Babadan kalan apartmanın bahçesine, halk arasında ismine
mezarlık ağacı da denen selvi ağaçlarından dikmişti Nuri Bey!..
Niyeti; ağaca baktığında ölümü hatırlamaktı..
Elbette ölümden kaçış yoktu..
Kime uğramıyor ki ölüm?..
İster zengin, ister fakir, ister aşçı, ister işçi, ister general, ister bakan, ister amir ister memur, ister başbakan ister gariban, ölüm bir gün gelecek, herkesin kapısını çalacak..
Bu ölçüyü iyi bilen ve bu şuurda bir hayat sürmeye gayret eden Nuri Bey’in de gayesi, dünyayı kazanmaya çalışırken ahiretin varlığını da unutmamaktı..
Apartman komşuları da onun bu düşüncesine uygun düşen kişilerdi..
Nuri Bey, bir gün, bahçeyi sularken, grup halinde yoldan geçen hanımlardan biri, Nuri Bey’e yaklaşıp sordu;
“Beyefendi, apartmanın üst katı boş gözüküyor, acaba kiralık mı?..
Nuri Bey, soruyu soran hanıma, “tutuldu efendim” demeye fırsat bulamadan,
gruptaki kadınlardan birisi sinirli şekilde lafa karıştı..
“Ne yapıyorsun Belgin?.. Deli misin Allah aşkına!..”
İsmi Belgin olan kadın hiddetli bir sesle cevap verdi; “ayol niye deli olayım
Hülya, sana yardımcı olmaya çalışıyorum, sen kiralık ev aramıyor musun?..”
Hülya devam etti;
“Ev arıyorum da Belgin, bu binadan daire kiralanır mı?.. Durumu görmüyor musun?..”
Belgin şöyle bir etrafına bakındıktan sonra sordu;
“Ben bir şey göremiyorum, sen ne görüyorsun?..”
Hülya alaycı bir ifadeyle cevap verdi;
“Ne göreceğim Belginciğim, baksana bahçeye mezarlık ağaçları dikmişler..
Bu binada her gün bunlara bakarak yaşanılır mı?.. Ruhumu karatmaya niyetim yok benim!.. ”
Ardından selvi ağaçlarından rahatsız olan kadın, son sözünü söyledi;
“Hadi yürü, oturulacak başka daire mi kalmadı, ölümü hatırlatan ağaçların olduğu yerde yaşayamam ben!..”
Kadınlar hızla uzaklaşırken, bu konuşmaları hayretler içerisinde izleyen
Nuri Bey, selvi ağacının altında öylece kalakalmıştı..
Bu olayı, yakın dostlarına “bir ibret vesikası” olsun diye anlattı..
Ancak her kafadan ayrı sesler çıktı..
Dostları arasında, “kadın doğru söylemiş” diyenler de oldu, “boş ver be Nuri Bey, takma kafana böyle zırvaları” diyenler de oldu..
Sonunda yıllar yılları kovaladı..
Bir gün öğle namazını kılmak için semt Camiine gelen Nuri Bey musalla taşında bir cenazenin olduğunu fark etti..
“Herhalde muhitten birisi vefat etti” diye düşündü..
Öğle namazını eda ettikten sonra cemaatle birlikte cenaze namazına da iştirak etti..
Cenaze imamı gür sesiyle haykırdı;
Hatun kişi niyetine!..
Namaz kılındı, dualar okundu ve cenaze 3-5 kişinin omuzlarında
defnedileceği mezarlığa doğru yol aldı..
Bu arada Cami cemaatinden bir arkadaşı, Nuri Bey’in kulağına eğilerek şunları söyledi..
“Namazını kıldığın bu kadının kim olduğunu biliyor musun?..”
Bilmiyorum, dedi, Nuri Bey..
Arkadaşı devam etti;
“Vaktiyle senin evinin önünde, mezarlık ağacı görmeye dayanamadığını haykıran bir kadın vardı ya, işte onun cenaze namazını kıldık..”
Ardından da ekledi;
“Şimdi onu götürüyorlar ve muhtemelen bir selvi ağacının dibine kazılan
mezara gömecekler..”
İşte böyle değerli dostlarım..
İnsanı tefekküre sevk ettiren, bir hikaye..
Bir başka ifadeyle; kıssadan hisse..
Umarım bir işe yaramıştır..
Ve hisse alanlardan oluruz inşallah..
Yazımıza anlamlı dörtlükle son verelim;
İbret gözüyle bakın dünya misafirhanedir..
Gelen gideni görmez, ne tuhaf bir hanedir..
Bir kefendir eni sonu zengin fakir sermayesi..
Malına gururlanan gafil değil ya nedir?..
*
SAMİ ÖZEY
17.07.2014