Çetİn Özbey
ozbey36@hotmail.com
Anne dokuz aylık çocuğunun önüne bul-tak koymuştu. Küp biçiminde olan bul-takın üst kapağında üçgen, kare, daire ve yıldız şekillerinde delikler vardı. Deliklerde geçebilecek ebatlarda şekiller de küpün yanında duruyordu. Anne çocuğun görmesini sağlamak için, dikkat çekici hareketlerle şekilleri uygun deliklerden geçiriyordu. “Şimdi sıra sende, hadi al üçgeni delikten geçir.” diyerek üçgeni çocuğun eline tutuşturdu. Çocuk üçgeni aldığı gibi ağzına götürdü. “Ağzına değil yavrum, deliğe koyacaksın!” diye sert bir ses tonuyla çocuğu azarladı anne. Sonra çocuğun elinden tutarak üçgeni deliğe koydurdu. Kadının eşi, “O daha bunu kavrayacak yaşta değil, ne diye zorluyorsun ki?” diye tepki gösterince, kadın şu karşılığı verdi: “Ama çok kolay, yapabilir.” Adam, “Sen çekil!” diyerek kendisi çocuğun yanına oturdu. Küpün kapağını açtı ve şekilleri tek tek çocuğa verdi. Önce fiziksel yardımla çocuğun elinden tutarak küpün içine şekilleri atmasını sağladı. Birkaç denemeden sonra çocuk, aynı işlemi keyifle yapmaya başladı.
Annenin beklentisi çocuğun kapasitesinin üzerindeydi, bu yüzden çocuk yapamıyordu. Kadının hiçbir çabası fayda vermeyecekti; hatta çocukta birtakım olumsuz durumların ortaya çıkmasına yol açabilirdi; örneğin, o tür etkinliklere karşı ilgilisi azalabilirdi. Adamın beklentisi ise daha gerçekçiydi. İşe çocuğun yapabileceği seviyede başladı, ilerleyen zamanlarda çocuk şekilleri uygun deliklerde geçirebilecek beceriye sahip olacaktır.
Anne-babalar, bebeklikten itibaren çocuğun potansiyelinin üstünde bir beklenti geliştirirler. Çocuğun normal gelişim sürecindeki bazı davranışları, anne-babanın gözüne çok farklı görünür ve anne-baba çocuklarının özel olduğunu düşünmeye başlarlar: “Çocuğum bunu yapıyorsa, demek ki çok zekidir.” Artık çocuğunun çok zeki olduğuna kesin bir gözle bakar. Çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişiminin üzerinde davranışlarda ve tepkilerde bulunmasını bekler. İki yaşında çocuğun eline kalem tutturur, üç yaşında yabancı dil öğretmeye kalkar, 4 yaşında okuma-yazma öğretmeye çalışır. Beklenen sonuç gelmeyince de şöyle bir savunmaya başvururlar: “Aslında yapabilir ama dikkatini vermiyor, rahatından ödün vermek istemiyor…” Bu tür gerçek üstü beklentileri olan anne-babaların birçoğu, üniversiteyi bitirmiş olanlardır. Böyle ailelerle karşılaştığımızda, hemen çocuklarının dahi oluşunu test etmek isterler: “Çocuğum şunu yapıyor, bunu yapıyor, geçen akşam şöyle dedi” ve daha bir sürü açıklama… Ardından şu soruyu sorarlar: “Çocuğum çok zeki, değil mi? Bu zekâsının körelmemesi için neler yapabiliriz? Bu tür çocuklarla ilgili okullar var mı? Zekâ testi yapabilir misiniz?” Aslında çocuklarıyla ilgili anlattıkları şeyler, normal bir gelişim gösteren bütün çocuklarda görülebilir; ama anne-baba çocuğunun özel olmasını ister ve bu isteğini destekleyici en küçük bir belirtiye dört elle sarılır.
Çocuğun Gerçek Kapasitesini Anlayabilmek
Birçok anne-baba yaşamın her döneminde çocuğuna dair yüksek beklentilere sahip olur. Beklenti düzeyi okul çağlarında üst düzeye çıkar. Çocuğunun ders sonuçlarını ve okuldaki gelişmeleri çocuktan daha dikkatli takip eder. Okuldaki iyi davranışlarını ve yüksek notlarını herkese övüne övüne anlatır, düşük notlarından da asla bahsetmez. “Oğlum sınıfın birincisi olacak, sınıftaki en yüksek notları o alacak.” diyerek çocuktaki beklentisini daima zirvede tutar. Düşük derslerini yükseltmek için her şeyi yapar. Çocuğa vaatlerde bulunur, armağanlar alır, gezmelere götürür.
Gerekirse kendisi çocuğu çalıştırır, komşunun üniversitede okuyan çocuğuna gönderir, imkânı varsa eve özel öğretmen getirtir. Belli bir noktadan sonra çocuk, annesinin beklentilerini karşılayabilecek kapasitede olmadığını anlar ve yapabildiklerini de yapamaz hale gelebilir. Annenin desteğiyle ancak belli bir aşamaya kadar gelebilen birçok çocuk, sonra gerileme sürecine girer ve derslerindeki başarı grafiği bir düşüş gösterir. Anne artık yakınmaya başlar, “Bu çocuk kime çekti acaba? Onun için elimden geleni yaptım ama sonuç alamadım.” Kimi de yüksek beklentilerini çeşitli nedenlere bağlayarak bastırmaya çalışır. Örneğin, “Çocuğum çok zeki de kendini derse vermiyor, okulda öğretmenini dinlemek yerine yaramazlık yapıyor, gereksiz işlerle uğraşmaktan derse vakit ayıramıyor, kendini şöyle bir sıksa okul birincisi olacak ama bizimki rahatına düşkün…”
Bazı ebeveynler de yüksek beklentisini parayla destekleyerek, adeta çocuğu rehin alır. “Ekmeğimizden, giyimimizden kestik seni dershaneye gönderdik, sana özel öğretmen tuttuk, sen de beklentimizi ve umudumuzu kırma, derslerine çalış ve her halükarda şu sınavı kazan!” gibi mesajları her gün farklı biçimlerde çocuğa iletirler. Çocuk artık kendisi için çalışmaz, sırf verilen paranın boşa gitmemesi ve anne-babasının umutlarının kırılmaması için çalışır. Çocuk kendini ağır bir yükün altında hisseder ve her geçen gün bu sorumluluk yükünün ağırlığı omuzlarında artar. Bunun sonucu aşırı bir kaygı oluşur. Kaygı, derse odaklanmasını ve gereği gibi öğrenmesini engeller. Çocuk öğrenemediğini anladıkça kaygısı daha da büyür. Beklenen gün gelip çattığında ise kaygı doruğa çıkar ve çocuk kapasitesinin çok altında bir sonuç alır.
Kimi çocuklar, anne-babasının etkisi olmadan da kendilerine dair beklentilerini yüksek tutarlar. Anne-babanın görevlerinde biri de çocukta potansiyelinin üstünde bir beklenti hissettikleri zaman, bunu önleyerek, gayret göstererek yapabilecekleri kadarı içine sokmaktır. Örneğin, bazı çocukların notları çok yüksek olur; fakat çocuk herhangi bir derste düşük not aldığında günlerce bunun üzüntüsünü duyar, hatta o gün saatlerce ağlar ve üzüntüsünde bir şey yiyemez olur. Birçok çocuğun bu duruma gelmesinde anne-babasının da büyük payı vardır. Böyle bir durumla karşılaşan anne-baba, çocukla konuşarak bu beklentisinin yersiz olduğunu, düşük not almanın her şeyin sonu olmadığını, bir sonraki sınavda gerekirse biraz daha fazla çalışabileceğini söyleyebilir. Başarının, derslerde yüksek not almakla sınırlanmadığını da ekleyebilir.
Mükemmeliyetçi Anne-Babanın Hayal Kırıklığı
Yüksek beklenti içinde olan anne-babalar, daima çocuğun derslerdeki başarısını kapasitesinin üzerinde değerlendirme eğilimindeler. Başarısı yeteneğinin üstünde değerlendirilen çocuk, kendini sürekli başarısız bulacaktır. Böyle bir değerlendirme gerçeklere aykırı olduğu için çocukta özgüven yitimine ve cesaretin kırılmasına neden olur. Örneğin, sözel derslerde başarılı olabilirken matematik gibi sayısal derslerde de sadece sınıfı geçebilecek düzeyde not alan çocuk, yüksek beklenti içinde olan anne-babası tarafından başarısız görülecektir.
Çocuk, başarısız olduğuna dair örtülü ya da açık iletiler alırsa, zamanla kendini başarısız ve işe yaramaz olarak algılayabilir. Benlik algısı düşerek kendine güveni azalabilir.
Yüksek beklenti, çocuğun başarma arzusunu kamçılayarak onu her alanda en iyi olma çabasına sokabilir. Böyle bir hırsla hareket eden çocuk, her alanda başarılı olamayacağını görünce hayal kırkılığına uğrar, ardından da özgüvenini kaybedebilir. Bunun sonucunda ise yapabileceklerini bile yapamaz hale gelir. Aşırı hırsla donatılan bazı çocuklar matematik, sosyal bilgiler, müzik, resim gibi bütün derslerde en yüksek notu almak, sınıf başkanı olmak ve her etkinlikte liderliği ellerine tutmak isterler. Böyle bir üstün başarıya ulaşmak çok zordur, çok az çocuk böyle bir başarıyı yakalayabilir. Dolayısıyla çocuk yolun yarısında takılıp bütün alanlardan elini çekebilir.
Mükemmeliyetçi anne-babalar ise, çocuklarının hiçbir başarısını takdir etmez ve beğenmezler. Hep en iyisini beklerler. Onlara göre üstün başarı, her alanda en iyisi olmaktır; okuldaki ilk on içinde olmak değil, birinci olmaktır. Çocuğun karnesinde 1 “orta”ya karşı 10 “pekiyi”nin hiçbir önemi yoktur. Böyle bir tutuma sahip ebeveynler, karnedeki en yüksek notları değil, en düşük notları görürler. Başarılı olduğu alanlar önemsenmeyen ve daima başarısızlığı görülen çocuk, zamanla başarabildiklerini de yapamaz hale gelir. Sonuçta pasif/saldırgan davranışlar göstermeye başlayabilir.
Bu da Geçer Padişahım
Padişahın biri bir gün bir yüzük yaptırmak istemiş. Bir sürü sanatçıyı toplamış, onlara demiş ki:
– Bana öyle bir yüzük yapın ve içine öyle bir söz yazın ki her gördüğümde eğer üzgünsem ve mutsuzsam benim yüzümü güldürsün, bir teselli olsun. Eğer çok mutluysam, şehvetin kollarına düşecek kadar uçuyorsam havada, bana gerçekleri anlatsın. Doğru yola itsin.
Sanatçılar, uzun bir süre çalışmış ve bir yüzük yapmışlar padişaha. İçine de şunu yazmışlar:
“Bu da geçer!”
www.gencgelisim.com