Evliya Çelebi: Tatlı Dilli, Güleç Yüzlü, Halk Bilgesi Bir Gezgin

0
894

On yedinci yüzyılın renkli yüzlerinden Evliya Çelebi (1611-1682), çocukluğunda çevresindeki kişilerden dinlediği başka diyarlara ilişkin öyküler, söylenceler ve masalların etkisiyle seyahate büyük bir eğilim gösterir.
On cilt olan ve yaklaşık altı bin sayfayı bulan 'Seyahatname'sinin başında, bir gece rüyasında Hz. Muhammed'i gördüğünü ve heyecandan "Şefaat ya Resullullah" diyecek yerde, dili sürçüp "Seyahat ya Resulullah" dediğini, öylece duasının kabul edilip gezgin olduğunu tatlı bir dille anlatır.
Rüyayı gördüğü gecenin sabahı erkenden, doğruca Kasımpaşa dergâhı şeyhi Abdullah Dede'nin yanına varır. Ona rüyasını anlatıp yorumunu bekler. Abdullah dede de, ona İstanbul'dan başlayarak gezebildiği …

 

Güngör Özyiğit
bilgi@gencgelisim.com

 

On yedinci yüzyılın renkli yüzlerinden Evliya Çelebi (1611-1682), çocukluğunda çevresindeki kişilerden dinlediği başka diyarlara ilişkin öyküler, söylenceler ve masalların etkisiyle seyahate büyük bir eğilim gösterir.

On cilt olan ve yaklaşık altı bin sayfayı bulan 'Seyahatname'sinin başında, bir gece rüyasında Hz. Muhammed'i gördüğünü ve heyecandan "Şefaat ya Resullullah" diyecek yerde, dili sürçüp "Seyahat ya Resulullah" dediğini, öylece duasının kabul edilip gezgin olduğunu tatlı bir dille anlatır.

Rüyayı gördüğü gecenin sabahı erkenden, doğruca Kasımpaşa dergâhı şeyhi Abdullah Dede'nin yanına varır. Ona rüyasını anlatıp yorumunu bekler. Abdullah dede de, ona İstanbul'dan başlayarak     gezebildiği her yeri gezmesini ve gördüklerini kaleme almasını öğütler. İnandığı bir büyüğünden bunu duyan Evliya Çelebi, içindeki gezme aşkının ateşiyle vurur kendini yollara. Önce bin bir çeşit rengi ve çeşniyi içinde barındıran güzeller güzeli İstanbul'u köşe bucak gezer dolaşır. Ve gördüklerini, yaşadıklarını insanı büyüleyen, biraz abartılı ama tatlı mı tatlı bir dille anlatır.

Dünyaya Sığmayan Delikanlı Ruh

Güleç yüzü, tatlı dili sayesinde, dayısı Melek Ahmet Paşa'nın ricasıyla padişah IV. Murat'ın sohbet arkadaşı olur. Ama kimse onu gezmekten alıkoyamaz, o yüzden evlenmez bile. Seyahat onun varoluş nedeni ve yaşam tarzı olur. Bir gün Bursa'ya gitmeye karar verir ve bundan ailesini haberdar etmez. Dönüp eve geldiğinde babası onu "Safa geldin Bursa seyyahı" diye karşılar. Çelebi şaşırır. Bunu nasıl öğrendiğini babasına sorar. O da düşünde evliyaları gördüğünü, oğlunun seyyah olacağını, buna rıza göstermesi gerektiğini bildirdiklerini söyler. Ve yolunun açık olmasını dileyerek öğütlerini bir bir sıralar: "İyi adını kötüye çıkarma ve kötüyle yoldaş olma; zararını çekersin. Yürü ileri, geri kalma, alay bozma, tarla basma. Davetsiz bir yere varma. Varırsan korkusuz yere, namuslu kimseye var. Her mecliste işittiğin sözleri aklında tut. Evden eve söz gezdirme…"

Evliya Çelebi, babasının bu sözlerini kulağına küpe ederek, uzun ömrünün elli yılını seyahat ederek geçirir. Kendisini "Seyyahi alem ve nedimi beni adem Evliyayi bî-riya" (Dünya gezgini ve insanoğlunun dostu riyasız Evliya) diye tanıtan bu sevimli insan, hayatın bütün zevklerini ve lezzetlerini yolculuklarda bulur.

Dünyaya sığmayan bu delikanlı ruh, gezip görme coşkusunu her yaşta sürdürür. Andre Gide gibi 'dünya nimetleri'nin her türünü tatmak ister. Bu serbestlik arzusuyla görülmedik dünyalara doğru, bilinmedik denizlerde yelken açar ve özgürlük rüzgarıyla yol alır.

Seyahatname 17. yüzyıl Anadolu'sunun bütün kentlerini, yaşayışını, olayları ve önemli kişileri inceden inceye anlatır. Bu bakımdan yüzde yüz sağlıklı bir belge sayılmasa bile, tarih, sanat, folklor ve toplumbilim araştırmaları için bir başvuru kaynağı olur.

10 Parmağında 10 Marifet Bir Seyyah

Evliya Çelebi; ufak tefek, çevik, iyi at binici, iyi yüzücü ve kılıç kullanmasını bilen bir kimsedir. Aynı zamanda hattat ve nakkaştır. Şiir söyler, sonsuz lezzetli bir üslûpla yazı yazar, beste yapar. Müzikten, nakıştan, tezhipten (süslemeden), sazdan sözden iyi anlar. Mizaha, taklide ve nükteye düşkündür. Yazılarında mizah ve resim unsurlarını ustaca kaynaştırır. Gördüğünü yüzünüzde tatlı bir tebessüm estirerek size de gösterir sanki. Yaşadığının tadına vararak, keyfini çıkararak, kaliteli bir yaşamın sefasını sürer.

Trabzon'u anlattığı bir yazısında sözü hamsiye getirerek şöyle der: "Ama hepsinden ziyade Lazların üzerine düştükleri, alım-satımlarında ceng-ü cidal (mücadele) ettikleri hamsi balığıdır. 'Hamsin'de (Ocak 17'den sonraki günler) çıktığı için 'hamsi' dahi derler. 'Bir makrama hamsi ver!' diyerek nazik sırmalı makramalara balığı koyup reftar ederler (salınarak yürürler). Balığın suyu akarak giderken, bazıları suyun aktığına acıyarak; 'Bre balığın suyunu akıtırsın, suyuna bir pilavcık salsana!' diye latife ederler; şu beyitleri de söylerler:

Trabzon'dur yerimuz
Akça tutmaz elimuz
Hamsi balık olmasa
Nic'olurdu halimuz"

Az Gitti Uz Gitti, Dünyayı Başucumuza Getirdi

Evliya Çelebi, Azak Seferi'ne katılarak Kırım'a gider. Azak Kalesi elimize geçtikten sonra da, Kırım Han'ından izin alarak, 18 esirle birlikte bir gemi ile Karadeniz'e açılır. Gel gör ki, deniz kudurur. Gemi batar. Herkes bulabildiği bir sandala atlar… Evliya boğulup gitmekten nasıl kurtulduğunu "Bir Deniz Macerası" adı altında bakın o tatlı üslubuyla nasıl anlatır: "Üçüncü gün, öğle vakti, bir dalga gelip sandalı devirdi. Hakir de baş aşağı deryaya düştüm. Can havliyle yüzücülükte çok usta olduğum için, el kol atarak, çabalayarak ilerliyordum. Meğer, o her şeyi yapmaya gücü yeten kurtarıcı Tanrı'nın arzusu bu hakiri kurtarmakmış. Yüzmekte iken bir de baktım ki, evvelce sandalımıza dokunan uzun ve enli tahta yanımdan geçiyor… Hemen atıldım. 'Şu amansız Karadeniz'de boğulmaktan ise, şu levhaya sarılayım' diyerek sarıldım ve bindim. Güya Hazreti Hızır'a kavuşmuştum. Sandaldaki arkadaşlardan hiçbiri yoktu, galiba boğulmuşlardı. …Henüz sahil mahil belli değil; fakat Allah'a şükür, güneşin harareti ziyadeleşti. Deryanın dalgaları yavaşladı. Gündoğusu rüzgarı bizi süre süre götürüyordu. Üçüncü gün, birtakım dağlar belirmeye başladı. Öğle zamanı da deniz dalgaları bizi sahile bıraktı. Takatsiz ve mecalsiz, kumlar üzerine düştüğümü bilirim…"

"Seyahatname" bir yanıyla, Çelebi'nin kendini anlattığı eşsiz bir otobiyografidir. Burada Evliya'nın ruh samimiliği sizi bütünüyle sarar ve kendine bağlar. Onun içtenliğini içinizde hissedersiniz. Evliya Çelebi hayatı boyunca gezer dolaşır, yer içer, kâh cefa çeker, kâh safa sürer. Yedikleri içtikleri onun olur. Gezip gördüklerini ise, öyle güzel anlatıp yazar ki, dinlemeye de okumaya da doyum olmaz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız