Onu tanıdığım zamanlar çocuk yaşta olmamak benim için belki de en büyük talihsizlikti. Bıyıklarım yeni terlemiş, saçlarım kıvrımını henüz yeni seçmişti. Seksenli siyah-beyaz yıllardan bahsediyorum. Televizyon evlere daha yeni yeni giriyor, bizim eve de girmek için sırasını bekliyordu. Yazlık sinemalardan hafızamda kalan üç-beş siluetin dışında Yeşilçam’a dair çok fazla bir şey de hatırlıyor değildim.
Onu ilk kez bir okulda, elinde çay tepsisi yerinde duramayıp öteye beriye savrulurken gördüm. Sanki öğrenciler onun öz evlatlarıydı. Bu sahnelerin gerçek değil de rol icabı olduğunu çok sonraları öğrendim. Her şey o kadar hayatın içerisindeydi ki, filmle gerçek yaşamı birbirinden ayırt etmek neredeyse imkânsızdı. Hay Allah, yine dalıp gitmişim geçmiş günlerin loş sokaklarına. Her şey ne kadar da çabuk mesafe almış dünyamızda. Bu şaşkınlıkla ben seksenli yıllar çocukluğunun unutulmaz neşesi ve masal tadı Adile Teyze’den bahsettiğimi söylemeyi bile unutmuşum.
HÜSEYİN AKIN
huseyinakin@yahoo.com
Onu tanıdığım zamanlar çocuk yaşta olmamak benim için belki de en büyük talihsizlikti. Bıyıklarım yeni terlemiş, saçlarım kıvrımını henüz yeni seçmişti. Seksenli siyah-beyaz yıllardan bahsediyorum. Televizyon evlere daha yeni yeni giriyor, bizim eve de girmek için sırasını bekliyordu. Yazlık sinemalardan hafızamda kalan üç-beş siluetin dışında Yeşilçam’a dair çok fazla bir şey de hatırlıyor değildim.
Onu ilk kez bir okulda, elinde çay tepsisi yerinde duramayıp öteye beriye savrulurken gördüm. Sanki öğrenciler onun öz evlatlarıydı. Bu sahnelerin gerçek değil de rol icabı olduğunu çok sonraları öğrendim. Her şey o kadar hayatın içerisindeydi ki, filmle gerçek yaşamı birbirinden ayırt etmek neredeyse imkânsızdı. Hay Allah, yine dalıp gitmişim geçmiş günlerin loş sokaklarına. Her şey ne kadar da çabuk mesafe almış dünyamızda. Bu şaşkınlıkla ben seksenli yıllar çocukluğunun unutulmaz neşesi ve masal tadı Adile Teyze’den bahsettiğimi söylemeyi bile unutmuşum.
Gülüşüyle, göbeğinin hopidik hopidik hoplamasıyla, gıdıklaması ve mimikleriyle geçmiş günlerin üzerinden nasıl da süzülerek gelmişti. Seksenli yılların hareketli, bol gürültülü, 12 Eylül’lü ve nimbuslu havasını onun neşeli kıkırdamalarından başka bir şey de dağıtamazdı zaten.
Şimdi bana ne zaman birisi neşeli günlerden bahsetse, hayatımın fihristinde dolaşıp durur ve sonunda Münir Özkul’un baba, Adile Naşit’in anne olduğu bir filmde (Neşeli Günler) karar kılarım. İçimizde bu filmi izleyip de aile saadetinin kokusunu almamış tek kişi var mıdır bilmiyorum. Ama ben hep o filmdeki aile yapısıyla özdeşlik kurmuşumdur hayatım boyunca. Ya bir de babası Erol Taş, annesi Aliye Rona olan bir filmin yaşayan parçası olsaydım?
Ne kadar film gibi yaşadığımızın en büyük kanıtıdır “Neşeli Günler” filmi. Hatırlayın hele, nasıldı bu filmin konusu? Adile Naşit ve Münir Özkul karı-koca turşucudur. Turşu sirkeli mi daha iyi, yoksa limonlu mu daha iyi diye kavga ederler. Çıkan kavga büyür ve Adile Naşit çocuklarının bir kısmını alıp evi terk eder.
Olaylar bundan sonra çocuklardan ikisinin aynı kıza aşık olmasıyla gelişir. Bu filmi seyretmemiş olsak da, bu sahneleri hayatımızda kim bilir kaç kez yaşamış ya da şahit olmuşuzdur.
Biz televizyonlarımız başında içinden Adile Naşit, Münir Özkul ve Şener Şen geçen “Neşeli Günler” filmini izlerken, aynı filmde Adile Naşit’le Münir Özkul’un çocukları, amca rolündeki Şener Şen’le birlikte zamanın gözde filmi “Charlie’nin Melekleri” filmini izliyorlar. Geçmiş zamanın günlerine uzanan zihnimiz ister istemez bu dalgınlık içerisinde esrime yaşıyor.
Adile Naşit tam da sokakların apartmanlar ve otomobillerce işgal edildiği, çocukların masalı unuttuğu bir dönemde çocukları “uykudan önce” isimli bilinç atına bindirerek bilinçaltında gezdirme işini üstlenmiştir.
Uykudan Önce Adile Teyze
1981 yılından itibaren TRT’deki ‘Uykudan Önce’ programı çok ilgi görmüş, şimdilerde animasyonla yeniden televizyonlarda gösterime girecek olan bu program, küçükler için saatlerini ona göre ayarladıkları planlı bir yaşama kılavuzu olmuştu.
Ayrıca bu program (Uykudan Önce) millet olarak çok tuzlu uykulara daldığımız bir sürece tekabül etmesi açısından da anlamlı olmuştur.
O dönemin yetişkinleri dişlerini fırçalama gereği duymasalar da, ‘etliye karışma, sütlüye karış’ direktifine bağlı kalarak sütlerini içip yatmaya kolay adapte olmuşlardır.
Adile Naşit her ne kadar küçüklere ‘kuzucuklarım’ diye seslenen “Uykudan Önce”nin tonton masalcı Adile Teyzesi, “Hababam Sınıfı”nın çocuklara arka çıkan Hafize Anası ya da “Kibar Feyzo” filminin gaddar kaynanansı olsa da, o tek kelimeyle Türk Sineması’nın “iyi niyet” abidesidir.
Tipi ile ismini bu denli kaynaştırıp uzlaştırmış çok az sanatçı vardır. Asıl adı Adile Keskiner olmasına rağmen ve Ziya Keskiner’le evli olduğu halde, ona Hulusi Kentmen ve Münir Özkul’dan başkasının eş olarak yakışabileceğine Türk seyircisini inandırmak zordur.
Adile Naşit’in çocuk şefkatini, oğlu Ahmet’i 16 yaşında yitirmesine bağlayanlar da vardır. Ama ben bunun sonradan sudur eden bir şey olduğunu gerçekçi bulmuyorum. Her ne kadar çocuk programlarındaki başarısının ve çocuk sevgisinin böyle bir evlat acısını dindirmeye yönelik bir tarafı olsa da, temelinde bütüncül insan sevgisi ve oynarken hislerinden soyunmaması, sahici duygularıyla rolünü gerçekleştirme marifeti gösterebilmesi daha açıklayıcıdır. Anne, abla, teyze ve nine imgesini bir arada toplayabilmiş nadirattandır o. Türk toplumunun akraba prototipini simgeleyen en uygun, en müsait örnektir.
Hayatındaki en fiyakalı ödül, Antalya Altın Portakal Film Festivalinde (1976) “İşte Hayat” filmiyle aldığı “En iyi kadın oyuncu ödülü”dür. Ancak hem film, hem de vefa yönünden en büyük ödülünü hep hayattan almıştır Adile Naşit.
Hayat onu gülüşüyle hatırlıyor ve bütün kötümser zamanlara inat, hatırlatmaya devam ediyor. Ne de olsa toplum olarak hayatta aradıklarımızı filmlerde bulmaktan hoşnut olan bir milletiz. İhtimalleri yaşatma arzusu bizi oldum olası diri tutuyor.
Komşuluk ilişkilerinin yok olmaya yüz tuttuğu, mahalle ve sokakların ortadan kalktığı bir dünyada aslında hoşgörüyü, saflığı, iyi niyeti, ara buluculuğu, gülmeyi ve sabrı da yitirdiğimizin farkında değiliz. İşte yitirdiklerimizi bize yeniden hatırlatan Adile Naşit filmlerinden bazıları: ‘Sev Kardeşim’, ‘Canım Kardeşim’, ‘Sevgili Halam’, ‘Gülen Gözler’, ‘Neşeli Günler’,’Bizim Sokak’, ‘Adile Teyze’, ‘Namuslu’, ‘Kuruntu Aliesi’ ‘Annem’ ‘Ağa Bacı’, ‘Aile Pansiyonu’…
İstiyoruz ki her akşam yatmadan evvel hayat bize her şeye rağmen yaşadığımızı haber versin, unutmadığına bizi ikna etsin, uykuya dalmadan önce ismimizi teker teker okusun. Bir de hayatın ağzından duymak istiyoruz ismimizi. Ne de olsa hayat karşısında hepimiz Adile Teyze’nin çocukları gibiyiz. İşte biz, işte Adile Teyze ve işte hayat!