Kahramanlar

0
865

Kahramanlar

Bazı toplumlar ciddi krizler geçirirler ya da tamamen yok olurlar. Diğer toplumlar ise bilgece bir güzellik içinde hayatlarını düzenlerler. Bu iki örnek sadece devlet adamları, milletvekilleri, senatörler ve üst düzey yöneticileri de toplumu oluşturan tüm bireylerin ilgilenmesi gereken meselelerdir. Erkekler ve kadınlar, ihtiyarlar ve gençler, şehirliler ve köylüler, beyin gücüyle veya beden gücüyle çalışanlar bu meseleler üzerine kafa yormalıdırlar.

Devletlerin gücü ve zayıflığı, toplumun gelişmesi ve gerilemesi, yalnızca devlet adamlarının yönetim yeteneğinden veya yeteneksizliğinden kaynaklanmaz. Devlet adamları iyi veya kötü, kahraman veya zalim olsun, onlar kendi toplumların birer yansımasıdır. Onlar milli ruhun birer kopyasıdır. Onlar halkın içinden doğmuştur. Bir toplum nasılsa, yöneticileri de kendisi gibidir. İşte bundan dolayı, “Her toplum layık olduğu idareye ve idarecilere sahip olur.” denilmiştir.

Ne yazık ki pek iyi anlaşılmayan bu gerçeği biraz daha açıklamak için eskiden beri tartışılan felsefi ve tarihi bir mesele üzerinde durmama izin verin. Mesele şudur:

Milletlerin tarihini kim meydana getirir?

Devlet ve insanlık tarihindeki büyük olaylar kimler tarafından yönlendirilir ve yönetilir?

Bağımsız bireyler tarafından mı? Yani bazı tek başına büyük adamlar -büyük İngiliz düşünürü Carlyle’ın dediği gibi- kahramanar tarafindan mı?

Yoksa bütün toplumun gayret ve ruhunun dirilerek yaygınlaşması sayesinde mi?

Carlyle birinci görüşü savunmuş ve bunu ispat etmiştir. İkinci görüşü savunan da Tolstoy olmuştur.

Carlyle “Kahramanlar ve Tarihte Kahramanlıklar” adı eserinde kahramanları ve meydana getirdikleri kültürel kavramlar üzerinde duruyor. Carlyle’a göre millet cansız bir kil tabakasından ibarettir. Eğer bir sanatkarın eline geçmezse, sonsuza kadar şekilsiz ve eylemsiz olacaktır. Fakat Cesar, Napoleon, Büyük Petro, Sokrates, Hz. Muhammed gibi bir sanatkar, bir büyük adam, bir kahraman çıkıp da bu kili eline alacak olursa, ona istediği şekli verebilir.

Cengiz Han, Asya’nın steplerinden milyonlarca insanı topladı. Çin, Hindistan, kan ve eski Rusya’yı aldı.

Peter Amiyenski, Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak için bütün Katolik Avrupa’yı ayaklandırdı.

Martin Luther reformlar yaptı.

Neronlar, Kaligulalar, Roma’yı yakıp yıktılar.

Bismark’ların ve Hohenzollern’in politikası Almanya’da dehşetli sarsıntılara neden oldu.

Carlyle’ın göre toplumların hatta bütün insanlığın tarihini yapanlar, kuvvetli, zeki ve yetenekli bireylerdir. Yani kahramanlardır.

İşte Ramses’ler, Romulus’lar, Themistokl’ler, Lutherler, Sismark’lar ve diğer benzer isimler hep bu tür insanlardır.

Tolstoy ise Carlyle’ın tamamen tersini ileri sürerer; “Hayatı yaratan, olayların yönünü çizen ve bunların karakter ve rengini veren tek başına kişiler, Napolyon’lar değildir, toplumun kendisidir.”

Diğer taraftan Thomas Carlyle; “Halk yerde yatan ve çürüyen bir saman gibidir. Büyük adamlar, yani kahramanlar ise gökten düşen, samanı tutuşturan, toplumu canlandıran ve eyleme geçiren bir şimşek gibidir.”

Tolstoy başka bir örnek vererek şunları söylüyor: “Denizlerde büyük, çok büyük bir geminin hareket ettiğini düşünün. Hareket ederken geminin önünden sular bir şerit halinde kaçıyor. Bu su şeridinin gemiyi sürüklediğini kim iddia edebilir? Çok açıktır ki, bu su akımını geminin kendisi yapıyor, kendi önünde kovalıyor. Kuvvet geminin kendisindedir. Akan sular ise bunun sonucudur.”

Bir toplum hareket gücü oluşup yürüyünce, kendiliğinden harekete geçmiş oluyor ve önündeki suları kovalıyor. Onu ve beklentilerini ifade eden bir kişiyi kendisine rehber olarak seçiyor.

Savaş ve Barış romanının yazarı olan Tolstoy, eğer Thomas Carlyle’ın “kahraman-şimşek” benzetmesini kabul etmiş olsaydı, şöyle derdi: “Evet, büyük adam bir kahramandır, bir şimşektir. Fakat toplum ne kil tabakası, ne de saman yığınıdır. O şimşeği meydana getiren toplumun kendisidir. Ne zaman bir bulut kümesi elektrik haline gelirse, şimşek kendiliğinden meydana gelir. Eğer bulutta elektrik yoksa, hiçbir zaman şimşek meydana gelmez. Yalnız, bulut nemli bir buhar halinde toplanır. Toplumlar da böyledir. Eğer bir millet büyüklük ve kahramanlık özelliklerine sahip ise ondan şimşekler doğar, kahramanlar çıkar. Eğer halk kitlesi soğuk ve nemli bir buhar yığıntısından ibaret ise hiçbir kuvvet ondan şimşek çıkartamaz.”

İlk bakışta bu iki görüş birbirine zıt görünüyor. Bunlardan birini seçmek gerekiyor.

Carlyle mı haklıdır, yoksa Tolstoy mu haklıdır? Ashnda Carlyle ile Tolstoy’un görüşleri arasındaki çelişki görünüştedir. Gerçekte Carlyle ile Tolstoy birbirine karşı değildir. Bu iki görüş birbirlerini tamamlar. Burada; ya Carlyle ya Tolstoy tercihi yapmak gerekmiyor. Carlyle haklıdır, Tolstoy da haklıdır. Bunlar paranın iki yüzü gibidir. İki görüş de bir gerçeğin diğer yarısıdır.

Kahraman, halkı heyecanlandırır ve alevlendirir. Fakat onu yine halktan aldığı ateş ve heyecanla yakar. Mesela bir merceği ele alalım. Öyle yapılmıştır ki, belli bir sahaya dağılmış olan güneşin ışığını bir noktada toplar. Güneşin binlerce ışığının bir yere toplanmasından parlak bir nokta meydana gelir. Bu kuvvetli nokta odun, kağıt, saman gibi şeyleri yakar; taşı, camı ve demiri kızdırır.

Kahramanlık özellikleri taşıyan kişiler de mercek gibidir. O kendi şahsın- da milletin kuvvetlerini ve meziyetlerini toplar; bununla milyonlarca halkın ruhunu tutuşturur. Fakat hava bulutlu olur ve güneşin ışınlarından mahrum kalırsa, o zaman hiçbir mercek bir kar taneciğini eritmeye, bir su damlacığını bile ısıtmaya güç yetiremez.

İsviçre peyniri yalnız dağlarda otlayan ineklerin sütünden yapılır. Değişik zamanlarda ve milletlerde yetişen adamlar da böyledir. Onlar çiçek açmağa başlayan bir milletin latif rayihasıdırlar.

Napoleon, eski barış sever Çin’de değil, Fransa’da yetişmiştir. İngiltere, “Hayatta kalma mücadelesi” öğretisini ortaya atan Darvin’i ortaya çıkarmıştır. Rusya ise direnişsizliğin havarisi olan Tolstoy’u yetiştirmiştir. Bunun tersi mümkün değildir.

Her zaman ve her mekanda durum böyledir. Almanya’yı I. Dünya Savaşı’na sokan Il. Wilhelm değildir. Fakat Alman’ların cengaver ruhu Bismark’larda, Wilhelm’lerde, Hindenburg’larda ve Ruhrbach’larda vücut bulmuştur. Roma’yı Neron’lar, Karakalla’lar ve Komod’lar yıkmamıştır. Fakat her şeyde ihtiras sahibi olan İspanya Loyola’yı, Almanya ise Krupp’u yetiştirmiştir.

Her toplum, iktidarın başına ya kudretli ya da kudretsiz adamları geçirir. Bunlardan hangisinin iktidarın başına geçeceği milletin manevi seviyesine ve hayatına bağlıdır.

Millette toplanmış iyi bir şey var mı, yok mu? Ya da toplanıyor mu? Milletin aklı, iradesi, vicdanı olgunlaşıyor mu ya da çürüyor zehirleniyor mu? Aşağı ve hatta sefil bir hayat içinde heba olup gidiyor mu?

Burada kişilerin hayat tarzı ve eylemleri öne çıkar. Biz kendi ülkemizde ne yapıyoruz? Toplumun geleceğinde nasıl bir rol oynuyoruz?

Güney denizlerinde mercan adaları vardır. Mercanlar alelade kil türü bir yapıya sahiptir. Küçük polipler, kendi vücutlarından birtakım organik maddeler salgılarlar, ama bunların farkına varmak güçtür. Fakat bu salgıların birikmesiyle zamanla birçok adacıklar meydana gelir. Hatta meydana gelen bu adalarda insanlar bile yaşayabilir.

Yine güney ülkelerinde farklı cins küçük karıncalar vardır ki, o bölge halkı tarafından tam bir afet olarak görülür. Onlar bütün ahşap evleri ve içindeki mobilyaları yerler. İnsanlar o bölgelerden göç etmek zorunda kalır.

Şimdi de, kendi ülkemizin durumuna bir göz atalım. Eylemlerimiz hangi niteliğe sahip? Yapıcı m yoksa yıkıcı mı?

Ülkenin mutluluğunu, milletin onurunun ve şerefinin halkın iradesine bağlı olduğunu ispatlayan çarpıcı bir örnek olması açısından küçük ve fakir bir ülkeyi gösterebiliriz: Burası iki milyon kadar nüfusu bulunan Fınlandiya’dır.

Avrupa’nın kuzeyinde bulunan Finlandiya’nın sert bir iklimi vardır. Havası genellikle sislidir. İlkbaharda bile donlar devam eder. Ağustos’tan itibaren soğuklar başlar. Arazi de oldukça kötüdür. Ülkeden pek çok alan çıplak granit kayalar ile kaplıdır. Diğer yerleri ise alçak ve bataklıktır. Yer altı kaynaklarından mahrum olan bölgede, tarım çok zor şartlarda yapılır. Ve ülke hiçbir zaman tam bağımsız olamamıştır. Bazen bir komşunun, bazen diğer komşunun yönetimi altında bulunmuştur.de e girmiştir.

Finler kendilerine “Suomi” derler ve çok sevdikleri ülkelerini “Suomi” diye tanımlarlar ki bu, “bataklık arazi” anlamına gelmektedir.

 

kaynak: beyaz zambaklar ülkesi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız