1972 yılının yaz aylarıydı. Komşumuzun küçük kızı Figen, evlerine televizyon aldıklarını övünerek anlatıyordu. O güne kadar adını çok duyduğumuz televizyonu gazete reklamlarında veya mağazalarda görmüştük sadece. Radyonun resimlisi ile nihayet tanışma fırsatı, komşumuz Figen sayesinde gerçekleşti. Üç kardeş, bir bahane ile komşumuzun kapısını çaldık. Figen bizi hışımla karşıladı. Ben, kardeşlerimin sözcüsü olarak “Televizyon seyretmek istiyoruz. Bizi içeri alır mısın?” dedim. Figen çok kıymetli televizyonunu bizimle paylaşmak istemiyordu. Kapıyı yüzümüze kapamak istedi. Ama biz, televizyonu görmek sevdasıyla yüklendik kapıya. O anı asla unutmayacağım. Zorla içeri girdik. Şimdi bu satırları yazarken, kendimi tebessüm etmekten alamıyorum.
İBRAHİM HALİL AY
bilgi@gencgelisim.com
1972 yılının yaz aylarıydı. Komşumuzun küçük kızı Figen, evlerine televizyon aldıklarını övünerek anlatıyordu. O güne kadar adını çok duyduğumuz televizyonu gazete reklamlarında veya mağazalarda görmüştük sadece. Radyonun resimlisi ile nihayet tanışma fırsatı, komşumuz Figen sayesinde gerçekleşti. Üç kardeş, bir bahane ile komşumuzun kapısını çaldık. Figen bizi hışımla karşıladı. Ben, kardeşlerimin sözcüsü olarak “Televizyon seyretmek istiyoruz. Bizi içeri alır mısın?” dedim. Figen çok kıymetli televizyonunu bizimle paylaşmak istemiyordu. Kapıyı yüzümüze kapamak istedi. Ama biz, televizyonu görmek sevdasıyla yüklendik kapıya. O anı asla unutmayacağım. Zorla içeri girdik. Şimdi bu satırları yazarken, kendimi tebessüm etmekten alamıyorum.
O zamanlar televizyon siyah-beyazdı. Evin en güzel köşesinde, çizgi kahramanlar televizyonun içinde hareketli bir müzik eşliğinde koşuşturuyorlardı. Birçok kez sinemaya gitmiştik. Ancak evde minyatür bir sinema olması bizim için muhteşem bir şeydi. Artık biriktirdiğim harçlıklarımı kendime saklayacak, sinemaya para vermeyecektim.
Çok geçmedi, komşu kızı Figen’in kaprislerine aile büyüklerimiz de şahit olunca babam taksitle bizim eve de televizyon aldı. O gün bizim için muhteşem bir gündü. Artık televizyon seyretmek için komşumuzun kızına yalvarmayacaktık. O güne kadar deneyler yapan, oyunlar oynayan, bol bol resimli roman okuyan bizler, birdenbire televizyonun büyüsüne kapılmış, hipnotize olmuşçasına onu seyrediyorduk. Allah’tan televizyon saatleri sınırlıydı da, onun dışındaki zamanlarda eski alışkanlıklarımızı kısmen devam ettirebiliyorduk.
Televizyon Açıldı, Ansiklopediler Kapandı
Televizyon saatleri artmaya başladıkça, yavaş yavaş kitap okumaktan, oyun oynamaktan ve fen bilimleri ansiklopedisini karıştırıp deneyler yapmaktan giderek uzaklaşmıştık. Gittikçe, etken durumdan edilgen duruma kayıyorduk. Önceleri muntazam olarak ödevlerimizle ilgilenirken, şimdi okuldan gelir gelmez ödevlerimizi alelacele bitirip televizyon programlarının başlamasını bekliyorduk.
İlkokula beş yaşında başlamıştım. Sınıf arkadaşlarımdan küçük olmama rağmen, onlarla birlikte gayet güzel öğreniyordum dersleri. Ancak 1973 yılından itibaren ilkokulu bitirene kadar, ders çalışmak isteğim giderek azaldı. Dersi derste öğrenip işi geçiştirmeye başladım. Nasıl olsa sınıfı geçiyordum. “Daha fazla çalışıp da ne olacak? Güzelim filmler, belgeseller, futbol maçları dururken kim ders çalışacak!” diyordum içimden.
Her şeye rağmen, kırık not almadan ilkokulu bitirmiştim. Hatta sevgili ilkokul öğretmenim ortaokulu ve ileride üniversiteyi okuyabilecek beş veya altı arkadaşımızın ismini saydığında, ben de bunların arasındaydım. Bu arkadaşlarımdan biri Ayla’ydı. Onu hiç unutmam. Ayla derslerine çok çalışan, düzenli bir öğrenciydi. Yıllar sonra karşılaştığımda Boğaziçi Üniversitesi Fizik bölümünü kazandığını söyledi. Ben o yıl üniversite sınavını kazanamamıştım. O gün Ayla adına sevinirken, kendi adıma çok üzüldüm. 5. sınıftayken öğretmenimiz her şeye rağmen Ayla ile beni aynı kefeye koymuştu. Ama ben onun kadar başarılı olamamıştım.
Bir Televizyon Tiryakisinin İtirafı
Bir yıllık aradan sonra, kendimi toparlamıştım. Ticarete yöneldim ve geçimimi bu alandan sağlamaya başladım. Ancak şu anda doktor olarak görev yapan sevgili arkadaşım Göktürk’ün şu sözleri hala kulağımda: “Oğlum, ticareti her zaman yaparsın, zaman geçmeden fakülte kazan ve oku.” Göktürk bu telkinleri belki aylarca yaptı. Nihayet, bir ay da olsa ticareti bırakıp üniversite sınavlarına hazırlandım.Uludağ Üniversitesi Fizik bölümünü kazandım.
Bugün “Acaba televizyona daha az zaman ayırsaydım ben de Ayla gibi liseyi bitirdiğim yıl üniversiteyi kazanamaz mıydım?” diye düşünmeden edemiyorum. Hatta bugün bir üniversitede fizik profesörü olup insanlığın geleceğini değiştirebilecek bir buluşa imza atamaz mıydım?
Ne oldu da küçük yaşlarda fizik deneyleri yapmaktan kendini alamayan İbrahim, gittikçe merakını kaybetti ve kaçan treni son anda yakalayabildi? Bunda çağımızın muhteşem buluşlarından biri olan televizyonun esiri olmamın payı yüzde kaçtır? Ne dersiniz?