Hayatı okuyabilmek, hayatta bilge bir insan olarak varoluşu sürdürebilmek ve bu varoluşun inceliklerini diğer insanlarla paylaşmak adına ortaya koymak ise bir erdemdir. Bu erdeme sahip insanlardan birisi de İranlı düşünür Şirazlı Sadi’dir. Sadi, eserlerindeki hayat dersleriyle her çağdaki insanın kişisel gelişimi için ışık olacak, bir hayat kılavuzu gibi kullanılabilecek örnekler içeren hikâyeler anlatmıştır. Hayat sandığımıza koymamız için adeta bir hazine sunmuştur. Bu hazinelerin birçoğunu içeren eserlerinin en ünlüleri “Bostan” ve “Gülistan”dır. Bugün bu hikâyelerden habersiz olan birçok insan hayat çıkmazlarında kaybolmuştur.
NİYAZİ FIRAT ERES
niyazieres@yahoo.com
www.sibermekan.com/nfe
Hayatı okuyabilmek, hayatta bilge bir insan olarak varoluşu sürdürebilmek ve bu varoluşun inceliklerini diğer insanlarla paylaşmak adına ortaya koymak ise bir erdemdir. Bu erdeme sahip insanlardan birisi de İranlı düşünür Şirazlı Sadi’dir. Sadi, eserlerindeki hayat dersleriyle her çağdaki insanın kişisel gelişimi için ışık olacak, bir hayat kılavuzu gibi kullanılabilecek örnekler içeren hikâyeler anlatmıştır. Hayat sandığımıza koymamız için adeta bir hazine sunmuştur. Bu hazinelerin birçoğunu içeren eserlerinin en ünlüleri “Bostan” ve “Gülistan”dır. Bugün bu hikâyelerden habersiz olan birçok insan hayat çıkmazlarında kaybolmuştur. Hikâyelerin kahramanları ve onların nezdinde insanlığa dersler sunan, uyaran bu hazineden, ancak hayatla ilgili sırları arayan, hayatı daha iyi okuyanlar faydalanabilmektedir.
Sadi’nin “Bostan” adlı eseri; ahlak, terbiye, tevazu, mertlik, adalet, kanaat gibi çeşitli konu ve kavramların hikâyelerle ele alınarak zenginleştirilen on bölümden oluşmuştur. “Gülistan” ise hükümdarların hal ve hareketlerini, derviş ahlakı, kanaat ve fazilet, gereksiz konuşmanın zararları, susmanın faydaları, sevgi ve gençlik gibi konularının üzerinde durulduğu sekiz bölümden oluşmaktadır.
Bostan’daki Hazineler
Şimdi Sadi’nin hazine sandığından günümüze ulaşan mücevher değerindeki nasihatlerin gizlendiği hikâyeleri inceleyelim.
Sadakat: Padişahın emri ile bütün köleler bir devenin yıkılması sonucu parçalanan ve içindeki hazinelerin ortaya saçıldığı sandığı yağmaya gitmişler. Fakat Ayaz adlı köle padişahın emrini yerine getirmeyerek yağmaya gitmemiş. Sonrasında padişah Ayaz’a “Yağmadan ne getirdin?” diye sorunca; hiçbir şey getirmediğini çünkü padişahın hizmetini bırakamadığını, padişahın arkasından gittiğini söyleyerek cevap vermiş.
Bu hikâyede kölenin sadakati efendisinin emrinden daha büyük bir erdemle karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde ise birçok insan bu erdemden nasibini dahi almamıştır. Sadakat, hayatımızın her aşamasında bizi diğerlerinden ayıran, ilişkilerimizde karşı tarafa güven veren ve takdir edilen bir özelliktir. Tarihin her sayfasında sadakat ödüllendirilmiştir.
Kötülüğe karşı iyilikle karşılık vermek: Adamın biri bütün zamanını ibadet ederek geçiren bir kölenin yanından geçerken onun başka bir dinden olduğunu zannederek ensesine bir yumruk vurmuş. Bunun üzerine köle de gömleğini çıkarıp adama hediye ederek karşılık vermiş. Adam bu durumdan utanarak köleden kendisini affetmesini istemiş.
Kölenin yediği bu yumruğa karşılık gömleğini çıkartıp adama verme davranışı, karşısındaki kişinin kendi davranışının yanlış olduğunun farkına varmasını sağlayarak kalıcı bir davranış değişikliğinin ilk adımını atmıştır.
Tatlı dilli ve güler yüzlü olmak: Bal satan güler yüzlü bir gencin hikâyesini anlatır Sadi. Bu bal satıcısı gencin güler yüzü sayesinde çok fazla müşterisi varmış. Genç adamın sattığı zehir bile olsa herkes onu alır içermiş. Bir gün asık suratlı, kaba saba bir adam bu gencin satışının fazlalığını görmüş ve kazancını kıskanmış. Ertesi gün kendisi de asık ve ekşi suratıyla bağıra çağıra bal satmaya çalışmış; ancak günün sonun da tek dirhem bal dahi satamamış. O gün para kazanamamış olan adam asık suratla eve döndüğünde eşi “Suratı ekşi olanın balı da ekşi olur” demiş.
Sadi de “Çirkin tabiat adamı cehenneme götürür. Çünkü iyi huy cennetten gelmiştir. Irmak kenarından sıcak su iç de, ekşi suratlının soğuk gül şerbetini içme. Suratı sofra gibi karmaşık olan bir adamın ekmeğini yemek haramdır.” diye nasihat eder.
Boş söz söylemek ve gurur: Bir akbaba, çaylağa uzağı kendisinden daha iyi kimsenin göremeyeceğini iddia etmiş. Bunun üzerine çaylak; “Bunu söylemek yetmez. Gel bakalım, ovanın etrafında ne görüyorsun?” demiş. Akbaba da bir günlük yol mesafesi kadar bir yükseklikten aşağılara bakmış ve “Eğer inanırsan, ovada bir buğday tanesi görüyorum.” diye cevap vermiş. Çaylak hayret etmiş. Sonrasında sabredemeyip her ikisi de aşağı doğru süzülmüşler. Akbaba, küçücük bir buğday tanesini görebilme üstünlüğünün gururuyla buğday tanesinin yanına konduğu anda pençesini bir tuzağın ipi sıkmış. Akbaba tuzağa düşmüş.
Bu hikâyede, boş sözle ve gereksiz bir gururla yararlı bir iş yapılamayacağı ve yapılacak işin ise insanın başına dert olabileceği anlatılmıştır.
Hainlik: Bir adam kurt yavrusu besliyormuş. Sonunda küçük yavru iri bir kurt haline geldiğinde kendisini besleyip büyüten sahibini parçalayarak öldürmüş. Sadi, bu hikâyesinin sonunda yine uyarı yapar ve şöyle der: “Seni parçalayacak düşmanını nimetle besleme.”
Birçok insan; bir arkadaşı, dost sandığı bir kişi tarafından ihanete uğradığından şikâyet eder ve sonucunda toplumda kimseye güven duymayan insanlar haline gelirler. Kurt karakterli kişileri tanımayan, tanısa da ısrarla onlara nimetler sunan kişiler, uğradıkları ihanetlerle büyük zararlara uğrarlar.
Cimrilik: Parasını harcamaya kıyamayan bir adamın hikâyesiyle cimrilik konusunda insana ders verilmek istenmiştir. Bir zamanlar cimri bir adam, kazandıklarını harcamıyor, biriktiriyor ve kimseye de yedirmiyormuş. Altının, gümüşün, malın esaretinde hayatını sürüyormuş. Babasının bu davranışını tasvip etmeyen oğlu bir gün, babasının altınlarını nereye sakladığını görmüş ve altınları gömülü olduğu yerden çıkartarak yerine bir taş koymuş. Oğul, daha sonra tüm altınları bol keseden büyük bir savurganlıkla harcamış. Her şeyi rehinciye konan cimri adam ise kahrından neredeyse ölecek hale gelmiş ve bütün gece boyunca uyuyamazken; oğlu sabahlara kadar eğlenmiş. Sabah olduğunda ise babasına;”Babacığım, para ancak yemek ve harcamak içindir. Saklamak içinse ha altın olmuş ha taş olmuş, hepsi bir” demiş.
Burada cimrilik yerilirken oğlun yaptığı savurganlığa da dikkat çekilmiştir. Hikâye “Yemeyenin malını yerler” sözünü tekrar hatırlatmakta ve insanı uyarmaktadır.
Bu hikâye, bankada parası varken yoksul biri gibi yaşayan günümüz insanına da bir gönderme yapmaktadır.
Açgözlülük: Yaşlı bir kadının beslediği bir kedi, kadının fakirleşmesi üzerine daha iyi beslenebilmek ve daha fazla yemek yiyebilmek için dönemin padişahının misafirhanesine gitmiş. Fakat padişahın muhafızları ok atarak kediyi kovalamışlar. Canını zor kurtaran kedi tekrar yaşlı kadının yanına dönmüş.
Bu açgözlü ve kanaatkârlıktan nasibini almamış kedi, bir lokma fazla yiyecek uğruna az daha canından olacaktı. Kanaatkârlık, özellikle doğu öğretilerinde, kültürel yapılarında, inanç ve ahlak sistemlerinde önemli bir yer tutar. Kanaatkârlık bir zenginlik olarak görülür.
Fitne: Bir sabah adamın biri padişahın huzuruna çıkmış. Padişaha dualar edip el etek öptükten sonra, vezirin aslında padişaha düşman olduğunu, bütün askerlere gizlice para verdiğini, padişah öldükten sonra parayı geri almayı şart koştuğunu söylemiş. Padişah da veziri huzuruna çağırtarak neden böyle dost gibi davranarak aslında düşman olduğunu sormuş. Vezir bütün saygısıyla padişahı selamladıktan sonra, ordu mensuplarına parayı padişahın ölümünden sonra geri alma şartı ile verdiğini, böylece bu kişilerin parayı geç vermek için padişahın ömrü için dua edeceklerini söylemiş. Vezirinin sözleri hoşuna giden padişah veziri terfi ettirmiş. Burada bir fitne karşısında padişahın akl-ı selim hareketi ile gerçek anlaşılmıştır. Zira padişah işin aslını öğrenmek için soğukkanlılığını korumuş ve veziri de dinleyerek gerçeği ortaya çıkarmıştır.
Kusuru yüze vurmak: “Bostan”da, bazı kelimeleri telaffuz edemeyen fakat başka yeteneklere sahip bir gencin hikâyesi çıkar karşımıza. Bu yetenekli genç, dilinin dönmemesi sebebiyle “ebced” kelimesini doğru bir şekilde söyleyemiyormuş. Sadi bir gün gönül dostlarından birine bu gençten bahsederken ön dişlerinin olmadığını da söylemiş. Sadi’nin gencin kusurlarını ortaya koyan bu sözünden yüzü kızaran ve utanan gönül dostu, bir daha böyle kusurları başkasının arkasından söylememesi için Sadi’yi uyarmış. Gencin bu kusuruna karşılık birçok yeteneğinin olduğunu, kusurları görüp de bu yetenekleri geriye atmamak gerektiğini söylemiş.
Sadi, anlattıklarının dışında iyi yönleri görebilen, olumlu ve iyimser bir düşünceyle hareket eden insanların ahirette de iyiliklerle karşılaşacağını, kötülüklerden uzak olacağını söylemiştir. Erdem sahibi insanların kusurları, erdemlerinin önünde görülmemelidir. Erdemlerin yok sayıldığı ve kusurlara odaklanılan her ortam bir olumsuzluklar denizi oluşturur.
“Bostan” günümüze kadar ulaşan hikâyeleriyle ve bu hikâyelerin evrenselliğiyle hala insanlara gerçek bir sosyal ve kişisel gelişim fırsatı sunmaktadır. Çünkü bu erdemli eser insanlar için yazılmıştır.
Kaynak: Doç. Dr. İ. Çetin DERDİYOK, Sadi’nin Bostanı ve Ezop Masalları’nda Ortak Temalar, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. XII, Sayı: 12, Adana 2003, s. 1-4.