Yüreğinizle Gülebilir misiniz ?

0
954

Haftalık yazımı yazmak üzere bilgisayarımın başına geçtiğimde henüz ana sınıfına giden oğlum Hüseyin Erdem, yanıma geldi ve işaret parmağını kaldırarak sordu: – Babacığım, bir dakikanı alabilir miyim? Yüzümü bilgisayar ekranından oğlumun yüzüne…

 

 

 Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA
yusufyesilkaya@gmail.com

Haftalık yazımı yazmak üzere bilgisayarımın başına geçtiğimde henüz ana sınıfına giden oğlum Hüseyin Erdem, yanıma geldi ve işaret parmağını kaldırarak sordu:
– Babacığım, bir dakikanı alabilir miyim?
Yüzümü bilgisayar ekranından oğlumun yüzüne doğru çevirdim. Gözlerinin içine bakarak şöyle dedim:
– Söyle babacığım.
– Şimdi gözlerini kapat ve benim ellerimden tut lütfen.
Gözlerimi kapattım ve minik ellerinden tuttum. Beni yerimden kaldırdı, kendi odasına götürdü. Odasındaki koltuğun yanına varınca beni koltuğa oturttu.
– Şimdi gözlerini açabilirsin.
Gözlerimi açtım ve odasında olağan dışı bir şey göremedim. Duvarlara baktığımı görünce oğlum beni yönlendirdi:
– Babacığım, bana bakacaksın!
Önceki gün ailece izlediğimiz Neşeli Ayaklar (Happy Feet) isimli animasyon filmindeki pengueni taklit etmeye başladı. Filmdeki adıyla yavru penguen Mumble gibi ayaklarını bir ileri bir geri, bir öne bir arkaya getirip götürerek dans ediyordu. Filmi bir defa izlemiş olmasına rağmen çok güzel bir performans sergiledi. Ben de kendisini alkışlayarak beğendiğimi ifade etmek istedim. Dansını bitirdikten sonra yanıma geldi ve sordu:
– Babacığım, nasıl, beğendin mi?
– Çok beğendim oğlum.
– Mumble vardı ya hani…
– Evet…
– Akşam izlediğimiz Neşeli Ayaklar filmindeki penguen…
– Evet…
– İşte ben de sizin neşeli ayağınızım.
– Harikasın oğlum. Seni çok seviyorum. Tekrar göstermek ister misin?
– Evet. Hem de çok isterim. Ama sen beni izlersen yaparım.
– Tamam oğlum.
Oğlum Hüseyin Erdem, filmdeki Mumble'ın taklidini bir kez daha ve özenle yaptı. Ama bu sefer hem seviniyor hem de gözlerimin içine bakıyordu. Hüseyin Erdem'in gözlerine baktığımda adeta gözlerinin içi gülüyordu. Babası kendisini izlerken sanki yüreğiyle gülüyordu. Gösterisini bitirdiğinde tekrar alkışladım ve başını okşayıp yanaklarından öptüm. Oğlum, çok mutlu olmuştu. Ben de çok mutlu olmuştum onun gösterisini izlediğim ve onu mutlu ettiğim için. Ellerini tuttum ve dedim ki:
– Hadi babacığım, gözlerimi kapatayım, sen elimden tutarak beni bilgisayarın başına götür. Olur mu?
– Olur babacığım.
Tekrar gözlerimi kapattım ve oğlumun ellerinden tutarak bilgisayarımın başına geldim. Oğlum beni uyardı:
– Şimdi otur, gözlerini açabilirsin.
– Teşekkür ederim oğlum.
– Ben de teşekkür ederim beni izlediğin için.
Hüseyin Erdem odasına çekilip yeni oyunlar peşine düşmüştü ama ben yazımı yazmaya devam edemiyordum; çünkü oğlumun söylediği bir söz beni çok etkilemişti. Neydi o söz?: "Ben sizin neşeli ayağınızım."
Neden bizim neşeli ayağımız olmak istiyordu? Çünkü filmi ailece izlerken, bizim jest ve mimiklerimizden, güldüğümüz sahnelerden neşeli ayak rolündeki penguen Mumble'ı beğendiğimizi anlamıştı. Penguen Mumble'ın ayak hareketleriyle yaptığı o dansı beğendiğimizi de fark etmişti. Penguenin yaptığı hareketleri yaparak, sevdiğimizi bildiği bir hareketi yapmış oluyordu. Yani beğenilmek ve takdir edilmek istiyordu Hüseyin Erdem.
İnsanoğlunun Beğenilme ve Takdir Edilme İhtiyacı
Hüseyin Erdem sadece beğenilmek ve takdir edilmek istemiyordu. Aynı zamanda ilgi çekmeye çalışıyordu. Babasının kendisine zaman ayırmasını, kendisi ile ortak zaman paylaşmasını, kısacası babasının kendisi ile ilgilenmesini istiyordu. İstedikleri olduğunda ise Hüseyin Erdem'in keyfine diyecek yoktu. Babası Hüseyin Erdem'i başından savmamıştı. Haftalık yazısını bahane ederek bilgisayarın başına çakılıp kalmamıştı. Olumsuz cevapla geri çevirmemişti. Yapacağı sürprizi sabırla beklemiş ve sonuna kadar izlemişti. Dansı bittikten sonra; "Ne var oğlum bunda? Beni buraya kadar bunun için mi çağırdın? O kadar önemli işlerimi yarım bıraktırdın. Ben de önemli bir şey göstereceğini sanmıştım. Bir dahaki sefere beni böyle şeyler için işimin başından kaldırma, tamam mı!" dememişti.
Babası bunları söylemediği, sabırla izleyip kendisini takdir ettiği için Hüseyin Erdem mutluydu. Gözlerinin içi gülüyordu. Daha doğrusu Hüseyin Erdem, yüreğiyle gülüyordu.
"Ana sınıfına giden bir çocuk bütün bunları nasıl anlar?"
"Amma da abartmışsın ha!"
"İyi ki çocuğunla ilgilenmişsin, durmadan reklâm yapıyorsun."
"Kendi çocuğun, tabi ki ilgileneceksin."
"Yani gerçekten hoş bir örnek, helal olsun…"
Bu ifadelerden hangisini kullanmak istersiniz bilmiyorum ama ana sınıfına gidiyor olsa bile çocuğuma değer verdiğimi hissettirmiş olmak beni mutlu ediyor. Aslında her insan birey olarak değer verilmeyi hak etmiyor mu? Her birimizin yüreğinin bir köşesinde beğenilme ve takdir edilme duygusu yatmıyor mu? Çok yorucu bir iş yaptığımızda bize şu ifadelerden birini söylediklerini düşünün:
"Teşekkür ederim."
"Eline sağlık. Çok güzel olmuş."
"Yaptığın işe zarafetini katmışsın yine."
"Harika iş çıkarmışsın."
Bu ifadelerden birini ya da birkaçını işittiğimizde, söyleyen kişinin yüz ifadelerinden, memnun olduğunu da hissederek bu sözleri duymuş olsak, yaptığımız işten kaynaklanan bütün yorgunluğumuz gider mi gitmez mi? Elbette gider. Çünkü insanız. Doğamızda var takdir edilme beklentisi.
Yaşadığımız hayatın tadına varmak ve çevremizdeki insanların da hayatını tadını çıkararak yaşamalarını sağlamak istiyorsak, yüreğimizle gülebilmeli, etrafımızdaki insanların da yüreğiyle gülmelerine katkıda bulunabilmeliyiz. Yüreğiyle gülebilmek hem çok zordur hem de çok kolay. Peki, nedir o halde yüreğiyle gülebilmek?
Yüreğiyle gülebilmek; yaşama dört elle sarılabilmektir. Hayatın tadına varabilmektir. Yaşıyormuş gibi yapmadan yaşamaktır hayatı. Yüzündeki ve zihnindeki maskelerden arınarak, kendin olmaktır. Gülerken kahkaha atmak değildir yüreğiyle gülmek. Küçücük bir tebessüm olsa bile o tebessümün hakkını vermektir. Gülerken gözlerinin içi gülmektir, yüreğiyle gülmek. Yaşama coşkusunu iliklerine kadar hissetmektir. Bütün yaşadıklarınla birlikte mutlu olmak ve mutlu etmektir…
Adam Yerine Koymak ve
Empati Kurmak
İnsan olarak sadece kendi mutluluğumuzu temin etmek için çalışmak beyhude bir çabadır; çünkü insanı çevresinden koparıp tecrit edemezsiniz. Duygularını dışarıya yansıtmayacak şekilde izole edemezsiniz. Yani ağladığımızda üzüntümüzün fark edilmesini, kahkahalarımızda sevincimizin ve coşkumuzun görülmesini isteriz. Fark edilmenin ve görülmenin ötesinde, yaşadığımız duygulara çevremizdeki insanların ortak olmasını bekleriz. Zira sevincimiz ve kederimiz paylaşıldığında bu duyguların yoğunluğunda artma veya eksilme meydana gelir. Hani sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler paylaşıldıkça azalır dedikleri gibi duygularımızın yoğunluğu da yerinde saymaz. Bazen bir ileri bazen iki geri hareket edebilir.
Duygularımızı paylaşmasını istediğimiz insanlar, genellikle aidiyet bağı ile bağlı olduğumuz insanlardır. Anne, baba, kardeş, çocuk, arkadaş grubu, komşular, iş arkadaşları… Bu duygusal paylaşım, toplum olarak bizim kültürümüzde fazlasıyla mevcuttur. Arkadaşımızın düğününe ya da herhangi bir yakınımızın cenazesine iştirak etmemiz bu paylaşımın en büyük kanıtıdır.
Sevinçlerine ve kederlerine ortak olduğumuz insanlara bir mesaj veririz aslında.
"Bak arkadaş! Ben sana değer veriyorum."
"Seninle ilgileniyorum."
"Seni adam yerine koyuyorum."
"Yeri geldiğinde sen de benimle ilgilen ve beni adam yerine koy!"
Adam yerine koymak ve adam yerine konulmak, hem toplumsal hem de bireysel olarak en öncelikli ihtiyaçlarımızdandır. Herhangi bir karşılık beklemeden değer vermek, insanlara iyilik yapmak çok güzel bir davranıştır. Ancak biz Hz. Mevlana veya Hacı Bektaşi Veli değiliz. Yani bu işte de empati lazım diyoruz. Değer görmek istiyorsak, önce biz insanlara değer vermek durumundayız.
Karşılıklı saygı, sevgi, hoşgörü, nezaket olduğu zaman hem biz yüreğimizle gülebiliriz hem de çevremizin yüreğiyle gülmesine katkıda bulunmuş oluruz.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız