk girdiğim ofiste neredeyse 360 derecelik deniz manzarası ile kendimi maviliklerin ortasında bir adaya gelmiş gibi hissetmiştim.
Tabii ki gündüz işimizi yapmak, geceleri ise kalan zamanımızda şehri yaşamak boynumuzun borcuydu. Hani bazı şehirler olur siz daha sınırdan girer girmez, “git buradan” der ve istenmediğinizi anlarsınız ya, İzmir ise sınırından girer girmez, “gel de benim ol, ben de senin olayım” dedi sanki… Bu şehri yaşamak için uykusuz kalmak da gerekse, benim için sorun değildi.
Kordon’a indiğimde palmiye ağaçlarının arasından gümüşi renkte parlayan yıldızlar gülümsüyordu. Gökyüzü bana çok uzak olmasına rağmen parmaklarımı uzatıp yıldızları tutacak gibi hissediyordum. Kordon rakı – balık ziyafeti için güzel ve pahalı mekanların olduğu sakin bir yerdi. Biraz daha yürüyüp Alsancak’a varıldığında ise sokaklardaki genç nüfus yoğunluklu kalabalık eşliğinde sokak çalgıcılarıyla kulaklar şenleniyordu.
Bir gece Ay, altın bir para gibi parıl parıl parlıyordu. Dolunayları severdim. %80’i su olan insan vücudunun dolunaydan etkilenmemesi mümkün değildi. Okyanuslar bile dolunaydan etkilenerek geri çekilirken, insan vücudundaki suların bu etkiden nasibini almaması düşünülemezdi. Dolunay beni heyecanlandırıp duygularımı canlı tutmama yardımcı oluyordu.
Otelden çıkmadan önce dileklerimi bir kağıda yazdım ve gözlerimi kapayıp bir süre hayal kurdum. Kordon’a indiğimde dolunay ışınlarını durgun Ege Denizi’nin üzerine yansıtıyordu. Katladığım mektubumu denize attım…
Hayaller gerçekleştirilmek için vardı. Benim de nasibime dolunaylı bir İzmir gecesinde Kordon’da hayal kurmak düşmüştü…
Sonra aklıma Burcu Güneş’in söylediği şarkı takıldı.
“İçime dolan tüm korkuları, denize bıraktım sahilden…”
*
Seren Muyan
www.gencgelisim.com